31 Ocak 2012 Salı

Hep 19

Demek istesemde,
25 yaşına gelmiş olmanın farkındalığı ile 19 yaşında olmanın ne demek olduğunu yeniden fark ettim geçen Cumartesi...
Bileziklerimi, posterlerimi zor kurtarıyordum halbuki ondan.
Şimdi bana topluluk içerisinde abla demek istemediği için, isimsiz ve sıfatsız saçma bir muhabbeti götürüyoruz.
19 yaşında şimdi o. Canlı, anlamlı zannettiği hayat için heyecanlı.
İpek gibi, ismiyle müsemma. Su gibi gözleri, uzun dalgalı saçlarıyla farkında olmasa da seksi.
19 yaşında kocaman bir kadın o. Kendini öyle zannediyor, şarkıda dediği gibi.
Son moda kıyafetlerinin içerisinde ve topuklunun çıkardığı seslere gizlerken çocukluğunu, şaşkınlık karşısında boşa bakıyor gözleri. Çocuk misali...
Vücudunun diriliği, aç pezevenklerin ilgisini, yiyesi bakışlarını ve gergin derilerini kendine çekmekte...
Farkında değil o ama olan bitenden... Heyecanlı ya,  mutlu çünkü henüz. Öğrenmedi henüz hayatın boktanlığını, huzurun içeride yakalanmazsa asla bulunamayacağını, aşkın duygusaldan öte sexsel bir şey olduğunu ve yozlaşmanın gün gelip kendi masumiyetini vurduğunu henüz öğrenmedi...
O henüz 19.
Genç, diri, canlı, seksi ve çocuk... Gözlerindeki boşlukta, şaşırmalarında ve erken gelen uykusunda henüz 19 yaşında bir çocuk.
Pezevenklerin gözlerinde ateşli ve s.kilesi bir parça; ruhu geçmiş, 1.6cc kaltakların gözlerindeki yiyen kıskançlık ve yok etme arzularının arasından kuğu gibi süzülen ve farkında olmamanın rahatlığında, o bir 19.... Hep 19 kalması ise benim onun için isteyebileceğim en derin dilek..
ama nafile.. gün gelir hiç bir şey değişmese farkındalık vurur insanı.. O da büyümenin ve öğrenmenin kaderi.. Ne yaparsan yap, kalır seninle...

İlk fırsatta #1

Alınacaklar:
Cemal Süreya kitabımı kuzenime verdim. Çok mutlu etti, bana ait bir şeyi ona vermek...
Ama yine de, benim artık bir Cemal Süreya kitabım yok. İlk fırsatta alınacaklar arasında yer almalı...
Şiir demişken, çok da aşina olmadığım ama keşke bir okusam dediğim hep unuttuğum bir kaç isimde alınacaklar listemde; Edip Cansever, Turgut Uyar ve Ece Ayhan...
Lenslerim - e bir alsam artık dimi !


İzlenecekler:
Onlarca film. Nasıl biriktiler. Her şey bittiğinde günde 4 film izleyerek en az 1 hafta geçirmek niyetindeyim.
Anyone is welcome :)

Yapılacaklar:
24 saat uyku :)
Boş boş geçecek 2 gün.
Ard arda 3 hafta her cuma veya Cts dansa gitmek!
Dostlarla keyif...

Gidilecek yerler:
İstanbul
İzmir
AVRUPAAAAAA :)

Bunların hayaliyle yaşıyorum ya.. Yazık ama bana...

30 Ocak 2012 Pazartesi

...Tanımadığım Adamlar....

Nicedir hiç bir şiir ilk duyuşta bu denli dokunmamıştı.. 28.01.12 Cumartesi gecesi Okan Bayülgen'in Yalnızlar Diskosu programında okuduğu bu şiir kimlerine göre Can Baba'nın kimilerine göre Ali Poyrazoğlu'nun. Çok yere baktım. En sıklıkla  Ali Poyrazoğlu'nun ismiyle karşılaştım. Hatamız var ise affola... Buyrun okuyun ve düşünün, niye toplarsınız zamansız yere tanımadığınız o adamları bir araya....

''Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattımsofrayı.
Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrıayrıne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyibilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.

Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.

