31 Aralık 2010 Cuma

Yeni Yıla Merhaba

Sevgili Kuzenimin paylaştığı ve kendisi yazmamış olmasına rağmen hem benim için, hem başkaları için bu 'çok doğru' yazıyı herkes görsün istedim... Biterken bir yıl daha, her daim "yaşıyoruz çok şükür" diyebilmek için, hayatımıza katacağımız onlarca güzel ve özel şeye gönülden ve kocaman bir merhaba diyebilmek için; HERKESE MUTLU YILLAR!!!
AK
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Belki bu yıl çok şeye kızdın...delirdin...kırdın...

Belki kendinden ödün verdin...savaştın...tek kaldın...

Belki aşık oldun...belki sevildin...belki terk edildin.
..

Belki aldatıldın, belki istenilmedin...kim bilir ...

Belki çok para kaybettin...belki işinden oldun..
.

Belki "ne yapıyorum ben yaa" cümlesini ard arda kurdun...
Her ne yaptıysan yaptın...
HER NE OLDUYSA BİTTİ... hepsi geçti...

Onlar, senin bir üst kata çıkman için
YAŞAMAN GEREKENLERDİ, BIRAKMAN GEREKENLERDİ, o kadar...
Bu çok güzel bir yıl olsun tamam mı? ...Bunun için sen de gayret et!....

YENİDEN BAŞLA HERŞEYE...

Gülmekten yanakların çatlasın..
Paranı koyacak cüzdan bulama...
,
Bankalar "yatırım" hesabın için telefonlarda kalsın...

Sağlık bedeninden aksın...

Aşk kalbini patlatsın...

Sen ışıl ışıl ol, herkes peşinde dolaşsın...

Başarıların dillerde dolaşsın.....


Yastığa koyduğun kafanda "huzura" daha fazla yer kalsın....

ve her gece "
iyi ki bunları yaptım",

"iyi ki bunları yaşadım
" diyerek uyu...

Yaşadıklarından ne öğrendiğini fark ederek... büyüyerek...

Yaşadığın herşeyden ve herkesten özgürleşerek...

Yalnızca kendin olarak... kendin için yaşayarak
...

Her sabah sevinçle uyan.. daima ileriye bakarak..
.


Mutlu yıllar!

27 Aralık 2010 Pazartesi

Pazartesi'ne Dem

Geçen hafta yada bir önceki haftaydı.
Öylesine bir söylenme ve bıkkınlık hali tutturmuş gidiyordum.
Sabahtan akşama kadar suratımdan düşmeyen gıcık ve yanında avare bir çıkmaz yaratan meymenetsiz suratla oturduğum bir sırada, yüzünde o kocaman gülümsemesiyle geldi odaya.
Havadan sudan konuştuk 5 dakika falan. Laga-luga yani anlayacağın.
Sonra "iyi değilsin sen" dedi.
Baktı kömür gözleriyle gözümün içine içine,
beni bir açıklama yapmaya zorlarcasına.
'İşte bildiğinin ötesinde birşey yok' dedim. 'Sıkılıyorum.
Gelmek istemiyorum buraya, bir süre kimseyi görmek istemiyorum,
Herkes sussun, herkes kaybolsun' dedim.
'Pelerinimi kaybettim ondan oluyor' dedim.
"Görünmezlik pelerini galiba o" dedi.
Güldük. En azından çalıştık gülmeye.
'Benim biraz dinlenmeye ihtiyacım var' dedim haykırırcasına.
'İzin almak istiyorum ama, sıçtığım sıkışıklığında o kadar çok işim var ki...' dedim, bu kez sesim istemsizce titrerken.
'Bana bir kesit lazım, yeni bir başlangıç..(sessizlik)... dedim.
'Anlıyor musun ?' diye sordum en isyankar halimle. Anlaşılmak için bir nev-i çığlıktır ya anlıyor musun sorusu. Aynen öyle sordum.
Gülümsedi.
Hala dik dik gözümün içine bakan gözleriyle,
Hiç şaşırmayarak üstelik,
"Kızım ben her Pazartesi hayatıma yeniden başlıyorum sen ne diyorsun ?!?!?!" dedi.
Son 1 aydır sık yaşadığım bir his oluştu göğsümde.
Tır geçti yine üzerimden. "Her Pazartesi hayata yeniden başlamak".
Kelebek misali ve aynı zamanda içi bir türlü doldurulamayan Carpe Diem akımına en yakın versiyonda hayatı yaşamak.
Büyümüş gözlerim kendine geldi. 'Vurdu bu' dedim.
Bu kez gerçekten güldük....
'Deli (!)' dedim.
"Aynaya mı bakıyorum acaba ?!?!?!" dedi.
Kesit oldu meymenetsiz suratıma......
------------
Bugün Pazartesi.
Bugün hayata yeniden başlarcasına uyandım.
Yoğun, güzel ve güç veren bir enerjinin heryeri sardığını hissettim, geçip giderken sıkıntılarım üzerimden.
Yeni bir yıl başlıyor çok yakında.
Giden yılın son haftasına, içerisinde yaşadığım şu bir yılda, bana her türlü duyguyu itinayla tattırmasına şükran duymak için güzel başladım.
Bir nev-i şükretme hali yani.
2011 özel bir yıl olacak hissediyorum.
11'in yoğun yaratma enerjisini ve bizleri nasıl modifiye edeceğini çok merak ediyorum.
Kim bilir çok radikal kararlar aldığım bir yıl olur. Kim bilir ?
Hareket etmek lazım. Yaşamak lazım.
Nefes almak için yer açmak lazım...
Sessizliğimde gizlediklerim olacak bu yıl biterken.
Ve başlarken yepyeni bir yıl, özlediğim bir BEN yerini sağlamlaştırıyor olacak, inanıyorum.
Ben hala hayal kuruyorum, pek vazgeçeceğimi de sanmıyorum.
Hayallerim beni güzelliğe çağırıyor.. Algılanabileceği her anlamda...
Bugün Pazartesi... Bir dem vurasım geldi.
Güzel bir haftaya...

