Ben aslında, içimde kalanlarla boğulmaktansa, okunabilir olmayı tercih ettim!.. Hepsi bu...
28 Şubat 2011 Pazartesi
Hangi Kadın ?
Aldığı tüm dumanın burnundan öylece çıkıp gitmesine izin verdi.
Elinin yüzüne yakın duruşu ve her nefesle başka bir noktaya odaklanan bakışlarında, anlayanların hoşlanmadığı garip bir sessizlik vardı.
Bir eli sigarayı tutuyordu,
diğeri ise göğüs kafesinin üzerinde sakince duruyordu.
Belki ciğerleri belki de kalbi acıyordu, kimbilir...
Ama görülen bir gerçek vardı;
Sigarayı tutuşundan,
Islak bakışından,
Yüksek sesle attığı kahkahasından ve
tiyatral halinden kolayca görülen;
Kırık, mahzun, yorgun ve gizlemeye çalıştığı bir hali vardı.
Özleyen, sözleyen ve serzenen ruhunu, çıtırdayan sigarasının ardına gizlediği ve
bunca zaman sonra yine paket aldığı için söylenirken sesi titreyen,
Gün ortasında kendini karanlığa hapseden bir kadın vardı bahara çalan şu kış gününde...
Günce 3-4-5-6-7-8
Pazar günü ve saat gece 1:45.
Herşey bitti; çamaşır, ütü, toparlanma ve Pazartesi için yapılan kişisel hazırlık.
Her zamankinden daha etkin bir Pazar günüydü üstelik.
Şu anda ise bilgisayarım kucağımda, bir yandan müzik dinlerken bir yandan da başımadaki ağrının biraz hafiflemesini bekliyorum. Ne için ? Tabiki uyumak için :
Annemsiz geçen her güne bir günce yazmak niyetindeyim. Ancak yazmaya çalıştığım her anda, biraz daha buruldu içimde biryer. Belki özlemek koydu, belki yakın gelecekte, başka biryerlerde olabilme ihtimali sebebiyle bir başına kalacak olma fikri... Hangisinin ağır bastığını bilmiyorum. Ama sonuç, çocukça bir kaprisle vazgeçtim yazmaktan.
Ama şöyle bir toparlayacak olursam, annesiz 4 ve 5 gün bir harala gürele içerisinde geçti. 4. Gün benim yine (!) köpek gibi çalıştığım bir gündü, 5. Gün ise 23 Şubat 2011’e tekabül ediyor ki içinde olduğum grubun mükemmeliyet merkezi olması sebebiyle, protok açısından önemli bir açılış yaşayacaktık. Salı günü o yoğun günün ardından, eve gelip, kendimi Çarşamba gününe hazırlamaya çalışmakla uğraştım ki bu noktada da annemin varlığı burnumda tüttü. Çünkü sevimli bir şımarıklıkla giyip çıkardığım herşeye bakan ve sonra onları gıkını çıkarmadan ütüleyen annem sayensinde jilet gibi katılırım böyle toplantılara... Bu kez bir başımaydım. Babam saolsun böyle zamanlarda, erkek ırkının genelinin davranış biçimini benimseyerek, her ‘bu nasıl olmuş?’ soruma ‘iyi’ net ve tek cevabını vermekte ustadır. Neyse ki, dolapta ütülü olarak durduğu için ortalıkta sevinç naraları atmama sebep olan sevgili beyaz gömleğim ve Çarşamba gününü zar zor çıkaran siyah çorabımla birlikte giyeceğim siyah eteğim hazırlardı. Kurtarıcı beyaz gömlek ve siyah etek yani :) Tabi makul kalınlıkta bir siyah çorabında hazır bulunması böyle zamanlarda önemli oluyor. Geriye üst giyim ve ayakkabılar kalmıştı. Topuklular tamamlayıcıdır, babetler gün sonunda yere basamayan ayaklar için kurtarıcı, ve siyah ceket olmazsa olmazdır. Ama ceketi ve babetleri bir torbaya tıkarak cici bir hırka giymekle çözdüm işi. Bu işin gece kısmıydı. Sabahın köründe kalktım Çarşamba günü. Gözlerimin şişi ancak tam olarak uyandığımda inmiş olacağından, 9 da ruhum yatağımda kalmamış şekilde bir bütün olarak orada olmak için 7 de kalktım. Tanrım benim için çok erken bir saat yahu 7. Bizim ailede karga bokunu yemeden derler. Ailenin tamamı sabah özürlü olunca :) Neyse kahvaltı, evin havalandırılması ve ortalağın yataklarla birlikte toparlanması (vice president iş başında tüm bunları biz apar topar evden çıktıktan sonra canım annem yapıyor çünkü), 4 kupa çayın keyifle içilmesi ve giyinilmesinden sonra sırada makyaj vardı. Hızlıyımdır Allah’tan bu konuda. 