Geldiler.
20 yaşında ben, 35 yaşımda ben,
40yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz
20 yaşımdaki beni, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımınkarşısına da, ben geçtim.
20 yaşım, 35 yaşımı tutucu buldu.
40 yaşım ikisinin de SALAK olduğunu söyledi.
Yatıştırayım  dedim.
"SEN KARIŞMA MORUK" dediler.
Büyük bir hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
20 yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür, O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür

Ali Poyrazoğlu

29 Ocak 2012 Pazar

Git

Ohhhhh..
Bir gitmek geldi ki, gidilemeyen her an daha beter ediyor!

22 Ocak 2012 Pazar

Teşekkür...

Ruhuma anlam katan tüm dostlara....
"..ne zaman geldin ruhum, görmedim seni.. ...çığlıklar geçti üstümden, bulutlar geçti... ..ve o gençlik günlerimizde" hepimiz....


Nasıl kıymetli, nasıl değerli, nasıl vazgeçilmezsiniz...
Her biriniz ayrı ayrı hayatıma renk, her biriniz nefes almaktan yorgun düşülen anlarda bir umutsunuz...
Doğum günüm tez yazdığım şu günlere geldiğinde hiç unutulmayacak bir 25 yaş diye düşünmüştüm... Ama denk geldiği günler değil, 21 Ocak'ın başladığı andan bittiği dakikalara kadar geçen 24 saat boyunca arayan, mesaj atan, facebook'tan duvarıma iz bırakan, unutan, utanan, bir kaç gün sonra hatırlayacak olan ve yalnızca düşünen herkes, hepiniz sayesinde unutulmayacak oldu... Renklerinize, sevginize, ilginize çok teşekkür ederim...
Çok ama çok şanslıyım size sahip olduğum için...

21 Ocak 2012 Cumartesi

Gözleri Siyah Kadın

Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.

Nazım

---------
Bu şiiri hep bana yazmışın gibi okurum ey Şair.
Senin gibi ölmeyi göze alarak, aşkla yazarak, farkındalıkla yaşayarak hayatı sonlandıran bir başka adam gelmeyecek herhalde bu dünyaya...
Belki de senin gibi sevecek bir adama yetmeyecek bende var olan yürek..
Onu bunu bilmem ama, bu şiiri hep bana yazmışın gibi okudum ey Şair.
Siyah gözlerimin güzelliği konusunda tevazu göstermeden...
ve hep inanarak kalbin gözlerden kendini ele verdiğine...

Ben her doğum günümde kendime bu şiiri okudum ey Şair... Senin sesinden... Başkasını hayal etmeden...
------------

İyi ki doğdum... Gördün mü bak 25 oldum :)
Gün gelecek, bu şiiri ..... Neyse Şair boşver gerisini...
İyi ki doğdum! İyi ki kadın oldum, erkek olarak gelmek de vardı şu hayata!
İyi ki doğdum! İyi ki paha biçilemez dostlar biriktirdim, iyi ki bilim insanı oldum, iyi ki gözleri siyah bir kadın oldum, senin elinden bir şiire gönderme yapılabilecek...
İyi ki doğdum, iyi ki öğrendim sevmeyi ve iyi ki İNSAN oldum! Hepsi bu!

Starting of the Aquarius :)

Bir taraftan da benim miladım tabi :D
Gerisi sonra...

19 Ocak 2012 Perşembe

Adalet

-in bittiği bir ülkede, bitmişliğini göre göre ve zerre kadar kendini güvende hissetmezken;
nasıl yaşarsın ?

16 Ocak 2012 Pazartesi

Introduction

Biter mi bu intro, biter be bence :)

Intro denilince birinci, ikinci, yan, mecaz, tecahül arif, benzetme, yokmuş gibi yapma, varmış gibi satma ve benzeri her türlü çağrışım kabul edilmekte ve hepsi için, bitme anından sonra, sona yaklaşmanın coşkusu şimdiden kendini belli etmektedir....

Yazar burada ne demek istediğini kendisi bile bilememektedir...

15 Ocak 2012 Pazar

İnan seni anlamıyorum insan kardeşim...

Ne yazık ki; arta kalanlar olur hep, hatırda kalanlar...