26 Aralık 2010 Pazar

Aşka dair bir hatırlatma

Öyle bir boşluk, kabul, boşvermişlik anıydı...

Onlarca yapacak işimin arasında verilmiş 10 dakikalık bir mola. Yine ve hep olduğu gibi kendimi bildim bileli, bir şiir okuma ihtiyacı.

Gayriihtiyari bakılan Nazım şiirleri.. Gülümseten, hatırlatan, iyi gelen ve nefes veren Tahir ile Zühre'nin o güzel hikayesi..

Aşka dair bir hatırlatma olsun istedim. Okuyucudan çok kendime belkide...

TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil

Nazım Hikmet

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yelda

Niye uyumak istemiyor canım ???
Yeldanın derin karanlığında, gökte muhteşemliği ile parıldarken dolunay
Bastıran uykuma inat ayakta kalmaya çalışıyorum.
En uzun gecenin derinliğini içimde hissetmeye çalışıyorum, beni sallayan rüzgarlara inat...
Hep mi böyle oluyordu bilmiyorum ama dışarıda ilginç bir karanlık var.
Tabak gibi ayın, hüzmelerinden ulaşan ışıkları kırarcasına bir karanlık hakim.
Güçlü, sessiz, derinden...
Puslu bir siyah ve herşeyi örtbas etmeye meyilli bir gece.
Aslında istemeden tedirginlik yaratan bir hal...
Dolunay var bu uzun gecede gökte göz kamaştırırcasına.
Ve ben içimdeki soruların tamamına hala cevap verebilmiş değilim,
Bu katran karası gece de bile...

21 Aralık 2010 Salı

Şu anda...

Tanrım bu ne biçim bir histir.
Çok garip. Çok boğucu...
Küçük bir kız çocuğu korkaklığıyla söyledim içimdekileri;

"Merak etme ama, galiba bu duyguyu söylemem gerekiyor
Şu anda kendimi boktan bir çaresizliğin ortasında o kadar küçük ve tek başına hissediyorum ki,
Kimse yokmuş gibi
Kimse duymazmış gibi sanki bağırsam
Ağlasam kimse mendil uzatmaz gibi...
İyiyim aslında,
Ama ne ki bu hal..
Nefesimi kesiyor, içimi buruyor alt etmek istermiş gibi..."

Dedi ki bekletmeksizin,

Sen bağır duyan gelir gelmezse de eğer, dert değil bağırmış olursun işte,
Ağla, mendil uzatan olur olmazsa koluna silersin...
İyi ol zaten sonuçta varmak istediğimiz nokta orası değil mi??
Bulunduğun hal ise umut ve karşılık durumlarının her zaman için evren zaman düzleminde kesişmemesinden kaynaklı olabilir...
Nefesinin kesilmesine gelelim;
Teşekkür ederim
Yakışıklıyım ama o kadar değil !!!

Ve beni hiç ummadığım kadar güldürdü...
Ve dağıldı bulutlar.. Açıldı gökyüzüm :)

Arkadaşlar seçilmiş kardeşlerdir, kardeşlerse zorunlu arkadaşlar...
Dostum, kardeşim, arkadaşım...
Ne diyebilirimki yürekten bir teşekkürden başka....

