1 Şubat 2022 Salı

Kendini bil !

Yazmamisim 2017'den beri... Elimde Türkce klavye yok, anadile ihanet bir yazimla da olsa aradan gecen onca zamandan sonra biseyleri buraya yazasim var. Okunabilir olma istegi demek ki... 

Ne cok sey oldu. Ölüm gibi birseyler oldu hayatimda ama kimse ölmedi. Sevgiler, nice derin baglar yikildi yeniden insa oldu. Buralara simdiye dek yazilanlarin cok otesinde, ve bu kez oyle dusuncelerde de degil, parca parca kirildim. Ne menem bir yil oldu 2021. Yazamadim. Tek satir yazamadim.  Ama 2022'nin 4.gunu oyle bir hickirarak agladim ki, ciglik cigliga agladim; 'cok zor bir yildi, bitti, olmedik ve yil bitti' diye diye agladim....

Yil boyunca da cok agladim. Biyomuhendisiz diplomada ama bu kadar cok gozyasi nasil ve nereden cikiyor, bu hizda kendini nasil yeniliyor hic anlamadim. Neredeyse koca yil boyunca hic muzik dinlemedim. Inan vallahi. Dedim ya ölüm gibi bir sey oldu ama kimse ölmedi Özdemir Asaf'in mukemmel cumlesiyle. Insanlar nasil aniden ve bilinmezden gelenin darbesiyle tarumar olabiliyorlarmis deneyimledim. 

3 Subat aksami uzun suren bir is gunu ve streslerinden sonra bir anda koptu filmin seridi. 34 yilin acisi o 2021'in 3 Subat gecesi salteri indirdi. 7 saat aglamisim o gece. O gece yasadiklarimi hayal meyal hatirliyorum. Bu ev, bu salon, yanimdaki adam, hayat, bedenim toptan uzerime yikildi. Hayatimda o kadar korktugumu sanirim hatirlamiyorum. Bedenimden cikip kendime baktigim o an da kendime "yeter" derken korku ve sonsuzlukta kaybolma hissi bir birine girmisti.... Ayni anda izlemeye calistigimiz Soul cizgi filmi ise Tanri'nin espri anlayisinin ne yuce oldugunun gostergesi gibiymis sonra anladim. 

4 ve 5 Subat'ta hayatta en cok sevdigim eylemlerden biri (gunesin batisini izlemek) bana hayatta en cok aci ve korku veren eylem halini almisti. Kendisine anksiyete diyecekler ve bana bir sure gunes batisi saatinde evin arka cephelerinde olmami onereceklerdi.... Yaninda gelen her dakika 160a cikan kalp carpintisi, titremeler, korktukca daha da tetiklenen ataklar ve surekli zeminde devam eden inkar! Evet inkar! 

Inkar. 34'ume kadar tekamul, kabul, inanc, teslimiyet denilen kavramlari ogrendigimi dusunurken onlar da yikildi. Koskocaman bir dokuntu, bir harabe misali yikildi ve bir toz yigini olarak kaldi. O tozun adi oldu inkar. Hayir iyiyim! hayir biseyim yok. Her iyiyim deyip zorladigimda daha guclu vurdu adina anksiyete bozuklugu dedikleri o menem sevimsiz misafir. Bu boyle 3 dolu ay surdu. 3 koca ay ben neredeyse her gun inkar ettim olanlari. Tersledikce daha cok kalbim carpti, goz ardi ettikce siddetini arttirarak nefesim kesildi. Bedenimin nasil da kontrolu ele gecirdigini simdi daha iyi goruyor ve olan bitene kizamiyorum bile... 

Esimden baska yataktan cikipta gordugum tek kisi psikolog hanim oldu o 3 ay. Bak burasi da ilginc. Psikologa gitme kararini ben verdim. "Cok bisey yok ya kafam karisti bir uzmanla kolay olur" yaklasimiymis o ilk baslangic belli ki. Yani ortada devasa bir inkar var sonucta... Hic bir bilimsel yaklasimin hic bir anda tam olarak cozemeyecegi metafizik bir tarafi var hayatin. 18.seansin sonunda hali hazirda ortaya cikmaya baslayanlarla bu hikayenin 3 gunluk bir durum olmadigi 34 seneyi sirtimda artik daha fazla tasiyamadigimi fark ettim. Eylemsizlik dedi psikolog hanim. Eylemsizlik iyilesmeyi baslatir, ama siz henuz eylemsizlige gecemediniz.... Zaten eylemsizlik kendini bu andan sonra oyle bir ortaya koydu ki ya buradan hakkiyla gecersin ya da olacaklardan sorumlu degilim dedi tum benligim.... 

Eylemsizlik ne demek biliyor musun? Ben bilmiyormusum. Bana kimse durabilmenin kiymetini gostermemis. Sadece sessizce tavana bakmanin ne kiymetli bir eylem oldugunu ogretmedigi gibi bunu yapanlarla dalga gecmenin meziyet oldugunu sanmama vesile olmuslara selam olsun! Acisa da öldürmez düsturlarla, agriya, siziya, kopuslara ragmen devam etmeyi bir basari sanan tum dünyaya yayilan tüm zehirli ogretilere selam olsun! Insanlara bedeli odenmeden tek bir kazancin/edinimin olamayacagini unutturan ve kisisel gelisim zirvaligi altinda iste gelsin dedikce gelmeyenlerle, olmayanlarla degersizlik pompalayan duzene selam olsun! Eylemsizlik benim cancagizim, olana sadece oldugu haliyle bakmak demekmis. Bir sey yapmadan. Bir eylemde olmadan huzursuzlugunla kalabilmek demekmis. Hastayim ve yapamiyorum demek. Utaniyorum ve utancin icinden cikamiyorum diyebilmek. Gitmek istiyor gidemiyorum, birakmak istiyor yapamiyorum, korkuyorum, gucum yok, tukendim ve savasacak mecalim kalmadi diyebilmek. Olani oldugu haliyle gorebilmek icin egonu öldurmene gerek yok. O ego seni bugune kadar koruyan parcandi. Onu da gorup kabullenmen ve icinden kendi hur iradenle cikman gerekiyormus ki o da o eylemsiz bakista anlasiliyormus cancagizim. Bu da baska bir safsata. "Egonu öldurmeden olmuyorsun, olmak icin egonu öldüreceksin, gel beni dinle, ben sana icazet vereyim, sen ben diyorsam onu yap, o zaman o ego ölecek ve sen tekamul edeceksin". Bunlari da duyan kucucuk yastaki kulaklarima, bunlari soyleyenlere, bunlari duymami engellemeyenlere selam olsun! 