Ne yalan söyleyeyim üzüldüm bugün derinden, hiç üzülmemiştim sanki bu kadar yürekten. Bu kadar haksız bir ilgisizlikle suçlandığım olmamıştı... Neyse. "İnsanlar.." deyip geçmek lazım, şu yalnız dünyamızda ayakta kalabilmek için.
"Konuşşan çare değil, sussan gönül razı gelmiyor" insanlarındanım ya ben... Henüz emin değilim ama, sanırım bu kez susmayı yeğeleyeceğim. Sindirecek ve olmamış gibi davranacağım... Hikayeye dahil olan herkesin kendini haklı gördüğü ve hep haklı göreceği, sıradan yanılsamaların hepsinde olduğu gibi.
Zor dostum, dost olmak. Sevdiğini anlatmak, birlikteliğin koşulsuz ve minimum beklentiyle tadını çıkarmak.
Paylaşmak zor. Paylaşılmak hepsinden beter.
İşte bu yüzdendir erkeklerin dostuluğu hep paha biçilmez... ama olmaz öteki türlüsü. İnsan hep bir parça eksik, dost kadınları olmayınca hayatında.
Herneyse. "Bir çaresi bulunur elbet canım, bir uyuyup uyanalım"...
Sevgi çözer her yanlışlığı, her anlaşmazlığı, yeter ki inanmak istesin insanlar, bir yüreğin bir yüreği gerçekten sevdiğine, sevebileceğine şu zalim dünyada....
---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu satırları yazarken kendim için, yalnızca sevgili "ben" için bir şey yapıyorum aslında. Keyif alıyorum aldığım her soluktan.
Dışardan gelindiği ilk an yapılan herşey tamamlandıktan sonra;
- giysiler yerini pijamalara bırakmış, temizlenen makyaj yorgun, hüzünlü ve hasta gözleri ortaya çıkarmış, keyif kahkahaları gece sessizliği ile yer değiştirmişken -
elimde ev yapımı bir çay ve ben yağmakta olan karı izliyorum...
Evime gelirken yakalandım etrafı hızlıca beyaza çeviren kara. Havanın serinliğine ve göğsümdeki hastalık hırıltısının varlığına aldırış etmeden, fotoğrafladım elimden geldiğince bu muhteşem güzelliğini etrafın.
Ve tabi ki düşündüm.
Karın romantizmini kaç zamandır paylaşamadığımı bir sevgiliyle.
Ayaklarım, karın örttüğü ve hiç dokunulmamış yerlerine izlerini bırakırken, aslında 2 değil de 4 iz olsa daha eğlenceli olmazmıydı diye düşündüm ve tabi ki çooook daha romantik.
Hep hatırlanacak bir "karda nasıl yürümüştük seninle" anı (!) birikmez miydi hatıralarda ?
Uzatmaya ne elim ne yüreğim varıyor aslına bakarsan okuyucu. Sözün özü, sanırım ben artık "biz" demeyi, yahut "+1 geliyorum" demeyi özledim....
--------------------------------------------------------------------------------------
Karı izlerken elilmde ev yapımı bitki çayı.
Aromasından burnuma çarpan keskin tarçın ve çekigen ıhlamur kokusu...
İçinde olduğu bardak kocaman bir mug yahut en büyüğünden kupa türkçesiyle :)
O bardak ki hayatımın en kıymetli dostlarından birinden hediye.
Hatırında bana dair sakladığı onlarca şeyden aslında yalnızca biri Küçük Prens tutkunluğum.
"Bu çok küçük bir şey ama görünce dayanamadım, bu Aysu'nun olmalı dedim ve aldım canım" diyerek verdiği Küçük Prens'li bardağım. Hayatımda aldığım en güzel hediyelerden biri.
Ona dair, onun için, çok sever diyerek, önüne çıktığı an hatırlanmış ve tereddütsüz alınmış, üstüne üstlük "sana moral olur, çalışırken çay içersin" diyerek daha da derinleştirilmiş ve anlamı kat be kat artmış kıymetli bardağım.
Bakınca alt tarafı bardak dersin değil mi insan kardeşim,
lakin, o işte öyle olmuyor. Sevgi dediğin şey, bir avuca, bir söze, minik bir bardağa ve emeğe sığıyorda; egonun hükümranlığındaki beyne bir türlü dolamıyor....
Pelinim iyiki varlardansın! canım kardeşim....   Tekrar teşekkür ederim, bardak bahanesiyle değerli varlığına...