18 Aralık 2010 Cumartesi

17 Aralık 2010 Cuma

Dur da Dinle Ya-Hu!

"Bir kayboldum sonra tekrar belirdim, Masallardaki gibi bir varmışımmm bir yokmuşummmm"*

Gülümsüyorum...
Gözlerim ve yüreğimle.

Aslında beni üzen sayıca o kadar çok şey var ki.
Mesela bu ülkede yolunda gitmeyen herşey.
Her geçen gün, üzerimdeki "bu ülkede yaşamak" isteğinin altını boşaltan onlarca şey.
Bana en çok koyan haksızlıklar, sevgili ülkemde o kadar sık yaşanır oldu ki.
Sürekli yaşadığımız ve bize artık sıradan ve kabul edilebilir gibi gelmeye başlayan onlarca başka kavramlar gibi; haksızlık ve eşitsizlik olgularına da o kadar sık rastlanır oldu.
Ama yok ! Bu kendi kendime verdiğim bir söz. Hayatta olduğum müddetçe ve elimden geldiğince haksızlığa karşı duracağım. İster deniz yıldızlarını tek tek suya atan, ister kaplumbağaları ittirip suyla buluşturmaya çalışan masal kahramanlarının ütopik hikayesi densin, ben elimden geldiğince karşı duracağım...
Belki bu ülkede az kalan ve şapsallıkla yaftalanan bir kaç Don Kişot'tan biri de benimdir, kimbilir.

"Ben nice depremler gördüm kolay kolay yıkılmam"* diye başlıyor Sertab Erener'in güzel şarkısı...
Gülümsüyorum.
Ben daha çok deprem yaşarım belki hiç bilmiyorum. Ama kaybolsam da ben hep varım! Varlığımdan da o kadar mutluyum ki!
Korkunca ben de sakince ıslık çalarım...
Korkmamak için çokça konuşurum.
Aynı yerde çok kalamam ve haksızlığa gelemem. Riyakarlığa gelemediğim gibi. Ama riyakarlık da sıradanlaştırılıp yutturulmaya, daha da ötesi bizden bir parçaymış gibi hissettirilmeye çalışılıyor.
Ne acı!
Ne yazık! Bize verilen aklın tarafımızca kullanılamayışı. Yaradan en çok buna üzülüyordur herhalde...
Gülümsüyorum!
Çünkü biliyorum! Tüm varlığımla biliyorum ki bu düzen aslında paha biçilemez ama avuçiçine bile sığabilecek bir duygu sayesinde iyileşecek.
Zor iş, çooook zor iş sevmek!
Karşılıksız, kaybetme endişesinden uzakta, varlığını ortaya koyarcasına, değişmezlik ilkesiyle gücüne inanırcasına ve hatta, huzurda, sevgi ile hesap sorulacağına karşı olan teslimiyet duygusuyla sevmek kolay değil.
Sevgileri sınayarak gelmesi de sınavların boşa değil...
Hayat raslantılardan ibaret bir lunaparkın dar geçitleri kadar bilinesi değil.
Geç kalınır bu hayatta.
Sakındıkça eksik kalınır.
Koruyabileceğine inandıkça ne olursa, kim olursa olsun kaybedilir. Çünkü sana verilen görev OLMAKtır.
Yaşamak, anlamak ve kabul etmektir.
Korumak toz misali uçuşan insanın işi değildir.
İçindekiler içinde kalır korudukça şairin dediği gibi.
Boğar, küçültür ve izin vermez sevgiye.
Sevgi en kötü anları yaratırkende iyileştirir.
Yaşatır. Aşk gibi dağıtmaz.
Yakar ama kül etmez.
Konuşturur, ağlatır, özgürleştirir ve yüceltir.
Güven verir sevgi.
Kaybetme korkusunu 'Bir daha Sevgili'nin gönlü tedavi edilemezse eğer naparım' hissi ile yaşatır.
Sevgi yaşatır. Yolları yıkmaz; yapar, onarır.
Gizlenemez, örtülemez.
Kibir, gurur, ego, iştah, riya, yalan dolan, oyun girmez lugatına. Yalanın pembesi, beyazı, sihayı da keza...
Şefkat, masumiyet, sevinç, neşe, meşk, sohbet, huzur, ışık ve yoksunluğunda boşluk ve hüzün koyar oturduğu sofraya.
Söylemek ister Sevgili seveninin ağzından; anlatılsın, yayılsın, paylaşılsın ve iyileştirsin ister.
Aşk yıkar, toz eder. Sevgi törpüler, kırıkları onarır, sağlamlaştırır.