10 dakika sonra herşeyiyle makyajda tamamdı. Gözlerin şişi 8.30 da inmişti, çok şükür ki ! Neyse son bir aynaya bakış ardından, tüm camların kapalı olduğu, fişlerin çekilmiş olduğu vs gibi rutin kontrollerden sonra paltoyu giyip kendimi dışarı attığımda tam planladığım vakitti. Ve 9 da KKM’deydim. Sonrasını çok hatırlamıyorum. Akşam 6 olmuştu ben pilimin tükendiğini hissettiğimde. 9 punto topuklarımın üzerinde neredeyse hiç oturulmamış 9 saatin sonunda, kendimi eve nasıl attığımı bilmiyorum. Saat 6 olduğunda artık yere basamıyordum ve babetlerimi giymiştim ama yapacak birşey yoktu. ‘Alışmamış götte don durmaz’ deyimi misali benim neyime topuklu ayakkabı. Zaten uzunum ne gerek var! Ama olmuyor işte. Ahhhh, ahhhhhh ! Gözünü sevdiğimin spor ayakkabıları. Eve kendimi attığımda yatağa yığılmak vardı ki, spor yapmak ağır bastı. 1 saat yoga bana kendimi inanılmaz iyi hissettirdi ki iyiki yatıp uyumamış ve vucüdumu hareket ettirmişim bu ergonomik olmayan günün ardından. Ben duş alırken saolsun babam yemekle uğraştı. Yemek ardından gece 9 sabaha karşı 3 arası tezimin outline’ını çıkarmakla uğraştım. Harika değil mi? Kadın olmak ! Herşeyi birarada, aynı düzgünlük hatta mükemmellikle yapmaya çalışmak. Günü 20 saat yaşadıktan sonra, buz koymama rağmen şişik bir ayak, uykusuzluktan kırılan bir vucüt, çalışmaktan perişan olmuş beyin ve bilgisayar yüzünden haşat gözlerle yattım. Sabah 10 da beni bekleyen toplantıda ayakta olmak için kaç saat uyuyabilirim hesabı yaparken sızmıştım...
Annesiz 6. Gün yani Çarşamba gibi bir efsane günün ardından can dostlarla buluştum denk gelmesi sonucu Perşembe günü. Birlikte yenen yemek, sohbet derken kafam dağıldı. Üstelik çok önemli şeylerde konuştuk. Kariyer planları, kişilik yorumlamaları... Egomu bir kenara indirmiş onları dinlerken kendi adıma atıp tutmadan yalın, net ve acımasız olabildiğimi ve gerçekçi davranabildiğimi gördüm. Eleştiri ve iltifatlarını dinlemek kendime olan inancımı sağlamlaştırdı... Gitmek lazımdı karar verdik. Önümüzdeki 5 yıl içinde, biraraya gelmek için Dünya’nın başka bir yerinde bulunduğumuz noktaların ortasında bir yerlerde hayal kurduk... Muhtemelen Avrupa en orta nokta olurdu zaten :) Eve geldiğimde babacan sıkılmıştı ki birlikte film izlemek (o uyusada filmin yarısında birlikte olmak kavramı (: mühimdir, iyi gelir...) iyi oldu. Aslında bana ne kadar iyi geldiği tartışılır. Midemin oralara bir kama saplamışlar gibi geldi filmin son karesiyle... Zaten yazdım. Özlemeler barındıran ruhuma iyi gelmedi aslında öylesine temiz bir drama izlemek, buram buram aşk kokan... Neyse! Bu özlemlerin sonra çaresine bakacağım. Annesiz 7. gün yemek görevi benimdi. Bize yemek yaparken beynim dinlendi. İyi geldi. Kafam boşaldı, sinirlerim yatıştı. Sinir bir Perşembe geçirmiştim. Toplantı üzerine toplantı ile ‘overdose supervisor’ etkisi, şişik ve spor ayakkabılara rağmen ağrıyan ayak, iletişim kurulamayan arkadaşlar vs... Hepsi Cuma’ya sarktı ister istemez. Yemek yapmak aldı bütün negatif coşkunluğumu! Mis gibi sebze yedik böylece... Tabi sevgili annemin içimiz ısınsın diye yapıp dondurduğu çorbada fevkaledenin fevkinde iyi geldi yanında... Yanında; pijamalardan bir anda sıyrılıp, kahve içmek için Bilkent’e gitmek daha bir iyi geldi. Gece pek sevgili bir kız arkadaş ile hem sohbet ettik, hem mis gibi kahve içtik ve evlerimizin yolunu tuttuk balkabağı olmadan. Ne de olsa haftanın yorgunluğu, Allah aşkına kal deseydi de biri herhalde ‘yok almayalım canım’ derdik ;)
Annesiz 8. Gün yani Cumartesi ayrıca yazılacak (!)