11 Ocak 2012 Çarşamba

"Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar"...2

ANKARA 
.....

Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar
belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur
ve çoğu zaman bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir

Hiç bir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez Ankara'da
yoksa bugün bir hayat yaşanmayacak mı duygusu
çöker bütün bozkıra

Kimse keman çalmaz belki
belki bu film hiç bir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
hiç bir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
ama hiçbirinde o kadar aç oturmadım sofraya

Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki yine sıkıldı bizim konsolosluklardaki konuklar
öyle deme Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden Ankara'yı bu kadar çok sevdiğini anlamadan
Ankara'da yaşamak

Yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama
biz her duvara bir vesile
onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
....

Yılmaz Erdoğan

"Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...."

"Asfaltlar ışıldar..."
ve hatırlatır Ankara'yı özel kılmış başka bir ozanı...


 KARANFİL SOKAĞI
   Tekmil ufuklar kışladı
   Dört yön,onaltı rüzgar
   Ve yedi iklim beş kıta
   Kar altındadır.

   Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
   Ray, asfalt, şose, makadam
   Benim sarp yolum, patikam
   Toros, Anti-toros ve asi Fırat
   Tütün, pamuk, buğday ovaları,çeltikler    
   Vatanım boylu boyunca
   Kar altındadır.

   Döğüşenler de var bu havalarda
   El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
   Ümit, öfkeli ve mahzun
   Ümit, sapına kadar namuslu
   Dağlara çekilmiş
   Kar altındadır.

   Şarkılar bilirim çığ tutmuş
   Resimler, heykeller, destanlar
   Usta ellerin yapısı
   Kolsuz,yarı çıplak Venüs
   Trans-nonain sokağı
   Garcia Lorca'nın mezarı,
   Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin
   Kar altındadır.

   Duvarları katı sabır taşından
   Kar altındadır varoşlar,
   Hasretim nazlıdır Ankara.
   Dumanlı havayı kurt sevsin
   Asfalttan yürüsün Aralık,
   Sevmem, netameli aydır.
   Bir başka ama bilemem
   Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
   Kalbim, bu zulümlü sevda,
   Kar altındadır.

   Gecekondularda hava bulanık puslu
   Altındağ gökleri kümülüslü
   Ekmeğe, aşka ve ömre
   Küfeleriyle hükmeden
   Ciğerleri küçük, elleri büyük
   Nefesleri yetmez avuçlarına
   -İlkokul çağında hepsi-
   Kenar çocukları
   Kar altındadır.

   Hatıp Çay'ın öte yüzü ılıman
   Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir'de
   Karanfil Sokağında gün açmış
   Hikmetinden sual olunmaz değil
   "mucip sebebin" bilirim
   Ve "kafi delil" ortada...

   Karanfil sokağında bir camlı bahçe
   Camlı bahçe içre bir çini saksı
   Bir dal süzülür mavide
   Al - al bir yangın şarkısı,
   Bakmayın saksıda boy verdiğine
   Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır.
Ahmed Arif



Şairin de dediği gibi hiç kimse bir daha Ankara'yı Ahmed Arif kadar sevmeyecekti belki artık....  

1 Ocak 2012 Pazar

Yeni bir yıl, yine bir yıl...

Yine yaşamaya dair... Hep Yaşamaya Dair'de ki gibi...
Gelen gelecek, insanlık adına hizmet için güzel günler getirecek...
Mikro dünyaların, çok daha ötesinde ve üzerinde bir Birlik ve var olma bilinci için, büyük düşlere izin verecek gelecek günler...

Nedendir bilmem... Yeni yıl bu şarkıyla başlasın istedim...
Çok severim. Çok kıymetli dost meclisi kadınlarını hatırlatır her dinlediğimde...
"...her ayrıntım sayıklıyor/sukunetim deliliğimden/aşk yok olmak diyor biri/yar ben yokum ben de zaten.." 



Aşk ne zaman tamamlanmış bir var olma yarattı ki zaten?????
:)

Keyifli dinlemeler...