Ben tam eylemsizlige gecmeye bilincli calisiyordum ki esim hasta oldu. Ben hastaydim bi dakka ya noluyoruz. 40 gun 39 derece atesle yandi. Omrumde ne gordum ne duydum boyle birsey. 4 ay icinde 10 kilo verdi, ardi ardina hastaneye girdi cikti. Her test sonucunda oh diye rahatlamaktan artik rahatlayabilecek bir yeri kalmamisti bedenin lackaya baglamak uzere oldugundan belki de... Benim haftada 2 gun gordugum psikolog hanima hastane civarindaki yeni ve rastgele yuzler eklenmisti. Iki gram calismaya geri donmeye calisirken, tum bunlardan sonra sevimsiz anksiyete misafirime Haziran ayinda nur topu gibi bir de panik atak eklendi. Metrodan kendimi ara durakta sokaga atip kameralar vagondan cikis hizimi gorduler mi acaba diye bakinirken yasadigim caresiz saskinlik. Otobuse binemez, evden disari cikamaz, hayatimda ilk kez aniden gelen donma ataklarini yasarken hissettigim kirilmalari ben ve Tanrim biliyor. Hamdolsun. Gecenlerde eski bir arkadasla konusuyorduk, kendince masumane bir Turk tepkisi verdi ve dedi ki "amann biz artik panik ataklarimiza alistigimiz icin koymuyor tabi". "Yok guzelim dedim, panik atagin alisilabilecek bir yeri yok. Gercekten panik atak yasayan kimse buna alisamaz. O yuzden hic boyle bir cumle soyleme bile, ayip olur" dedim. 10 saniye suren o sessizlik bana da bu arkadasliga da iyi geldi. Kimse alisamaz. Allah kolayligini versin!   

Eylul'e vardik. Bir ara ikimizde 100% raporlu, evde, ayni kanepeye ayakli uclu yatarak gunleri gecirdik. Bu arada eylemsizlikle birlikte yururken kendi insanligim, takintilarim, esligim, cocuklugum, kadinligim, ogrenciligim hepsi birer birer masaya yatar oldu. Anksiyete ve panik atak bana final vurusu mental block denilen kavramla yapti. Zihinsel blokaj diye cevirelim. Gectim icinde yasadigim Ingilizce'yi anadilimde tek satir okuyamadigim, herhangi bir tartismayi, iki kisilik konusmayi dinleyemedigim, bir seyi izleyemedigim o unutulmaz gunler. Gururum kirildi diyerek anlattim burada edindigim cok kiymetli bir erkek arkadasima. Ben agladim o bana kafami omzuna bastirarak sarildi. Sessizce, an'i dondurarak. Kafamdaki basinc bir anda sakinlik verdi. Sordugu soru aydinlatti. "Sen solaksin, sol kolunu sana ragmen kesselerdi gururun kirilirdi. Ama zihninin illaki geri gelecegi belli aldigi mola neden kirdi gururunu buraya iyi hissedince bak" dedi. Gurur! Yeni kavram. Takindigim mukemmellik kisvesi bir kez daha balyozlarla yikilirken ne cok seye ne derinden gurur yaptigimla yuzlesirken biraz daha kirildim... Eylul'e varirken bendeki zihinsel blokaj, beni icine soktugu okkali eylemsizlikle ve sayesinde cozulenler ve yuzlesilenlerden sonra yavas yavas bulutlari dagitmaya baslamisti. O gunlerde eski bir dost "ikiniz beraber cakildiniz be yavru herkese boyle birlikte cakilmak nasip olmaz" dedi. Gülünclügünün yaninda hakli bir yani vardi durumun. Herkese boyle partneriyle birlikte cakilmak nasip olmaz. Bundan cikabilmekte nasip olmaz tabi. Buna da hamdolsun.  

Ekim, ah o ne Ekim. Unutulmaz Ekim! 2 yillik korona kisitlamalari ve son 9 aylik kismindaki hastalik periyodundan sonra once kayinvalideler geldi onlari atlatamadan hemen gidislerinden sonra annemle babam. Yasananlari bir cocugun anne ve babasi hayattayken onlardan ayrismasi ve buyume rusdunu ispatlamasi olarak ozetleyebiliriz. Annemle babam bizim evimizde 2,5 ay kaldilar. Bizimle ilk kez yasadilar. Beni yetiskin halimde hastaliktan toparlanmaya calisirken, ataklarimi yonetirken, haftada bir kac gun de olsa ise gidip gelirken ilk kez gorduler. Soguk ve karanlik Norvec'in igrenc Kasim ayi bunaltisini evde gecirmenin deneyimine mahzar oldular. Kis günesinin o muazzam sicakligi ve verdigi neseyi bizzat karanligin icinde deneyimlediler günesin pesinden iyi gorebilecekleri yerlere kosarken sari sicagi... 

3 gün yattim ailem Ankara'ya dondukten sonra. Gürültüde yasamak diye bir tanimi vardir Ece Temelkuran'in. Canim anne ve babam diger bir cok Türk anne babasi gibi maalesef gürültüde yasiyorlar. Buna yapabilecek bir seyim maalesef yok. Kendi icimde sakin ve sessiz dunyami insa etmek ve ona sahip cikmaktan baska. 

Aralik biterken basta da dedigim gibi ölüm gibi bir sey oldu ama kimse ölmedi. Benden baska. Ben tam da tasavvufi manasiyla ölmeden önce öldüm cancagizim. Inandigimi sandigim her sey yerle yeksan oldu. Yazdim ya basta bu defa tum kelimeleri yeniden insa etme mertebesinde yikildi duvarlar. O tanidigin gözlerinin icinden sinirsizca isik cikan kiz cocugu, sana deger verilmemesi gibi bir durum soz konusu degil denen kadin kendi ic labirentindeki derinligi ve kendini ilk kez kesfetti. Gozlerim hala isildiyordur muhtemelen ama artik daha oturakli baktiklari bir gercek. Saclardaki beyazin tutami genisledi. Gozlerimin etrafindaki cizgiler de derinlesti vesselam. Ama güzellestim. Durulastim. Aynaya bakarken gördügüm kadini daha cok begenmeye ve sevmeye basladim. Ben ilk kez kendimi sevmeye basladim cancagizim. Kendini sevmek, kendine saygi gostermek, sefkat gostermek okkali kavramlar, oyle agza pelesenk edilemeyecek kadar kiymetli eylemlermis. Pek de kimsenin bilmedigi... Sen de bilmiyorsan ogren kirilmadan cancagizim. Gardolabimi degistirdim, hayatimdan cikmak isteyen insanlari zorla tutmamaya karar verdim. Hasta oldum evde yatiyorum ornegin su anda. 1 yildir suregelen terapi seanslarinda cesaretimi gordum. Korkularimin üzerine nasilda korkusuzca yürüyebildigimi gordum. En sorulmaz sorulari en buyuk inanclarla sorabildigimi ve alacagim cevaplardan artik korkmadigimi fark ettim. Her bozgunun icinden daha da buyuk bir gucle cikmayi basaracak kadar da guclu, inanilmaz disiplinli oldugumu gordum, bildim, idrak ettim. En buyuk korkularimla yuzlestim. Yuzlesme agir geldi yattim kaldim bir sure. Sonra korkacak biseyler kalmadiginda hayat basladi. Cok sukur.