Veeee bugün... 9 gündür vice president olarak evi ayakta tutuyorum vallahi. Babamda bizi besliyor. Takdire şayan bir vaziyetteyiz. Şu anda saat 2:30. Başımın ağrısı azaldı. Teşekkürler Novalgin (!). Neredeyse 1 saattir yazıyorum. Bilgisayarda yazmak için oldukça yavaşım. Kafamın içinde en az 5 şeyin dönüyor olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Hele bir iki tanesi o denli baskın ki, uzaklaştıramıyorum. Sevmedim bu özleme sancılarını ! ‘Kimi, neyi, ne için’ bilinmezinden hele, hepten bıkkınlık geldi. Annemi özlüyor olmam ve üzerimdeki sorumluluk da sanırım karıştırıcı etki yaratıyor.
Neyse...
Sevgili uyku gel artık. Gel ki yeni başlayan hafta zulmetmesin bu ara yorgun şu zavallı bedenime ve beynime...
Allahtan müzik var. Napardım acaba müzik olmayaydı! Yani; yaratıcılık, ilham ve aşk olmayayadı müzikle kodlanmış. Düşünmek bile istemiyorum.
Gelen uykuyu kaçırmamak lazım. Zaten gecenin en “güç vaktine” ilerliyor saat adım adım. O güç vakitte uyumak gerekir. Boğuşmamak için tepene binen ve boğma eğilimli idea larıyla yaşamın...
Yaşıyoruz herşeye rağmen,
“Yaşıyoruz çok şükür der gibi”! ....
27 Şubat 2011 Pazar
Seçmece
Handan,hamamdan geçtik
Gün ışığındaki hissemize razıydık
Saadetinden geçtik
Ümidine razıydık
Hiçbirini bulamadık
Kendimize hüzünler icadettik
Avunamadık
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?
-----------------------------
KARMAKARIŞIK
Bir okla yaralı kalbim,
Boyacının sandığında;
Güvercinim kâğıt helvasında;
Sevgilim kayığın burnunda;
Yarısı balık,
Yarısı insan;
İn miyim?
Cin miyim?
Ben neyim?
---------------------------
İNSANLAR
Her zaman, fakat, bilhassa
Beni sevmediğini
Anladığım zamanlarda
Görmek isterim seni de
Annemin kucağından
Seyrettiğim insanlar gibi,
Küçüklüğümde...
Orhan VELİ
25 Şubat 2011 Cuma
The Battlestar Galactica Orchestra - Apocalypse (Live)
"Gözlerini kapattı.
Saçları, ıslak omzunda minik gıdıklanmalar yaratıyordu.
Kelimeler kaçıştılar ve saklandılar kapıların ardına,
Eşik altından sızan ışık misali etrafında toplaşıyordu kulağına vuranlar.
Sanki yalnızca bir müzik değilde daha çok bir girdap gibiydi,
İçine çekmesine karşı konulamayan,
Yavaş yavaş etrafını saran
ve sonunda teslim olunan...
Kapalı gözleri başka bir görselliğe geçiyordu yavaş yavaş.
Çok yavaş seyrediyordu herşey,
Aynı anda da çok hızlı.
İçinden geçtiğini hissettiği birşeyler, vücunda istemeden çeşitli salınımlar yaratıyordu.
Kolları açık, bedeni muntazam bir döngüsellikle hareket ediyordu.
