31 Ekim 2011 Pazartesi

O kadar yani

Şarkıda geçiyor ya;
...make a woman out of me... the way you make me feel.... you and I reveal tonight...
O kadar yani...
Let's do it babe :)
(Hay anasını bu da Nike'ın sloganıydı değil mi? Öfff olmadı bak şimdi... )
Ehehehe ;)

Cem Adrian & Pamela - Anladım

Geri gittim bir an için.
Geçmeyi başardığımız acılara geri dönemiyormuşuz anladım.
Kalbimin yandığı o 2 koca yılı tamamen atlatmışım. Bazen şaşırıyorum ne yalan söyleyeyim. Hiç bitmeyecek sandığım bir yangındı çünkü.
Anladım'ı o zamanlar ya da onun askerde olduğu yıllar da dinleseydim bana ne olurdu hiç bilmiyorum. O kadarını kaldırabilir miyimdim onu da bilmiyorum.

Aferin bana ya! Valla benim kendime ettiğimi kimse bana yapamaz hep söylüyorum. Yine gece 03:35 yine ben Cem Adrian'la kendimi bok etttim.
Neyse bu defa, çok şükür dedim içimden. Çok şükür o yıllarda çıkmadı bu şarkı! İyiki çıkmadı ve ölmedi benim kalbim geri dönüşü olmaksızın.
Seviyor Yaradan beni..Yalnızca bok olmakla kaldım, bu geçer sonuçta....


Şimdi burada öpüşmüyorlar ya, olay da zaten o muhtemelen. Yani klipte koyan o.
Biraz açık olayım mı?
Daha doğrusu dileğimi dile getireyim.
Allahım, bir türlü gidemediğim şu Cem Adrian konserine sevgilimle gitmeyi nasip et Yarabbi.
Nasip et ben de duygularım sel olmuş akıyorken sevdiğim adamı öpüp nefessiz bırakabileyim ve bu garip karşılanmasın. Yani adamda korkup kaçmasın ! Amin :)

Kurban geliyor ya....