Hissedilir mi gerçek sevgi ?!?!?
Hissedilmez, bilinir...
Hep arandığın 'var olma sebebin', sonunda sana seni göstermek zamanı geldiğinde, sana apaçık bildirilir.
Hz. Mevlana onu yakacak Güneşi ile ilk kez yüzyüze geldiğinde nasıl bildiyse öyle bilinir.
Garip Yunus, dağda, taşta, çobanda, rüzgarda, suda nasıl bildiyse öyle bilinir.
Hacı Bektaş Veli nasıl sohbetinden hissettirdiyse öyle bilinir.
Birkez bilindi mi sevgi, rengi değişir hayatın; Yaşam olur artık Hayat.
Yaşanır olur artık bilinince Sevgilinin sevgisi.
Bir piyanonun siyah beyaz tuşlarının yarattığı girdapta kaybolmak başlar.
Bir kedinin kendiliğinden yanaşmasında hissetmek başlar.
Uzayan gecelerde, yalnızlığı tekbaşınalığa çeviren duygularla yaşamak başlar.
Hüzünler başlar sokaktaki çocuklara...
Celal gelir haksızlığa, kibre, kine..
ve kabul başlar...
Kabul !
Acizliğe, varlığa ve gücüne, iyinin kötünün aslında birliğine ve tesadüflerin yokluğuna...
Susmak gelir yaşamla.
Yaşarken çünkü önce DİNLEMEK gerekir.Dinle !
Okumak gelir sonra, görünenin altında olup bitenleri.
Okudukça öfkeler dinginleşir, nefsin hortlamaları yerini sevgiye bırakır. Yaralar fark edilir.
Ne denli bilinsede sevginin yaralara tek merhem olduğu, söylenemez susulur.
Susmak gelir peşi sıra.
Vakti geldikçe konuşmayı bilmek.
Kabul, dinleme, okuma, susma ya sonra ?
Sonrası çölde sahra...
Mevlevihanede Semah...
Fani bedenden şiir.. Mavi gözlerden Geylani, Kuddisi, Arabi...
Şarap şişesinde su, süt, vişne soda.
Güneş, ay, hava, toprak, soluk, nefes,
Dünya, Evren, Kainat,
Ölüm, kalım, ruh, beden, zaman, zamansızlık...
Sonrası, susulması gerekli eylemsizlik, eylem, varlık, bilinç...
17.12.10 Şeb-i Arus.
Gülümsüyorum ve üzülüyorum.
Yüreğimde sevinç, yüreğimde özlem.
Aşkın pek mühim, pek kıymetli hali.
Sevginin yaşamak hali. Yaşamayı öğrenmek gerek.
Sevmeyi, ölmeyi, varlığı öğrenmek gerekliliği gibi.
Gözleri temizlemenin, kabulü kuvvetlendirmenin ve yeri geldiğinde susmayı bilmenin lazım geldiğini öğrenmek gibi.
İnsan olmanın büyüklüğünü ve coşkusunu bilmek nedir öğrenmek gerek.
Dinlemek, duymak, SEVMEK ve özlemek gerek.
Tüm bunları gereklilikler kisvesi altında değil, nefes almanın sorumluluğunda yaşamak gerek.

"Bir varmışım, bir yokmuşum"* !
Ben hep varmışım, an gelmiş kaybolmuşum.
Sevgi ise...
Şeb-i Arusumuz mübarek olsun...
Şems'in, Yunus'un, Geylani'nin, Mevlana'nın yolunda bir dem alabilmek ümidiyle nice Şeb-i Aruslara...

* Sertab Erener'in 'Bir Varmışım, Bir Yokmuşum' isimli şarkısının sözleridir. Yazının yazılmasına eşlik eden diğer şarkılar ise Rengarenk albümünden 'Bir damla gözlerimde' ve 'Koparılan çiçekler' dir.



11 Aralık 2010 Cumartesi

Karar-lı-laş-tır-dık-ları-mız-dan mısınız?