Durduğu zaman
Müzik, yarattığı ışıkta keyifle kadını seyrediyordu..." - AK
Bana hissettirdikleriydi....
24 Şubat 2011 Perşembe
Gün Batmadan (Before Sunset)




23 Şubat 2011 Çarşamba
Seçmece
Giden mi suçludur herzaman!...
Ne zaman başlar ayrılıklar...
Dostluklar biter ne zaman...
Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden...
Aynı kalmıyordu hiçbir şey...
Değişiyordu herşey kendiliğinden...
Artık çözülmüştü ellerimiz...
Artık bölünmüştü yüreğimiz...
Birimiz söylemeliydi bunu...
Ötekini incitmeden...
Kimdi giden, kimdi kalan...
Aslında giden değil...
Kalandır terkeden...
Giden de bu yüzden gitmiştir zaten !!!
Murathan MUNGAN
21 Şubat 2011 Pazartesi
Günce 2
Akşam yemeğini hiçe sayar bir halde salondaki 'televizyon karşısı uyuma koltuğu'nda mis gibi uyumuşum.
Babamın "babacım hadi kalk yatağına yat" sesiyle uyandım. Zorla uyandırılmamış olsam orada sabahı ederdim muhtemelen.
Yani işin özü bugün ailemin uykucu, yorgun ve küçük kızıydım.
Kalktım! Gözüme kornea olan lenslerimi çıkardım, yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaadım. Aynı annemin yapacağı gibi kurumuş çamaşırları "temiz eve havları dökülmesin diye" kaldırdım.
Sevgili babam zaten bütün akşam yemeği sonrası mutfak temizliğini halletmişti.
Böylece, artık bana düşen sadece yatmaktı.
Eşofmanları çektim ve yatağa yığıldım.
Uykuya aynen devam.
Bugün benden ne ev hanımı, ne eş, ne de anne olurdu.
"Çok şükür!" dedim hala 'bir ben' ile meşgulüm.
Böylece bitmiş oldu annesiz 3.gün...
Günce 1
Vice president olarak görevi devraldığım ilk gün.
Bir anda boşluğunu hissettim bugün. Sadece sesi, nefesi ile değil, nasıl da sakince evin rutinini korumasını sağladığını anladığım, gerçek manada ilk an oldu bugün.
Kıçımızı topladığı yetmiyormuş gibi, bizi beslediğini, evin mum gibi kalmasını sağladığını, eşyalarımızı yerlerinde bulmamıza imkan verdiğini, tertemiz giyinmemiz için can hıraş çamaşır yıkadığını ve arada dağ gibi olsa da onları zamanında ütülediğini, eve alınıp elinin değdiği ilk yerde bırakılan sebze, meyve, yiyecek vs. herşeyin nasılda 15 dakika içinde yerli yerine ve dolaba yerleştirildiğini, torba, plastik vs. çöplerinin dağ olmadığını kavradığım annesiz geçecek 10 günün ilki.
Aslında Cuma günü yola çıktı annem. Dün kendi çapımda eğlenme güdüsüne sahip ve giderken düzenimizi bozmamak için bıraktığı herşeyle idare ederken anlamamıştım yokluğunu.
Bugün ise, bir yandan Lab da işlerim için uğraşırken, diğer taraftan kendimi yeni başlayacak hafta için hazırlamaya çalışırken yaptıklarım sayesinde anladım annemin anne olarak nelere kadir olduğunu.
* 4 kez çamaşır makinesini çalıştırdım. Her biri en az 3 kg luk çamaşırları ben yıkamadım tabi ama asması yetti.
* Yarın gelecek yardımcımız için evin toparlanması ile uğraştım, ha tabi birde kadının işini yapabilmesi için bedenen efor sarfedilerek yapılması gerekli birçok şey var, onlarda halloldu.
* 3 depo suyla (ortalama 3 saat) ütü yaptım. Yaptığım ütüler evin, ev halini tamamlaması için 'gerekli' olduğu öne sürülen dantel, iğne oyası, tel kırma vb örtülerdi. Kolum artık yer çekimine dahi karşı koyamazken kendime not düştüm. Modernite hayat kolaylaştırır. Fütüristik yaklaşımlı, örtüsüz bir ev pahabiçilemez. Heleki yıkandığı an 15x30 cm2 iken 2x5 cm2 olan örtüler, saçaklı ve püsküllü hertürlü süs malzemesi vs kesinlikle alınmamalı ve istenmemelidir. Tabi kendime bu notu düştüm ama benimki kadar modern ve özgürde olsa kızının çeyizini hazırlamaktan geri durmamış olan annem (ondan öncesinde de babaannem, anneannemler ve diğer herkes) acaba bana nasıl bir eziyet planı hazırlamışlardı diye de düşünmekten kendimi alamadım.