Cok güzel meditasyonlarda siradan sanilan kelimelerin mertebelerini deneyimledim. Cunku hayatin hic bir bilimin aciklayamayacagi metafizik bir tarafi var. Orada kendimin bilincinde, bedenimin farkinda, son derece yuksek bir bilinc halindeyken sevgi, cosku/sevinc, sakinlik, eminlik neymis gördüm. Kendi sezgilerimin korkusuzca pesinden gider oldum. Kimseye hesap vermeden. Daha once gittigimi saniyordum. Yanilmisim. Sevginin nasil bir disari tasan isiklar huzmesi gibi cogalarak kendini ve indigi her silueti buyuttugunu, sevincin nasil derinlere ine ine iyilestirdigini izledim. O arayipta bir turlu bulamadigimiz Özgürlük mesela, kendini tüm iyi hallerin ve tüm gölgenle kabul edip kucakladiginda deneyimlemeye basladigin o halde sakliymis. Niye biliyor musun? Kendini her cephenle kucaklayip kabul ettiginde Sen ve Ben artik ayrilmiyoruz. Sen kendini ne saklamak, ne bastirmak, ne de baskalarinin kaliplarina uydurmak zorunda hissetmedikce kendini de baskalarini da yargilamiyorsun. Yargi dindikce an'da kalmak kolaylasiyor. Acidan kacma egilimi bitince aciyor deyip huzursuzlugunla oturuyorsun. Sakince. Sakinlestikce o sakinlik icinde derinlesiyor. Iceriye buyuyor sakinlik gece ormani sakinligi ve gece ormani karanliginda ya da benim sectigim kelimeyle nocturnal bir sakinlik olarak damarlarina yayiliyor. Orada iste hicbirseyken ve hicbirseyin yokken emin oluyorsun varligina. Orada deneyimledigin Özgürlügü sana hic bir kadin, hic bir erkek, hic bir ask, hic bir esya, adinin onune ilistirilmis hic bir titr, hic bir adrenalin, hic bir kacis veremiyor. O sakin, nocturnal hiclikte emin oluyorsun. Ben eminligin kendisiyim! Ben Özgürlügüm , ben Özgürüm idrakine geliyorsun. Bu idrake kolaylikla gel isterim, SEN bil isterim cancagizim.         

Bu gece tüm bu yaziya spotify'in 'Cem Adrian budur' listesi eslik etti. Ama ben yine de bu yaziyi icine nice guzel aniyi sakladigim Bard's Song ile bitiriyorum. 

.....

Now you all know the bards and their songs
When hours have gone by, I'll close my eyes
In a world far away we may meet again
But now hear my song about the dawn of the night
Let's sing the bard's song

Tomorrow will take us away far from home
No one will ever know our names
But the bards' songs will remain
Tomorrow will take it away the fear of today
It will be gone due to our magic songs

.....



Bu yaziyi su anda konusmayi istedigim tek bir kisiye anlatmak icin yazdigimi simdi fark ediyorum. Sabaha kadar raki icip, muzik dinleyip soyleyip, aglayip sarilip devam edip, ama sandalyede tuneyip ama koltukta yanyana konusalim konusalim istedigim tek bir kisiye... tum tabulara inat ama hayalimizde ama oldugu yerde geldigi haliyle... Beni affet bu gece. Ben kendimi affettim sen de affet... 

1 Şubat 2017 Çarşamba

Yeniden MERHABA...

Önce Sana dair sevgili.... 

Seninle geçen 4.5 yıl ve geçecek belki 40'tan fazla yıl önümüzdeki. Kalbimi sonuna kadar açabildiğim sen, duvarlarımdan sıyrılıp açtığım kapılarıma rağmen şımarıp ruhuma son darbeyi indirmeyen sen, varlığıma yoldaş olan sen...
Sana dair çok fazla betimleme yapabilirim. Adının önüne seni güzelleyecek nice sıfat üretebilirim, bir bir inci dizer gibi sıralayabilirim onları. Bilirsin ya hani, söylemeye başlayınca yeni öğrendiği kelimeleri ard arda sıralayan çocuklar gibi hiç susmadan senin için üretilmiş tüm sıfatları söyleyedebilirim, yazadabilirim farklı her mecraya. Zaman zaman yüzüne dile getirdiğim gibi.
Fakat yapmayacağım. Kelimelerin güzelliğinde ve edebiyatın vuruculuğunda seni masallaştırmayacağım..
.....daha öncekiler gibi, daha öncekilere yaptığım gibi....
Beni yanılsamalarda bırakan, kafamı karıştıran, var-mış gibi görünüp olmayan, diğer tüm aşk/yahut aşkımsılar için yaptıklarımı senin için yapmayacağım...
Zaten sanırım elimde de değil aksini uygulamak.
Sen masallaştıramayacağım kadar gerçeksin. Hikayelerden, sahtelikten uzak, maskesiz, sıradan olmaya çalışmayan, karmaşık olmaktan anlamayan, öylesinde doğal, öylesine derin ve suretinin güzelliğinden ölesiye bi'habersin.

Sonra ben;

Senin tuttuğun ayna ile önce suretiyle sonra tüm kimliğiyle yüzleşen bir kadın. Ben. Ben sandığım tüm diğer kimliklerden kurtulmaya çabalayışım, ben sandığım ama aslında varlığımla uzaktan yakından ilişkisi olmayan maskeler, sevişler, eylemler, korkular, isyanlar, kahkahalar... yüzleştiğim hiç tanımadığım kayıp bir genç, iyileştirdiğim küçük bir kız çocuğu, keşfettiğim gerçek bir Kadın!. Hayatımın tam orta yerine getirip bıraktığın gerçekliğe adapte olmaya çalıştığım ilk 3 yıllık süreçte keşfettiğim odalar. Senin "tozunu silkelemek gerekliymiş" dediğin, benimse "önce var olduğunun bilinmesi gerekliymiş" diye tarif ettiğim beni ben yapan odalar...   Zaten ben'in ne olduğunu anlaması için gerekli bir sen. Sen, senin suretinde geldiği için müteşekkirim...   
Sen kendimi bulmama yardımcı 'ruh parçam' (ne güzel sıfat, var ol Metin Hara), sen Allah'ın bana hediyesisin. Çünkü yaşamıma paldır küldür karıldığın an'ın ne öncesi, ne de sonrası derman olurdu kaymaya iki var aklıma. Benim ki bir "O an" meselesiydi ve ben 27'likler klübüne girmesi yasaklanmış - belli ki daha yapacak işi olanlardan -  Allahın her hangi bir sevgili kuluydum.
Yaz(a)madığım ve yüzleştiğim dolu dolu neredeyse 3 yıl boyunca, labirentlerimdeki tüm çıkmaz sokakları işaretlemeyi başardığım haddinden fazla zorlayıcı geçen günlerden sonra karşıma çıkıveren şöyle bir yazı kıyıda köşede kalan son bir kaç meseleyi de sonlandırmaya yetti de arttı. "27'inde ölemediysen 30'larında yeniden doğacaksın" (http://fulsyaziyor.com/2014/12/22/27inde-olemediysen-30larinda-yeniden-dogacaksin/). Yazının başlığı benim için başlangıcın tanımıydı. Son kalan kısımla da yüzleştim. Ölmedim. Beni fiziksel hayatın içinde tanıyanlar bu cümleyi hiç anlamayacaklar/anlamadılar. Ölmek bir mesele geliyor çoğu kez insanlara. Halbuki değil. Ölmek şu hayatta en mesele olmayan şey. Hiç. (Varoluşun hiç bir yerdeliğine, hiçliğe geri dönmek. Neyse zaten bu da anlaşılmıyor. O yüzden devam edelim...) Hele bir de dışarıya verdiğiniz hayat enerjisi, cıvıl cıvıllık, gülüşler, olumlu cümleler varsa, insanlar sizi onlara iyi gelmeleriniz üzerinden değerlendiriyor. Başkalarına iyi gelirken kendini hırpaladığın o bitmez geceler, gülüşlerin altına gizlediğin sıkıntı ve sorular duyulmuyor tabi. Dışardan iyi biriysen ve canlı görünüyor, söylenmiyor, şikayet etmiyorsan, kötü olmak ne haddine. Kötü olmayı başkalarına bırak deniyor bir biçimde sana. O yüzden bu cümle havada kalabilir kimileri için ama önemli değil. Artık önceleri önemsediğim çoğu şey de önemli değil zaten. Çünkü HAYAT daha yeni başlıyor. 