Nereden aklıma geldi kim bilir...
Anneannemler hayattayken çok önemli bir şeyi salık vermişlerdi "aman kızım unutmayın bunu" diye... Derlerdi ki, biz yoksulluktan ölen insanların olduğu yıllarından geçip geldik bu ülkenin ama yoksunluktan ölmezdi bizim zamanımızda kimse bu ülkede... Yoksunluk ve yoksulluğun arasında farkı biliyor mu acaba ülkemin değişen ve dönüşen halkı bugünlerde.
90 ların sonlarına doğru doğan ve gelecek aydınlık (!) nesli oluşturması beklenen ülkemin gençleri. Hiç sanmıyorum.
Telefonlarının markasının, facebook'taki arkadaş sayılarının, seviştikleri erkek/kadınların skorlarının hesabını tutan, etik'in etimekten türeyen bir kavram olduğunu sanan, anadillerini doğru dürüst konuşmayı beceremeyen, sevmeyi bilmeyen ve sevilemeyen, zaten düsturdan habersiz ve kimliklerinin bacak arasındaki skorla geliştiğini sanan ülkemin zavallı yeni nesli... Ben onlara bel bağlamıyorum, onlardan umutlanamıyorum ne yalan söyleyeyim.
Sonuçta onlar maddi varlıklarına rağmen yaşadığı buhranların içinde kaybolan ve isteklerini karşılayarak onları tatmin ve mutlu ettiğini sanan ve yanında Allah korkusu ile yetiştirilen ve maddi yeterliliği olmasa da şükür mekanizması salık verilen ama cinnetlerle adam keserken, kadın döverken ve kendi çocuğuna el sürerken bir türlü çalışmayan Allah korkusuna karşın fütursuzca çevresinin yüzüne bakabilen, ahlaksızlığı, vurdumduymazlığı, iletişimsizliği ve aşırılığı meşrulaştıran ve saygının ve sevginin eskimiş kitaplarda kaldığı, hatta kitapların kapılarından bile girip magazin dergilerinin yahut taraflı gazetelerin arasında yer bulamadığı evlerin yetiştirdiği çocuklar belki de...
Tabii ki bütün yeni gelen gençleri böylece çöpe atmıyorum ama gözlemlediğim çoğunluk ne yazık ki böyle. Onlar belki de bizim kendi içimizde yetiştirdiğimiz kayıp kuşağımız. Belki de onların misyonu bozulan düzenin içerisinde duyarsızlıkları ile farkındalık yaratmaktır bu da mümkün hani.
Neyse...Başa dönecek olursam, yoksunluk ve yoksulluk Kurban Bayramı'nın yaklaşması sebebiyle geldi sanırım aklıma. Şimdi çıkar bir grup ortalığa "ayyy, çok fena çok, içim kaldırmıyor, yazık hayvanlara, ne iğrenç bir gelenektir bu, böyle dini vecibe mi olur" vs diye konuşurlar babam konuşurlar...
Şimdi buradan itibaren bir kaç satır o sevgili milletimin pek saygıdeğer ve moral değerleri ve insanlığı yüksek kaliteli kesimine...
Bak güzel kardeşim. Peşin peşin konuşalım sen şimdi beni cani ilan edersin yazdıklarımı okuyunca. Benim gibi caniye gel sen kurban ol önce. Hayvanları sevmiyor dersin ne haddineyse. Ben çocukluğundan beri allerji illeti ile uğraştığı için hiç bir hayvanı olamamış ve bunun acısını ve ezikliğini sokaktaki kediyi, köpeği besleyerek, hayvanlara tekme atıp eziyet eden çocukları dövmekten beter ederek, bir karıncayı ezmemek için düşmeyi göze alan akrobasi hareketleri ile yürüyen bir insanım. Sana bu ön girizgahı vereyim de bir yut söyleyeceklerini.
Şimdi canım kardeşim, hani geliyor ya kurban, hani söyleniyorsun ya sen, "ayhh nereye kaçsam, kaçsam da bu rezillikleri bu caniliği görmesem" diye. Önce, Allah aşkına git. Belli ki yastık altı paraların var senin. Muhtemelen Ülkemin açlıkla boğuşan insanlarına bir şekilde ulaştırmadığın, depreminde selinde ve çeşitli afetlerinde o kıymetli paranla aldığın çadırı, giyeceği, ekmeği yahut kefeni bir türlü becerip de gönderemediğin ama yurt dışına "kurban faciası" dediğin bok yüzünden çıkmana yarayan paran. Hani okutulmayan bir kız çocuğu için harcayabilecek olmanın muhtemelen aklına gelmediği, yaşayabilmek için evinden kaçıp acı ve korkuyla