* Yıkandım! Bu kendim içindi :)
* Gecenin köründe Lab a gittim cihaz kapatmak için. Tabi bir yandan işlerin yürümesi gerekliliği vardı. (Allahtan kendini şöförüm olarak ilan etmiş ve bundan memnun bir babam var!)
* Yemek yapılması gerekiyordu-aç kalmamak için. Daha doğrusu sağlıklı beslenme düzenini -ailecenek diyetisyene gidişimizin sürdürülmesi gerekiyordu, annem bizi sağlıklı besliyor- korumamız gerekiyordu. Yoksa bence yemeksepeti.com diye muhteşem bir site de var ama!!! Bu noktada babam beni inanılmaz büyük bir yükten kurtararak muhteşem aşçılığını konuşturdu saolsun. Mis gibi sebze yedik!
* Ha tabi kaldırılan bulaşıkları ve pazardan alınan tüm haftalık çiğ sebze-meyvanın yerleştirilmesini saymıyorum.
* Hala yıkanacak bir makine çamaşır daha var ve saat gece yarım. Olsun henüz tükenmedim :)
* Bir de annem böyle rutin bir Pazar'ın arkasından benim düşen çenemi çekmek zorunda kalıyormuş. Mütemadiyen anlatacak birşeyleri olan, hiçbir vukuatı yoksa gecenin 12 sinde aklına gelen hayata dair bir çözümlemeyi paylaşmadan uyuyamayan şaşkın ben, kadıncağızı tüm kelimelerim bitene dek ayakta tutuyordum... Bugün anladım. Bu yorgunluğun ardından beni çekmenin ne demek olduğunu ben bile kaldıramadım. :) Zaten annem hep der, çocuk dediğin büyüdükçe daha fazla özen, ilgi ve özveri ister diye ! Allahtan babam çok konuşkan bir adam değil ve Pazar gecesi sendromuyla yatıveriyor :)
* Şimdi toparlamaya çalıştığım kafamla 1.5 saat sonra asmam gereken çamaşırlar bitene dek makale okumaya çalışacağım. Zaten dün çöpe giden bir gün oldu hiç değilse bugün elimde beklemede geçecek bir 1.5 saat var; değerlendirmeli değil mi ama ?!?!?!
Analitik düşünen beynim mutlak bir sonuca varma eğiliminde.
Sonuç, bir daha anneme "niye betin benzin atmış/yahu niye beni dinlemiyorsun/aman anne abartıyorsun yorgunluğu, vs." gibi gereksiz-düşünülmemiş herhangi bir cümle, tümce yada kaş ve göz aracılığıyla gösterilen ifade söyler yahut belirtirsem Allah baba beni taş etsin.
30 yılllık bürokrasi hayatından sonra ev hanımı olan annem, eminim bu ara iş hayatını özlüyordur diye düşünmekten kendimi alamasam da diyecek çok söz yok.
Annem iyiki var ve umarım daha nice yıllar olur...
Aileyi en temelde birarada tutan, sevgisi hiç kaybolmayan, farkına bile varmadığımız rutini ses etmeden (arada çıkan isyanları saymamak lazım, çünkü ben 10 günün sonunda muhtemelen 8 kere isyan bayrağını çekmiş olurum (:) sürdüren adına 'Anne' denen muhteşem kadını tepede taşımak lazım kendime not düşülmüştür-bir kez daha!
Tam bu noktada içinde yaşadığım ve her geçen gün iyice tiksinti vermekte olan bu ülkenin her yeri az gelişmiş, örümcek zihniyetli, her daim tahrik olmuş vaziyette gezen, çünkü düşünsel anlamda etkin olmayan, çalıştırılmadığı için fonsiyonsuzlaşan beyinleri, kafalarının içlerine sokulan "saç-el-boyun, bel görünce tahrik ol!" sloganlarıyla dolup taşan, iş gören/karşı çıkan/direnen kadını döverek, her manada taciz ederek, öldürerek baskılayan, yok etmeye çalışan; hayvandan evcilleşememiş erkek müsveddeleriyle doluyken; ben tek tek deniz yıldızlarını denize atan balıkçı misali kendi annemi el üstünde taşıyarak kadınlık namına, kadınlar adına kime ne yarar sağlamış olurum/oluyorum tartışılır...