Ve sen OKUYUCU, 

Burası benim başkalarınca bir nebze olsun anlaşılmak için gün yüzüne çıkardığım anı defterim. İnternet aleminde sonsuza değin kalmasını istemediğim diğer defterlerimden birinde yazdığım ve blogun ilk cümlesinde söylediğim gibi aslında, "ben içimde kalanlarla boğulmaktansa, okunabilir olmayı tercih ettim hepsi bu...". Biraz detaylı okuyanın, satır aralarını duyanın, azıcık beni tanıyanın veyahut tanımak isteyenin, beni duyabileceği, hissedebileceği bir açık görüş defteri. Burası beni silkeleyen aşkları, o aşkların benden aldıklarını, bana kattıklarını yazdığım; yazarak hayatta kaldığım bir bağlayıcı oldu bir nevi yaşam destek ünitesiydi belki de bugüne dek. Bugün, nerdeyse 4 yıldır nasıl da yazmadığımı fark ediyorum. 2012den beri çok bir yazı yok. Bir nevi kayıplarda bir blogger. Aslında tabi sana kayıp geliyor okuyucu. Yoksa gelde bana sor neler oldu. Kendi içimde yaşadığım inanılmaz bir yolculuk... Beni uzun ve uzak diyarlara yapılmış bir yolculuktan geri dönüyor farz eyle ve hala buralardaysan gel beraber yürümeye devam edelim. Sen beni bağla, yazmaya zorla; ben de sana ulaşabiliyor ve kalbine bir parça aşk salabiliyorsam ne ala deyip yalnız olmadığını sana hissettirmeye çalışayım. 

Niyetim aslında bir devri kapatmak gibi bu blogu kapatmaktı. Ama adına "okyanusta bir damla" dediğim bu parçamı kapatmak içimden gelmedi. Bu benim ilk göz ağrım. Kendimi defterlerim ve kalem kağıt büyüsünün dışına çıkardığım ilk mecra. Bu blogun yeri hep ayrı hep özel kalacak. Öte yandan, bir blogun diyaznını değiştirmekte inan çok zor oluyor. O yüzden bu blogu şimdilik olduğu gibi tutup yazmaya devam edeceğim. Yine de "okyanusta bir damla" daha çok düşündüklerime yönelik bir yazı tahtası olmaya devam edecek. Halbuki, ben de, hayatım da, hayatımı oluşturan unsurlar da çok değişti bu 4 yılda. O yüzden aynı blogda bir çorba yapmaktansa bir blog daha açıyorum. Eğer buradan da benimle birlikte olursan hayatın daha farklı bir kısmına da dahil olabiliriz birlikte. Dünya'nın başka bir yerinde süren yaşam, sorulan yeni sorular, anlamlar, yemekler, kitaplar, Dünya'nın gezilmiş noktaları, planlanan seyahatlar ve iz bırakan filmler gibi... İstersen tabii. Link çalışmazsa diye diğer blogumuz burada: http://thenatulcien.blogspot.no/  

Hala merak ediyor ve arada bir bakarak bu yazıyı okuyorsan, yeniden hoşgeldin dostum. Birliğin güzelliğini kutlamak niyetiyle... yeniden MERHABA... 
  



3 Eylül 2015 Perşembe

Yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden.... Kısım 2


Öyle durursun bir an. Bir an için her şeyden vazgeçesin gelir.
Bir garip özgürlük gelip vurur midenin ortasından bir yerden. Sen öyle sanırsın.
Senin o özgürlük sandığın aslında korkunun ta kendisidir. Özgürlük bugüne kadar bildiğini sandığın şey değildir aslında. Özgürlük sana "şimdi hemen kaçmalısın" demez örneğin. Tam aksine, özgürlük sana, "şimdi, tam şu anda sahip olduğun ve inandığın tüm bu değerler için mücadele etmelisin" der.
Aşk için, verdiğin emeklerin haksızlığa karılıp yok olmaması için, sevgi için, fikri-vicdani-bedenen bağımsızlık için... hep mücadele etmen gerektiğini söyler sana.
Sevildiğini hissettiğin her an sana kaç diyen, kaybetme korkusu ile yüzleşme cesareti olmayan egodur aslında. Ruhunun aşkla dolmasına ve çoğalmana, taşmana izin vermeyen, emek verdiğin işi tamamlamana set çeken, ülken için, ekonomik özgürlüğün için, kadın olarak değer görmen için mücadele etmekten seni geri tutan hep o  korkak, zavallı parçandır.
Seni kısır bırakır. Seni eksik bırakır.
Sonra bir adam gelir. Yavaş yavaş sever seni. Sever ama sadece. Aşkını sevgisine karar. Koşturmaların arasında heba etmez. Yormaz. Korkutmaz. Zavallı korkak tarafın fark edemez olan biteni.
Sevgi iyileştirmeye başlar açık kalmış yaralarını yavaş yavaş. Her gün biraz daha geriye ittirdiklerinle yüzleşirsin. Eskiden kalma aşk kırıntıları, geçmişte kalamamış yürek yaraları değildir yüzleştiklerin.
Açık ara kuvvetli, yıkılmamak için yok saydığın hayata dair çözülememiş çocukluk sancılarındır ortaya çıkan.
Bir sen vardır senden içeri. Kimsenin duymadığı, kimsenin görmediği, hep saklandığın, hep kaçtığın.
Seni yıkıp geçmesin diye, kahkahalar ile bastırdığın göz yaşlarından kalan kırık, yarım ve hasır altı edilmiş anılar.
Hasır altı edilmiş olduklarına inandığın ölümle geçmiş yıllar.
Arada bir "mı acaba?", "bir üzerine eğilsem mi acaba, bir dursam bulsam mı acaba hislerimi?" dediğin ama kısır tarafında hep bertaraf ettiğin o güçlü ve karanlık zamanlar.
Çocukluk hayallerinin yanı başında duran, ailen tarafından sevgiye boğulduğun için hayallerini örtmeyi başaramamış ama seni hep bir başkası yapmış, bir türlü kendini bütün hissedememene sebep, geçememiş geçmiş... Yanlış anlaşılmalar, kimliğini bulamamalar, özgürlük sandığın kaçmalar ve ölüme meydan okuma meğilinde olmalara sebep bi'çare geçmiş, "şimdi"yi yoran...
Bir yandan intihara sürüklenmene engel olan o güçlü inanç! Tam ortasında yürüdüğün o ince çizgideyken inan-mayı seçmene sebep rüyalar, sanrılar, hayal sandığın samimi kahramanlar...

Durasın gelir bir an. Öyle her şeyi bırakıp kaçasın gelir. Bir an fark edersin ki bu özgürlük değil. Bu kez sanmazsın, bilirsin. Bilirsin ki bir şeyler ters. Kaçıyor elinden hayat.