Mor Çatı'ya falan sığınan zavallı kadınlarım için yardım etsinler diye o derneklere, TEV'e ya da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne bir türlü gidip bağışlayamadığın ama birileri o dernekleri kurduğunda "aferin bak Vatansever" dediğin insanların kıçlarını yırttığı şu ülkede,  seni kurbandan koruyabilen kıymetli paran. Vay anasını yahu!. Bak şimdi sana ne diyeceğim sen kaç ve git ve görme aslında olan biteni. "Neyi göreceğim?" diyorsun değil mi?... Canım kardeşim, sen kurban kesen ekonomik profilin farkında mısın acaba. Hıh? O dar gelirli ekonomik seviyedeki halkım kesiyor o kurbanı genelde. Kesiyor evet. Dualarla, hayvanını severek, dokunarak, hayır olsun diye niyetlenerek. Kesiyor, komşusuna, mahallesinin açına, yoksuluna, yoksununa veriyor, et yediriyor. Et hani bilir misin sen, beslenme üçgeninin yaşam için gerekli ve beyin gelişimini sağlayan besini, temel protein kaynağı et hani. Hatırladın mı?
Olmayan parasıyla kestiği kurbanını dağıtıyor yani benim güzel halkım. Hani depremde en çok depremzedelerin birbirine yardım etmesi, tek göz odalı evini evsize açması misali. Halbuki sen muhtemelen kocaman evinde belki de yalnız yaşıyorsun. Yahut çekirdek ailenle bir odayı da çamaşır odası falan yaparak. Hani şımarıklık olmayan 'çok şükür var' bir hazımla...
Bak bir de işin ne boyutunu göstereyim sana. Kan akıyor ya orda hani, kurban ya zaten adı. O kan iyi geliyor bir takım insanlara. Kime mi? Kim mi bu vahşiler. Söyleyeyim, içindeki sürekli artan öfkesini çıkaramayan ve katil olma eğilimli manyak genine sahip, bunu bilmeyen, öfkesini etrafından çıkaran ama bir yandan da pişman olan, hasta olduğunu zaten bilmediği için de tedavi edilebileceğini, en azından ne yapması gerektiğini bile bilmeyen zavallı ve çaresiz insanım o vahşiler ve evet rahatlatıyor o "kurban anı" onları. Çünkü büyük bir güç hissi yaratıyor o 'can alma' durumu üstlerinde. Dexter dizisini büyük bir iştahla ve heyecanla izliyorsun belki ama ben bunu söyleyince yüzün ekşiyor belki kim bilir. Belki bana hasta diyorsun. Ne desem boş. Ben sadece olan biteni söylüyorum sana. Bir kısmı da var ki halkımın, akan kanla haset eden gözlerin, büyünün, belanın, kötülüğün akıp gideceğine inanıyor. Sonuçta bu bir emir. O etin de hepsini alıp stoklayıp yemiyor dağıtıyor ki dağılsın kara bulutlar... Tabii ki stoklayan arsız ve aç gözlüler de var. Onlara da gidiyor bu sert tepkim sen hiç merak etme.
Ama sen yok musun sen... Nasıl sinirliyim senin modeline biliyor musun?
Şu Yeşilçam filmlerinde parasıyla herkesi ve her şeyi satın alabileceğini sanan zengin kötü adamlar vardı ya hani, onlardan bir farkın yok gözümde. Sen parasını bencilce kendi refahı içinde harcayan o kötü adamsın.
Ben sosyolog değilim canım kardeşim sen onu da sorarsın şimdi. Ben bir bilim insanıyım. İnsanlık için insanla uğraşan bir bilim insanıyım. Yanında en temel hobim farkındalık. İnsanları gözlemek ve okumak insan psikolojisini. Felsefe hani bunca yıllardır insanlığa yol göstermeye çabalayan o kıymetli düşünürler. O seni yurtdışına kaçıran paranı kitap almaya harcarsın dimi sen, entellektüelsindir de sen bence....
Şimdi yukarıda okuduklarından sonra, bir durup düşünüyorsan ne ala. Ben amacıma ulaştım demektir.
Ama hiç düşünmeden, ekşimiş yüzünle ayy manyak diyorsan ve kendi muhteşem dünyana kaldığın yerden devam ediyorsan al sana benimle ilgili fikirlerini pekiştirecek bir cümle daha.
Git güzel kardeşim, siktir ol git, durmadan, arkana bakmadan git. Senin gibisi bu ülkede ne artı bir ne eksi bir.
Koş canım kardeşim koş, inan bana tutan yok seni...   