Her erkek babam kadar feminist olaydı ve yanında lazlığını da koruyaydı, ortalık ne erkek müsveddeleriyle, ne de kadın cesetleriyle dolup taşıyor olmazdı.
Tabi yanında, benim gibi kadınlarda ortalarda 'ulan yok anasını satayım adam gibi biri' diye dolaşıyor olmazdı...
İçimdeki öfke de böylece yerini bulmuş oldu..
Neyse, annemsiz iki günü, görevi devraldığım resmi olarak ilk günü tamamlamış olduk böylece.
Şimdi sırada işim için bir-iki dakika kısmında.
İyi anne ve eş olma yolunda ilerliyor muyum ne?? (: Kimbilir, göreceğiz....
20 Şubat 2011 Pazar
Gerek-siz
Karşılıklı, herşeyin özlenmiş olduğu duygusunun verilmeye çalışıldığı,
Konuşacak ne de çok şey var havasının estirilmesi için gösterilen her çabanın
Gereksiz ego çarpışmaları ve anlamsız savunmalarla bölündüğü,
Anlamını yitirmiş her anının
Hatırlandıkça güldürmek bir yana gülümsetmeye bile gücünün yetmediği,
Birarada olmak için verilen mücadelenin
Amaçsızlıktan ve anlamsızlıktan kırılan bir hali vardı.
Geçirilen boşa gitmiş onca saatte paylaşılan tek an;
Düşünselliğin O'a indirgendiği,
Zeki insanların, kendilerine hakaret olarak adletmesi gereken
Dedikodu Zamanı'ydı.
Egolar ortak paydada tatmin edildi.
Sebep ve sonuç yaratmamış,
Hayatın gidişatında en ufak bir değişim yada etki oluşturmamış saçma sapan konuşmalar...
Gerisi koca bir boşluk.
Kaybedilen zamana duyulan istemsiz acıma duygusu,
Kendine hissedilen kızgınlık zorlamalara karşı,
ve Kabulleniş.
Gidenin geri gelmeyeceğine, yarının farklılık getirdiğine ve hala çok saçma bulduğu şarkının saçmalığını koruyuşuna...
Hiçbir durum, duygu ve aktivite ile tatmin edilememiş misafirler lüks hotellerine uğurlanırken,
Üzerlerinde en azından huzurunu bildikleri, sevgiyi hissettikleri kendilerine ait olmasada,
yine de benim dedikleri evlerine gidiyor olmanın derin sevinci vardı....
19 Şubat 2011 Cumartesi
Hayat Sokakta :)
Yeniden kendimi çıtır ve çakal hissettiğim bir gün...
O günlerimin şahidi çıtırlarla (artık onlarda büyüdü ama) dışarı çıkıyor olmak.
Giyindim, süslendim.
Bayağı iyiyim ya ! :)
Laboratuvar faresinden bir NY kızı yarattım bugün. Toplamda 3 saatimi aldı ama olsun. Yani içine banyo, manikür, makyaj, giysilerin ütüsü falan eklenince o kadar da uzun olmuyor.
Kızları özledim. Eski günleri de özledim aslında. Yani bugünkü yaşam olması gerektiği gibi, yaşın hayatı. Arada topukluları giyip beni sokağa çıkaracak ve muzurluk yaptıracak birilerinin olması gerekli, bu bir gerçek.
Gerçi efendi efendi yemek yiyeceğiz sanırım ama olsun yine de içimde kabaran muzurluk ruhu hepsine değer. :)
High heels, red lips, red nails, eyeliner and black jacket ! Incredible magic (:
Thanx God, I'm a Woman! (These phrases for you my NYer(:)
Tabi bu noktada modumu tavan yaptıran, kendimi iyi hissettiren, tüm gün dans etmemi sağlayan ve böyle zamanlarda tam bir kişilik kazanan sevgili bilgisayarıma shuffle ile muhteşem çaldığı karma müzik listesi için de bir teşekkür lazım değil mi ama. Değme DJ böyle olmazdı....