Bir adam çıkagelir. Aşkın kaotik coşkusunu yüklemeden önce kalbine, omuzlarına, bedenine; sana alışmayı seçer, konuşmayı... Anlayamazsın olup biteni. Kısır tarafın, bu gelenin "ezber"lediklerinden olmadığını fark eder. Karışır kafası ama korkmayı da beceremez. Bu kez, kısır tarafındır kısır ve kırık kalan. Onun çevrene ördüğü duvarlar çatlar bu kez ve sızar kırıklarından bunca yıldır içinde saklanan sen.
Sendeki sen, özgürlüğüne ilerler koşar adımlarla...
Bir sonraki dönüş çok geç olabilir telaşıyla, maskelenmiş her şeyi de su yüzüne çıkararak, açıklığa koşar durmaksızın. Kadınlığını ve en  naif taraflarını gösterir sana, iyimserliğini, affetmeyi öğretir, öfke ve hırslarını, korkularını ve sınırsızlığını tanıtır.. ve kendine ne denli yabancılaştığını, yabancılaşabileceğini....
Büyümüş bedeninin tam ortasında kalmış küçücük kız çocuğu/erkek çocuğunu buldurtur.. Çocukluğunun ayrım yapmadan seven cinsiyetsiz yıllarını anımsatır. Bedenindeki organlarına inat nasılda eril, nasılda dişi enerjinin bütünlüğü olduğunu hatırlatır.
Üzerine geçirdiğin o güç, o çekici sandığın dayanıklılık kostümünün altında yok olduğunu anlatır ruhun sana.
Özlemelerinin başka insanlardan çok kendine olduğunu gösterir.
Sor der. Sor kendine n'oldu? neden? neredeyim ben?
Kimim ben?
Sen sordum dersin. Sordum sanırsın sen bunca yıldır. Sanırsın sen, hep yaptığın gibi. Gereksiz kabullerin ve kabullenmelerin altında yıpranırsın. Güçlü görünmek gerekir, dayanıklı kalmak gerekir, göstermemek gerekir acıyı, niye mutlu olunmasındır ki, yahut niye zaman zaman bıkkın...
Koşar adım ölümden kaçtığını anlarsın.
Koşar adım hayattan giderek sıyrıldığını, münzevileştiğini, abdallaştığını...
İçemez, sevinemez, sevemez, eğlenemez ama daha kapalı, daha da yalnız olduğunu görürsün seni dışarı çekmeye çalışan onlarca insana inat...
Meyledersin böylelerine.. Ben zannedersin, hep yaptığın gibi. Haksız da değilsindir. Sen nasıl hissedersen öylesini çekersin. Sen bulmaya çalıştığın seni tamamlayacak olanları çekersin hep... Bir türlü anlamak istemezsin...
Yaşla falan da alakalı değildir hani ama sen yine yaş döngüsü bu ya geçer dersin, doyduk herhalde artık yeter dersin, ne güzel işte evdeyim oh ne ala dersin... Yine en doğru bildiğin senin ki sanırsın sen... Genellemelerden kaçarken kendini genellemelerde yok ettiğin diğer tüm zamanlar da olduğu gibi...

İşte tam bu noktada durasın gelir bir an. Öyle her şeyi bırakıp kaçasın gelir. Bir an fark edersin ki bu kez kaçmak değil içinden gelen, olduğu gibi bodoslama dalmak. Yüreğini duyarsın kim bilir kaç yıl sonra ilk kez.
Bilirsin bu kez mevzu büyümek değil, mevzu sendeki senle yeniden arkadaş olabilmek...
"Affedebilmek şeytanı kimi zaman çok üzer"...
Yersin o tokadı yine ve bu kez bu tokat, kendini affetmen gerektiğini anladığın için gelir.
 İşte onu nasıl yapabileceğini bilmezsin. Nasıl affedilir ki kendim kendine... bilmez, bilemezsin... Hep birini suçlamak gerekli değil midir dersin, kendini affetmek için.
Büyük bedenlerin ortasında kalmış o ufaklığı suçlarsın o yüzden. Senin yüzünden dersin. Sen beni hep bir adım geride tuttun. Hep masum kıldın. Sensin bana köstek. Kocaman gözleriyle acır o ufaklık senelerce. Acır acır ve sonunda acıtır.. Dağlar içini. Karartır. Şimdi artık bir de ufaklık vardır yeniden arkadaş olman gereken.
Ne bi'çare bir yalnızlıktır dersin. Çıkar biri sever seni. Aç gözlülükle yiyip yok etmek istemez. Şaşırırsın. Sever seni. Öyle, olduğun gibi, söylemeye ihtiyaç duymadan sever. Kendi dilinde sever seni. Edebiyatın diline karıp da mecazlarda yok etmeden sever...
Bilirsin ya sen sevgiyi. Bildiğini sanırsın ya. Kalakalırsın karşısında bu şatafatsız sakin sevginin.
Anlayamazsın. Yıkılmıştır ezber. Bozulmuştur oyun. Bi bok olmadığını, bildiklerinin idealist bir sanrıdan öteye geçmediğini anlarsın. Gördüklerinse yalan. Koskaca bir yalanın ortasında kendi yazdıklarını oynadığını anlarsın.
Vurur sana hayat. Duvara toslarsın. Götü boklu bu saçma düzenin makarası olduğunu ve hep aynı saçmalıkları kabul ettiğini anlar ve yaralanırsın. Bir kez daha. Tek bir farkla ama, bu kez bu yara senin yok farz edebileceğin gibi değildir. Açar, daha çok açar, tüm paketleri açmak için usturayla derin bir çizik atar.
Kaçışın yok açacaksındır, görecek, yüzleşecek ve gerçekten ilk kez gerçekten özgürleşeceksindir...
Hiç bir özgürlük yolu kolay olmamıştır okumuşundur çok kez, şahit olmuşundur... kolay olmayacaktır...


21 Ağustos 2015 Cuma

Susma Şarkıcım, söyle, sen daha çok şarkı söyle...