Eheehehehe.....
Kahkahanın daha güzel bir yazılı ifadesi olmasını isterdim. Neyse... :)))
Şimdi heyhat, tüm dostlar,
Merkür geri çekiliyormuş, bu sebep ilen
Bolcenek düşünüp, bilimum miktar kafayı kırıp, yanında mümkünse bolcenek ağlayıp,
Yalnız pek mühimi;
Kesinlikle, kesin kararlar vermeden, kesin yargılara varmadan, sabırla dıdısının dıdısına karar içsel yolcuklar yapıp, tüm yaşantımızı baştan ayağı alaşağı edip, sonuçta ne kadan da boktan bir karmaşa içinde olduğumuzu görüp,
Sonuçta 5 Ocak itibariylen, boktanlaşmış olduğuna karar verdiğimiz hayatımızın, yıkılan tüm duvarları için, üzerinde saatler harcayarak biriktirdiğimiz çözümlemeleri ve kararları uygulamaya koyma vakti olacakmış.
Heh ! Harika, bayıldım.
Bayılırım zaten ben belaya.
Hiç düşünmezmişim gibi şimdi geçerli bir sebebim de var.
Neymiş efendim: MERKÜR GERİ ÇEKİLİYORMUŞ...
Tamam karar almak yok, yargılamak yok, gereklilik yok. Astroloji öyle söylüyor.
Koyver gitsin anasını satayım...
Oh oh.. Ben pek mutluyum bu işten şaka bir yana.
Bekle beni 5 Ocak gümbür gümbür geleceğim :)))

PS: Gizem dikkat balım Merkür Geri Çekiliyormuş :))

9 Aralık 2010 Perşembe

Güzeldi

Bir kitap okudum...
İsmi tozların altına gizlenmiş, yerinden hareket ettirilince etrafında dengelediği onlarca başka kitabı sarsacak ve düzeni bozacak tozlu bir kitap.
Çok kalın değildi.
Kısa, ama öz ve etkileyici romanlar vardır ya hani onlardandı.
Hani öyle bir çırpıda okunmaz.
Zaman ister, anlaşılsın ister, özen ister...
Her satırı kimi zaman gelir defalarca tekrar tekrar okursunuz, ama defalarca...
Tam olarak anladığınıza emin olmak istersiniz, hiçbir yanlışa ya da eksikliğe mahal vermeksizin...
Öyleydi işte bu aralar elimdeki kitap.
Daha ilk sayfasından bir oyunun içine sokuyordu okuyucusunu.
Sürekli sorular sordurtarak,
Her sayfasında başka pencereler yaratarak, hayata dair başka yakalaşımlar yaratıyordu.
Derinliğini alacasına saklamış, hertürlü insani duygusallığı, hayvanlığı satır aralarında saklıyordu.
Sonuna geldim kitabın.
Nasıl biteceğine, yine önüme serdiği yollardan hangisini seçeceğime bağlı olarak kendisi karar verecek.
Dolu dolu 2 aydır elimde bu değişik hikaye.
Klasikleşmiş bir konuyu, diğerlerinden apayrı biçimde işleyişi ile akla mıhlayacak her kitap gibi,
Bu kitabın da, ben de unutulmayacak olması pek bir aşikar.
Kimseye tavsiye edemeyeceğim,
Tüm ayrıntısını istesemde anlatamayacağım bana özel bir kitap.
Üzerimdeki etkisinden kurtulabilmek, daha doğrusu bu henüz pek mümkün olmadığından, etkisini biraz olsun hafifletebilmek için sığındığım büyülü İstanbul bile, kitabın içimde yarattığı hisleri tam olarak sönümleyemedi.
İlginçtir bazen böyle olur hani,
Bir film, bir kitap, bir oyun yada konser günlerce, hatta aylarca sizi sarsar sarsar durur ya,
Aynen öyle oldu.
Vapurda martılarla aynı nefesi paylaşırken,
Dalgalara gözyaşlarımı köpük yaparken,
Hala umudum var diyerek, gri bulutları ittiren güneş misali varlığı güçlendirirken de,
Çalışırken, sıkılırken, dostlarla sohbet ederken ve bilhassa içip şişede balık etmeye çabalarken de hisleri,
Kitabın, defalarca düşündüğüm her bir sayfasını içimde hissettim.
Her film amerikan sineması gibi mutlu sonla bitmediği gibi,
Her güzel kitap da beklenen sona sahip olamayabiliyor, biliyorum.
İçimde giderek artan bir his var ki, söylemesi ve kabul etmesi kolay gelmiyor...
Bu kitap güzeldi ve sonu ne olursa olsun,
Yarattığı tüm güzel / özel / farklı / farkedilir / unutulmaz etkilerin öyle kalması için,
Elden gelenin yapılması gerekiyor.
İnsan yanım böyle zamanlarda Allah babaya inceden bir sızlanmayla sormadan edemiyor,
Neden böyle oluyor, neden ???


1 Aralık 2010 Çarşamba

Delirtti bu düzen beni

Sıçtığımın sanal dünyasının,
İnsanların hayatlarına nüfuz ederek boka sarması ve
Yanında duygularının karmaşasını zerre kadar yansıtamayışının,
Ta...... sevgiyle noktalarım.....