Neyse. Dışarı çıkma zamanı.
Let's have a little fun!
:)
18 Şubat 2011 Cuma
Seçmece
Etme Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme |
Mevlana Celaleddin Rumi |
11 Şubat 2011 Cuma
Yeni Albümümüz :)

Çok ironik yahu ! Quite like unrequited love !!! Çok eğlendim :)
Bir gün bir albümüm olursa adı bu olacak ama grubumun adından çok da emin değilim !
Deneyin, çok keyifli şeyler çıkacağına eminim...
İyi eğlenceler...
Stjepan Hauser and Luka Sulic - Smooth Criminal
Beni yerime mıhladı... Aslında diyecek, diyebilecek çok da sözüm yok.
Nedendir bilmem zaten çello bende çok farklı bir his yaratır.
İnanılmaz derecede farklı, seksi, özel bir müzik aletidir benim için.
'Smooth Criminal' çello ile birleşince işte böyle oluyormuş...
Beni dağıttı !
Beğenilmesi dileğiyle...
9 Şubat 2011 Çarşamba
80'li yıllarda doğmuş çocuklara...
Eski dosyaları karıştırırken karşıma çıktı. Yaaaaa, evet yaaa, amanınnnn onlarda vardı değil miii? diye diye her birini tek tek okudum. Gülümsedim, gözlerim doldu..
Çok mutlu çocuklardık ve hayatlarımızda çok derin eğlenceler vardı...
Buradaki 64 maddenin neredeyse hepsinin hayatımda bir anısı var... Eminim sizinde benzer anlarınız oldu. Şöyle bir geçmişi yad etmek ve özlenen çocukluğumuza dem vursun diye...
Anılarda gezintiye hoşgeldiniz;
- Süper Baba'nın müziğini flütle çalmışsanız,
- LC Waikiki veya Benetton tüm renkleriyle kıyafetlerinizde önemli markalar olduysa...
- SHOW TV'nin müziğini hala hatırlıyorsanız dup dıbu dıp dıp dıbı dıp dum.. tabi ki bir de: İyi TV eyç bi bi, eyç bi bi iyi TV !!!
- Önce hüplet sonra gümlet' hayat felsefeniz olmuşsa
- Bizimkiler dizisi ertesi gun okul oldugunu bi sureligine unutturduysa
- Parliament pazar gecesi sinemaları müziğini duyduğunuzda içinizde hala garip duygular uyanıyorsa (yarın okul var hüznü, ailenin seni yatırıyor olmasına duyduğun kızgınlık, o güzel mavinin romantizmi...)
- Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız
- Elm sokağında kabus yüzünden hala yatağın altına bakmaktan korkuyorsanız
- Chucky yüzünden en sevdiğiniz oyuncağınızı bile göz önünden kaldırmışsanız
- Okulda coca-cola kutusunu ezip mac yaptiysaniz (kızlar yan yatırıp üstüne tam ortasına ayagı yerlestirip ustune basıp yururlerdi, topuklu ayakkabı gibi olurdu)
- Apartmanin altindaki zil veya taksi diafonuna basmak müthiş heyecanlı bir yaramazlıksa
- Tutti frutti çok ayıp ve olağanüstü merak uyandırıcı bir şovsa
- Dört tekerlekli ayakkabının üstüne takılan patenlerden sonra roller bladeler size büyüleyici geldiyse
- Bakkala gönderilmenin en güzel yanı küçük sarellenin dibini minik plastik kaşığıyla kazımak veya leblebi tozu yiyip konuşmaya çalışmaksa
- Aterideki ördek vurmaca oyununda silahın nasıl çalıştığına hala kafa yoruyorsanız
- Işıklı spor aykkabılar hava atmanın önemli bir unsuruysa
- Bayramda harçlıklarla aldığınız ilk şey kinder süpriz yumurtasıysa(kağıdını tırnakla yırtmadan dümdüz
yapmak da sabır ister doğrusu) - Clementine sizde derin izler bırakmışsa
- Kasete kayit yapilabilmesi icin alt tarafinda bulunan karelerin bantla kapatilmasi gerektiğini öğrenmenin önemini biliyorsanız
- Commodore 64'de tornavidayla kasetin kafa ayarını yaptıysanız
- Anne saat kaç, simiiit, birdir bir, çay kahve gazoz, akşam ebesi, dansa davet, çatlak patlak, yakan top gibi kalabalık oynanan sokak oyunlarından sonra anneniz sizi balkondan yemeğe çağırmışsa
- 'bandıra bandıra ye beni' şarkısını hızlı söylemeye çalıştığınız günler varsa
- Rönesans sanatçılarını ilk kez Ninja Kaplubağaların ismi olarak tanıdıysanız
- Tele On diye bir kanalı hatırlıyorsanız
- Haftasonları çizgi film izlemek için erken kalkmanın ne demek olduğunu biliyorsanız
- Şirinler geyiğini arkadaşlarınızla mutlaka çevirdiyseniz (Şirine aslında Gargamel tarafından yapıldı...)