Cey'lan Ertem - Deli Kızın Türküsü



Yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden.... Kısım 1

Çok olmuş.
Çok uzun zaman geçmiş çağlamayalı, akmayalı, yazmayalı...
Düşünüyorum nicedir bazı şeyleri; bu blogun açılışını, ruhumdan dışarı boşalan herşeyi ve geldiğim bu noktayı.
Çok yanlış zamanlarda yanlış adamlara aşık olan, büyük büyük yanan ve büyük büyük üşüyen ben, herşeyi yitirdim ve yeniden başladım. Yitirilen herşeyin yanlış adamlarla da hiç alakası yok üstelik. Tüm o yanlış adamlara, yanlış zamanlarda ama çok doğru aşık oluşumdan mıdır nedir adamların ben de derin izleri kalmadı. Benim onlarda izim kaldıysa da o da mühim değil. Mühim değil çünkü güzeldir benim izlerim. Şefkatim iyileştirir, sevgim korkutur ve aşkım çoğaltır. Ben, "biz" diye severim çünkü. Ben gider, sen var olmaz, biz olur. Biz diye kavga ederim, biz diye ağlarım ve biz diye diye yanarım, biz diye seviştiğim gibi... O yüzden acıtmaz ve üzmez benim izlerim kaldığı adamları. Anladılarsa... Sonuçta onlar ve ben birbirimize kanırtan çentikler atmadık. Belki de izlerin oluşmasına fırsat bile vermedik, vermedim çünkü almadım onları çemberimin içine, kim bilir... Aşık olarak ve çoğunlukla çevreme ördüğüm zehirli parmaklıklardan o adamları içeri almamayı da çok iyi başararak yarattığım başka dünyaların içinde yaşarken, bir mutluluk tablosu yaratıyormuşum da haberim yokmuş.
Ben çağladığımı sanıyormuşum, sen anladığını sanarak ve belki de iç geçirerek, gerinerek, kıskanarak okuyormuşun ya beni sevgili okuyucu, ben yalanmışım sense bu afrodizyakla kananlardanmışın...
Allah'ın koruduğu bir kulum ben. Çok sivri köşelerinden hayatın çok hızlı döndüğüm günlerde de, çok derin karanlıklarda kendi kuyumu kazıp içine giderek daha çok gömüldüğümde de, içten içe ölmeye başladığım ve farkında bile olmadan daha çok mutluluk sahnesi yarattığımda da beni koruyan hep kıymetli Yaradan'dı. Aynı Yaradan o yanlış adamları da benden koruyordu ve hiç birimiz bilmiyorduk. Sevişmek iki tarafıda ayrı zehirli bir kılıç. Kadın kayıpsa erkeğin yok olması kaçınılmaz, erkek yaralıysa kadının zehirlenmesi an meselesi. Ben bir ilüzyonistim ve gösterdiğim sahneler yaratıcılığımın muhteşem ürünleri...
Bir an var, bu blogun açılmasıyla, o adama yaklaşılan ve neresinden tutsan elinde kalan bir hikayenin Yeşilçam vari konuşmaları arasında bir an. Bir an için kalbimin haykırışını duymayı başaran hücrelerim ve sonunda bu muhteşem ilüzyonu yaratan beynime hükmedebilen ruhum... O adam ki kendisini bilir, okuyunca tanır kendini, herşeyi yitirmeme ve yeniden doğmama sebep olan gözlerin sahibidir O ve aynı anda bendir. Ben bu ruhun kadın kimliğiysem, o benim erkek versiyonum ve negatifimdir. Yani biz birbirimizi bilen, tanıyan, duyan birlerdeniz. Bir yerde yazıyordu "ikiz ruhlar birbirlerini görünce yaşanan kıvılcımlar aşk sanılabilir ancak genelde onlar birbirlerine çok mühim bir ders vermek için içinde bulundukları arayışın bir noktasında karşılaşır ve sonra yollarına devam ederler diye. Ruh eşi meselesi ikiz ruhlardan farklıdır, apayrıdır... "diye.... İkiz parçam, iki şerit çizginin arasından benim onun gözlerini gördüğüm gibi benim gözlerimi görerek ve ardından içimde kalan, kemiren, hala sızan bir adamın son kalıntılarını temizleyerek, bana tüm saklı kalanları gösterecek ve beni duyacaktır. İnançlarımı kıracak, kendime ne kadar yabancılaşabildiğimi gösterecek ve ilüzyonumun bozulmasına sebep olacaktır. Hiç dokunmadan nasıl sevişir iki insan sadece bakışarak yaşatacak ve ayarlarımın tamamını bozup kurduğum bu muhteşem çatının çökmesine ve herşeyi yitirmeme sebep olacaktır sonraları. Kurduğum cümlelerin aynılarını kuracak, onlar benim laflarım diye benimle iddialaşacak, ve bu blogun açılmasına sebep olacaktır. Kendisi bile bilmez detayları, okursa "nasıl ya?" diyecektir muhtemelen ki zaten yazılanlar onunla değil benimle ilgilidir. Yalnızca "işte bu yüzden sırf bu yüzden işte" bazı insanları yüreğinizde minnet ve duayla saklarsınız. Kalbimin hep iyi olsun, mutlu olsun, huzuru bulsun, huzurda kalsın diye dua edecek olduklarındandır hayalperest ilüsyonist inatçı masal kahramanı dostum benim. Gitmene gerek yok, belki de hiç gidemeyeceksin ama senin köyün ve köy yaşamın bir başkasının hayatında gerçek oluyordur belki yavaş yavaş... Herneyse "ütüyopyalar güzeldir"... Hele ki bizim gibi yaratıcı beyinler için...
Onun yüzünden değil tabii, onun sayesinde ama, herkesin harcı olmayan bir yüzleşmeyi göğüsleme cesareti buldum. Her bir seviyede biraz daha yıkıldı kurduğum muhteşem düzen. Daha da yalnızlaştım var olan yalnızlık yetmezmiş gibi. Sonra her yıkılan duvar ve açılan paketle giderek büyüyen o boşluk çıktı ortaya. Büyüyen ve tam ortasına yerleşen yaşamımın. Geri dönüp okudukça bu blogtaki yazılarımı, nicesinde aynı soruyu görüyorum "kimsin sen?". Şimdi gülümseyerek cevabina yaklaştığım bu soru o zaman hem benim hem nice okuyucusu için bu blogun "hangi adam?" niteliğindeydi.
Soru benimdi, benim içindi halbuki. Kimdim ben ? Ruhum soruyor, elim yazıyor ama beynim görmüyor, duymuyordu. Ruhunun tekamül seviyesine bağlı olarak gelişmeyi ve ruhsal büyümeyi bilen herkes beynin ruhun gerçekleştirdiği herşeyi nasıl da yok farz etme eğliminde olabileceğini ve gözleri kör, kulakları nasıl da sağır edebileceğini bilir...
Kimdim ben? Sevdiğim adamlar kimdi? Gerçekler miydi ? Zevklerim, isteklerim, bedenim, kimdim ben?
Çıkan boşluk ve yitirdiklerim bana hiç sahip olmadığım şeyleri verecek yolu  açıyordu, şükürler olsun ki... Yeniden başlamak hiçbir zaman, hiç kimse için kolay olmamıştır sanıyorum. Ben Allah'ın sevdiği kullardan biriyim, artık sorgusuz ve şüphesiz biliyorum. 22-27 yaşları arasında yaşadığım bu yüzleşme sayesinde Club 27'nin bir üyesi olmadan geçtik incelen yolları. Club 27'i bilmeyen bizden değildir. Aç, oku, öğren... Yola devam ediyoruz. 28 yaşında yeniden meraklı bir yavru kedi misali yeniden keşfediyoruz herşeyi.....
Hayat, yeni başlıyor ve şans eseri karşıma çıkan kıvrak bir beynin bir söylemi herşeyi açıklamaya yetiyordu: "27'inde ölemediysen 30'larında yeniden doğacaksın" (http://fulsyaziyor.com/2014/12/22/27inde-olemediysen-30larinda-yeniden-dogacaksin/)
Ben bir Anka Kuşu'yum okuyucu. Mükemmel renklerimi ve ışığımı yeniden yaratabilmek için
kendimi yakmayı göze aldım ve şimdi küllerimden yeniden doğuyorum...
Haydi gel yeniden yaratılırken bir hikaye eşlik et sen de...
O yüzden,
yeniden MERHABA...

1 Eylül 2014 Pazartesi

Katılmıyorum desem yalan olur!...