- Beğenseniz de beğenmeseniz de tüm çizifilmleri art arda izliyorduysanız
- Bir Başka Gece çocukluk hayatınızdaki en görkemli şovsa
- Pazar geceleri yıkanma günüyse
- Seden Gürel'in neden öyle giyindiğini şimdi sorguluyorsanız
- Müzik yelpazesi hayatınıza büyülü yabancı müzisyenler kattıysa
- Bir sanal bebeğiniz olmuşsa,
- Tetris'i süper hızla oynayabiliyorsanız,
- MIRC ergenliğinizin önemli bir parçası olmuşsa (a/s/l ne demek biliyorrsanız)
- ICQ nun 11 haneli rakamını ezberlemeye çalışmışsanız,
- Pili bitmesin diye kasetçaların, kasetleri kalemle havada sarmışsanız,
- Çizgifilm şarkılarının ingilizce veya japonca olsa da ezberlemişseniz
- Kokulu silgiye, deftere, kaleme harçlığınızı yatırdıysanız.
- Eti Cin, Eti Puf, ABC, Balık Kraker, Negro, Bonibon,Topitop, Yumiyum...vb çok seviyorsanız ve her zaman yeme kabiliyetiniz varsa
- Sulugöz'ü düşününce bile ağzınız sulanıyorsa
- Küçük bir kızsanız Sindy ile Barbie'yi karşılaştırıyorduysanız
- Tsubasa'yı ve küre biçimindeki sahanın sonundaki dev kaleyi hatırlıyorsanız
- 'Hey Corç versene borç' deyince cevabı hemen yapıştırabiliyorsanız
- Macarena dansını yapabiliyorsanız
- TV den çekilmiş çizgifilmli sayısız kere izlediğiniz VHS leriniz varsa
- Telefonların jetonla çalıştığını hatırliyorsanız
- İstop diye bağırdığımızda renk yakalamaya çalışırken onun aslında stop olduğunu uzun zaman önce çözmüşseniz
- Saçları renkli ve uzun patlak gözlü çirkin trolleri bile bir furyada satın almışsanız.
- Capri Sunın reklamı ve melodisini hatırlıyorsanız,
- Annenizin mavi ped torbalarını şişirip patlattıysanız,
- Power Rangers'ın renklerini hatırlıyorsanız
- Mc Donalds a gitmek için ailenize yalvardıysanız
- Olacak O kadar, Yasemin'in penceresi, Hadi Anlat Bakalım, Adam Olacak Çocuk, Saklambaç.. gibi programları hatırlıyorsanız.
- Lambada'nın müziği kulağınızda çalabiliyorsa
- 'Nereye çufçufluyoruz'un kimin dediğini biliyorsanız.
- Sayısız joystik kırdıysanız ve gün gelince artık joystik satılmadığını fark ettiyseniz
- Fame City cennetle eşdeğerse
- En sevdiğiniz sayı altıysa
- Prince of Persia'da alttaki dikenlere düşünce çıkan dınnzk sesini ve kanları hatırlıyorsanız
- Mon Ami 48 lik boyalardaki altın ve gümüş renkleri statü sembolüyse
- Gençlik hayaliniz Beverly Hills teki havuzlu arabalarsa,
- Uhuyla oynamanın zevkini biliyorsanız
- Kolalı jelibonun önce kapağını yediyseniz
- annenizin poşetler dolusu taso,misket, sporcu kağıtları, gazoz kapaklarını attığını öğrenince ağladıysanız
- Peçete, kağıt, poşet vb... koleksiyonu yapmışsanız
EVET YAŞLANIYORUZ! :) ve 80'lerden kalmayız :)