Buradan alınmıştır: http://ioadicaeu.wordpress.com/2014/07/31/i-no-longer-have-patience/

“I no longer have patience for certain things, not because I’ve become arrogant, but simply because I reached a point in my life where I do not want to waste more time with what displeases me or hurts me. I have no patience for cynicism, excessive criticism and demands of any nature. I lost the will to please those who do not like me, to love those who do not love me and to smile at those who do not want to smile at me. I no longer spend a single minute on those who lie or want to manipulate. I decided not to coexist anymore with pretense, hypocrisy, dishonesty and cheap praise. I do not tolerate selective erudition nor academic arrogance. I do not adjust either to popular gossiping. I hate conflict and comparisons. I believe in a world of opposites and that’s why I avoid people with rigid and inflexible personalities. In friendship I dislike the lack of loyalty and betrayal. I do not get along with those who do not know how to give a compliment or a word of encouragement. Exaggerations bore me and I have difficulty accepting those who do not like animals. And on top of everything I have no patience for anyone who does not deserve my patience.” _ Meryl Streep

15 Mayıs 2014 Perşembe

Yangın #Soma #Turkey


Yangın, içimi yakan, boğan, yoran.
Yangın, yerin metrelerce altında, yavaş yavaş havamı daraltan, göğsümü sıkan, nefessiz bırakan, öldüren, bitiren....
....
Bugün yine Bismillah diyerek başlamıştık halbuki. Hava mı garipti, hatırlayamıyorum. Arkadaşlarla selamlaştık. Gülümsedik bir başka güne.
Bir yerden sonra alışıyor insan bu derin karanlığın etrafta kol gezişine. Gözlerin çok şey aramaz oluyor. Minik bir ışık şu tependeki barette, o yetiyor. Anlasan da yetiyor, anlamasan da.
Ama bugün içim bir garip. Evdekileri düşünüyorum çokça. Dikkatim çok da yerinde değil sanki. Bir çıkasım var dışarı ama ekmek gerek. Çocukların okumaları, karınlarının doymaları gerek. Ama içim bugün bir garip. İyiden karanlık içerisi bugün.
Dua ediyorum içimden. Çalışmak gerek. Ekmek parası. Hafiften bir türkü söylemek geliyor içimden ama yok oksijeni tüketmemek gerek. Zaten sıkıntılı nefes alıp vermek.
Bugün bir garip burası. Bir an önce dışarı çıkmak geliyor içimden. Prangalar bağlı, dedim ya ekmek parası. Hadi diyorum dayan, sık dişini ne kaldı paydosa. Dayan diyorum...

Yangın diye bağırıyor biri. Çıkın dışarı, dışarı çıkın. Yangın ki içimi yakan o anda, iyiden yoran yorgun bedenimi. Yangın, yerin metrelerce altında, yavaş yavaş havamı daraltan, göğsümü sıkan, nefessiz bırakan.
Kıpırdamak zor. Bir anda oluveriyor herşey. Evdekileri düşünüyorum ben. Bir gülümseme beliriyor yüzümde. Biliyorum dönüşü olmayacak bugünün. Bir şehadet getiriyorum hala nefesim varken. Allah'a sığınıyorum. Gelen ölümün acısı değilde, karımın, çocuklarımın bir daha kokusunu duyamayacak olmanın sıkıntısı bir yaralıyor ruhumu. Buymuş bizim de kaderimiz diyorum. Bir tarafım inceden hiddetlenmiyor değil. Elin gavuristanında ölmez ama maden işçileri bizim gibi. Ya Rabbi bizi mi cezalandırıyorsun. Yavaş yavaş boğazıma dolanıyor o ağır dumanın elleri.
İnceden inceye sıkıyor gırtlağımı. Oksijen diye bastıkları içeri hepten patlatıyor her yeri. Alev mi saracak yoksa toprağa mı karışacak tümden bedenim. Düşünemiyorum. Artık düşünemiyorum.
Gelmiyor aklıma bir şey. Bir boşluk ki bu derin karanlık kadar ağır. Bedenimin üzerinde hissediyorum o ağırlığı. Aklımın. Boğazımın ortasında.
Ölüyorum. Kapatıyorum gözlerimi. Allah-u ekber.
Son bir kere daha şehadet getirsem, yeter mi ki nefesim.
Ölüyorum....
Ölüyorum....

Yangın.
Yangın ki bedenimi yakan, ciğerlerimi boğan, yoran.
Yangın, yerin metrelerce altında, yavaş yavaş ,öldüren, göğsümü sıkan, nefessiz bırakan, ışıksız, azgın, kızıl kıyamet, bitiren....
Ölüyorum...
.....
Ne yaşadın ki diye sorsalar, ne desem boş; "kömür karası değil ekmek parası*", "bizim gibi garibanın budur bulacağı" derdim.....

                               
....
....
....


4 Şubat 2014 Salı

Bir "menekşe" bir çok şey anlatırsa

Çocukluğumdan beri severim menekşeleri.
Babaannemin her renk menekşeleri vardı salon camının önünde. Onlarla konuşur ve kendisine yol gösterdiklerini söylerdi rahmetli.
Bilemezdim o zaman ne kadar anlamlı bir şey söylediğini.
Belki en sevdiğim çiçek değildi menekşe başlarda ama benim de bir menekşem var son yıllarda pek de çok sevdiğim. Ankara'nın hayatıma kardığı nice güzel şeyden herhangi biri. Güzel bir çiçek. Hem de mükemmel derecede mavi, mükemmel derecede mor ve mükemmel derecede sarı ve yeşillerin en güzelinden. Evet evet hepsi de aynı çiçekte, hepsi aynı menekşe'nin üzerinde.
Bana yol gösteren, ışık da veren ve her karanlıkta birbirimize can cana rast geldiğimiz bir sırdaşlık bizimki.
Benim rengarenk ve ismiyle münhasır bir menekşem var. Babaanneciğimin miras bıraktıkları gibi ve herkesin sahip olabileceği türdeşlerinden biraz farklı bir biçimde.
Sahip olduğum için şükrettiğim ve dostluğuna müteşekkir olduğum o rengarenk menekşe'min varlığına duacıyım... Fiziki ve akli melekelerinin güzelliğine hayran ve sırdaşlığına özlemli.
Mevsimler ve mekanlardan bağımsız olarak, dirayetli bir şekilde dünyanın her yerinde yanımda olduğu ve olacağı için ise ben herkesten daha şanslıyım.
Benim çiçeğim bana çok şey anlatırken yine bu akşam, bir kez daha, bağımsız bu yollarda, yalnız ama ışıklardayım...

5 Aralık 2013 Perşembe

Bu kez gerçekten sana sevgilim

Sen benim canim,
evimin dördüncüsü ve bir ömür gönlüne gönlümü karmak istediğim,
öteki yarım, hayallerim ve evimsin...
Allah'ıma korusun diye yalvardığım, gözümden sakındığım, varlığına her an teşekkür ettiğim sevgilimsin...
En yakın arkadaşım, meslektaşım ve aşık olduğum adam,
Kokusuna hasret, ellerine vurgun, bir bakışına yanık, öpüşüne teslim,
Sen memlekete duyulması hiçe sayılan özlemin sebebi, insana Nazım gibi aşık da olunurmuş dedirtensin... 

1 Aralık 2013 Pazar

Ne desen boşsa...

Sen öfkemin resmi hali,
Sen çaresizliğin kör kuyularında kaybolmuş zavallı dişi.
Sen bir bok olduğunu zannettiğin lakin seni hep daha da aşağıya çeken o saçma ilişki yumaklarının ortasındaki saf, salak ve anlamak istemeyen çocuk,
Sen hiç öğrenmeyen, direnen, sevmeyi bilmeyen, sevemeyen, seks olmazsa öleceğini zanneden, anlamak istemeyen, yüzleşmeyen, parayı amaç edinmiş,
Sen her geçen gün giderek daha da örselenen ve her geçen gün benliğini daha çok kaybeden kadın,
Hiç bir şeyi adam gibi dinlemeden, yalnızca kaçaklarda ve tabii ki bir türlü anlamadığın o "bir"likten kilometrelerce uzakta yaşayan ve tek başına kalmadıkça, daha da yanlışa kayıp, hepten yalnız kalan ve kalacak olan,
Sen ağız dolusu küfürler edip, defol demek istediğim,
Sen çaresizliğine zerre yardim edemediğim, bu sebeple iyiden korkulara gark ettiğim, meraktan öldüğüm ve bu sebeple iyice sinirlendigim,
Hayatımdan atamayacağım kadın.
Sana sinirlenişim yine seni çok sevişimdendir.. Bir türlü anlayamadığın...

29 Kasım 2013 Cuma

Problem

There is no problem baby!
The only problem that I miss you...
I "miss you like the deserts miss the rain" as you reminded me that song.
The only and the biggest problem I have in my life that I'm missing you...

16 Ağustos 2013 Cuma

Bir Adam

Bir adamı gözlüyorum bu ara...
Çok yakınımda. Civarımda. Beraber çalıştığım, her gün belli bir münasebeti sürdürdüğüm ve benzeri..
Özgür, ıssız, tepkisel ve devrimci bir adamı gözlüyorum bu ara.
Bir de yanında hayatını nasıl sil baştan değiştirerek geri dönüşsüz kararlar verdiğini.
Devrimci bir babanın, devrimcilikten baba olma bilincine dönüşünü gözlüyorum bu ara...
Acımasız, çaresiz, istekli ve heyecanlı bir yaşamın tam göbeğindeki diyalektiği...

7 Haziran 2013 Cuma

Diren Ankara, Diren Gezi, Diren Türkiye...

İnadına diren...
Gençlik yanında, gençlik yolunda, inadına diren...
Çünkü bizim "DAHA GİDECEK ÇOK YOLUMUZ VAR" ister anla ister yoksay fark etmez.

25 Mart 2013 Pazartesi

Canımın içi

Canımın içisin ki sen...
Canım demenin en keyifli olduğu kişisin.
Bir gülüşüne hasret ve duruşuna hayran olduğum, elinin elimi tutuşuyla güvenin anlamını yeniden bulduğumsun.
Şimdi hepten uzağımdasın ya bu bir kaç gün; konuşamıyoruz, arada bir gülüşemiyoruz ya sırf tatil yüzünden, hani sesinden mahrumum ya,
Nasıl garip içim, nasıl yüklü bulutlar göz pınarlarımda, nasıl bir korku öyle basıveren,
Şairin dediği gibi 'bir cana hasret bilmezler' bir hüzün omzumda, göğsümün ortasında.
Öyle kıymetlimsin ki benim,
Seni nasıl seviyorum, yanında an geliyor nasıl kızıyorum sana; hiç bilmez, hiç anlayamazlar...

3 Mart 2013 Pazar

Daha gerçek ve daha çok his

Ben: I haven't been like this before, I had always some words to explain my feelings,
Dedim...
O da: You had more words than feelings before, and now the opposite!
Dedi en sakin haliyle. Sonra bir sure sustuk tabii... :))

7 Şubat 2013 Perşembe

Akrep gibisin kardeşim...

Nazım büyük insandı. O yüzden, o senin tüm bu cehaletinle yaptıklarına kibarca "akrep gibisin kardeşim" diyebildi.
Ben ne o kadar büyük bir insanım ne de şairlik yeteneğim ve yanında kibarlık meziyetim o kadar gelişkin.
O yüzden, senin tüm bu cehaletinle yaptıklarına, düşünmeyişine, varlık bulamayışına, anlamayışına, açıkça siktir git kardeşim diyorum.
Yol da, meydan da senin... Haydi bas git. Yeter ki gölge etme başka da ihsan istemeyiz...

26 Ocak 2013 Cumartesi

"Arizona Dream - Death" Yeniden

Gitmek vs. Ölüm

Gitmek.
Evden çıkmak. Durağanlaşmış ve sıradanlaşmış hayatında yapacağın en derin değişikliklerden biri.
Yeni bir hayata yelken açmak. Hep istediğin. "Artık zamanı", "daha da beklersem geç olacak" dediğin.
Gitmek.
İki cümlelik bir sohbetin tam ortasındaki 3-5 kelimelik söylenme sırasında, duvara çarparak fark ettiğin gizli kalmış o sinsi "Ölüm" duygusunu anlayana dek, yalnızca korkaklık ettiğini düşündüğün için kaçak oynadığın, o mevzu bahis; gitmek...
Yine karşına çıkan ölüm. Kabul ettiğin, affettiğin, özgürlük bildiğin ölüm.
Yine ağabeyin. Yine çocukluğun. Yine elini kolunu bağlayan ölüm.
Hayatının, çözümledikçe başka düğümlerini bulduğun bu hayretten hayrette salan son 1.5 yılında, gitmenin de ölümle kodlandığını keşfetmen.
Aslında mevzunun ne korkaklık, ne yetersizlik, ne yapabilirlik olmayışı.
"O gitti ve öldü". deyişin çok içerilerden.
"Ben gidersem ve ben de ölürsem o zaman katlanarak büyür bu acı" isyanın, senin bile hiç anlamadığın bu güne değin.
Halbuki gitmek; değişiklik, yapabilirlik, yeni bir vizyon, yeni bağlantılar, heyecan, ve hepsinin yanında gitmek, aşk demek bu kez senin için.
Ah Zerdüşt, dipteyim. Çok fena yere yapıştım. Belki de bu sonuncusuydu aradıklarımın. Bu, tüm zırhlarımın sebebi, bu reddedişlerimin ve vazgeçişlerimin anlamlı nedeniydi.
O gitti ve kader onun gitmesinden bağımsız bir biçimde, vaktini tamamladığı anda aldı onu.
Gitmek belki de sadece bu sebep-sonuç ilişkisinin içindeki bir noktaydı, kim bilir. Gitmek onun kaderinde bir adımdı.
Zerdüşt, haydi şimdi dokun gönlüme. Şimdi lazım işte nicedir vaktini kolladığın yardım.
Gitmek, benim için yaratıcılık, yeni bir yaşam, güç ve birlik; insanlık ve huzurum için.
Haydi Zerdüşt, çöz ve kır tüm bağlarımı. İyileştir ve inandır; işte şimdi, şimdi bu zamanda beni.
Haydi Zerdüşt... Haydi...

   

2 Aralık 2012 Pazar

Unut beni

İki dev. Saygıdan ibaret sessizlik. Müziğin getirdikleri, götürdükleri.
Sustum. Siz de susun. Dinleyin. Hissedin.
"Olvidate de mi" yani "Unut beni"....

Güvenme güzelliğine

Kendini ölümsüz ve güzelliği sınırsız sananlara gelsin...
Aralık'ta böylece başlamış olsun. Hadi bakalım rast gelsin kaptan!...

İRŞAD
Sevgilim güvenme güzelliğine,
Senin de saçların tarumar olur;
Aldanma talihin pembe rengine,
Hayatın uzun bir intizar olur.

Sevgilim her insan doğarken ağlar,
Çiçeklerle açar, sularla çağlar,
Rehgüzârı olur bahçeler, bağlar,
Nihayet isimsiz bir mezar olur.

Sevgilim baksana bir yanda gülen,
Bir yanda gözünün yaşını silen,
Kimi benim gibi erir derdinden,
Kimi senin gibi bahtiyar olur!

Sevgilim senin de geçer zamanın,
Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü ânın,
Böyledir kanunu kahpe dünyanın,
Dört mevsim içinde bir bahar olur!
KEMALETTİN KAMU