 

26 Ekim 2011 Çarşamba

Van'la nefes almak....

Yazmayacaktım bu yazıyı...
Yaşamaya devam etmeye çalışıyordum ama yapamadım.
Son 10 gündür derin bir acı var bedenimin ve ruhumun her zerresinde. Yas tutuyorum içimde. Dışarı çıkmıyor, kendimi çalışmaya vuruyor, gözlerimin sulanmasına engel olamıyorum. Hayata hiç bir şey olmamış gibi devam edenlere öfkeleniyorum. Dünya mı midemi bulandırıyor bir bütün olarak yoksa midem mi artık gördüklerini kaldıramıyor bir türlü karar veremiyorum.
İzlemedim haberleri, okumadım gazeteleri, internetten bile bakmadım yani gazetelere...
Kaçtım bir süre. Ama her akşam biraz daha uzun bir süre baktım sosyal medyaya. En son bugün Twitter'da bir kullanıcı şunu yazmış ve daha fazla kayıtsız kalamadım.
" tarifi yok bu acının yunusla birlikte bende öldüm...üşüyorum...yüreğim göçük altında hawarrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr @yarendeniz68"
Bu cümle tam olarak hissettiklerimi dile getiriyordu. Ben de öldüm Yunus'la. Parçalandı ruhum. Hissettiğim acı tarifsizdi.
Bugün tüm gazeteler fotoğrafını basmadan önce, dün akşam görmüştüm onun o kömür karası gözlerini. Nasıl mutlu olmuştum yaşadığını görünce. Ama bu mutluluk çok kısa sürdü içimde. Sonra o eli gördüm Yunus'un omzunda. Dillere pelesenk olmuş bir cümledir aslında "ölümün soğuk eli" ama bu kez ölüm buz gibi ve giderek ağırlaşan bir bedenle minik Yunus'un üzerindeydi. 'Yaşarsa eğer' dedim içimden, 'ölümü bu denli üzerinde hissetmiş olan bu yaşta bir çocuk, atlatabilecek mi? yaşamaya devam edebilecek mi? acaba' diye düşündüm.
Tutunamadı Yunus hayata. Dedim ya parçalandı ruhum. Bir tarafım da, onun ruhunun, gittiği yerde, tüm perdelerden sıyrılmış olarak her şeyi daha açıkça anladığını düşünerek bir nebze olsun rahatlıyor.
Fakat yine de aynen yarendeniz68 rumuzlu twitter kullanıcısının dediği gibi tarifi yok bu acının. Yunus'un ölümüyle ben de öldüm ve ölüm nicedir bu denli koymamıştı, şu on günde koyduğu gibi.
Sadece Yunus değil tabii, Serhat var, adını bilmediklerimiz var, bebekler var.... Onca çocuk, kadın, ihtiyar, İNSANlar yani, ölenler İNSANlar...
Ağız dolusu isyan edesim var ama yapamıyorum. Tıkandı kelimelerim, koca bir düğüm boğazımda kahkahalar, mutluluklar ve vurdumduymazlıklar. Şehitlerle aldığım nefes Van'a kardığım nefes halini alırken ölümle yine aynı mücadeleyi yaşıyor içim.
NEDEN?
Bedenin toprak oldu Yunus ve ruhun bizi aydınlatsın diye daha yüksek bir mertebeyle gönderilecek; hiç bir şeye değilse bile işte buna eminim...

Ah Nazım, yine sen dönüp dolaşıp sığındığım yer....
Kız Çocuğu şiirinden iki dörtlükle bir geceyi daha çöpe atarken Ya Sabır Ya-Hu demekten başka bir şey gelmiyor ne yazık ki elimden....
Kapıları çalan benim, 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem, 
göze görünmez ölüler...
...
Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin, 
şeker de yiyebilsinler..

22 Ekim 2011 Cumartesi

Niyaz - Allahi Allah


Niyaz TDK'nın verdiği kelime anlamı olarak yalvarmak, yakarmak anlamlarına gelen bir kelimedir.
Niyaz benim için ne anlama gelir?
Yüzleşme demektir.
Bugüne değin hiç açılmamış iç labirentlerime ait kapıların zorlanması. Kimisinin sonuna dek açılması.

Niyaz'a dair söylenecek çok sözüm var aslında, ama şimdilik yalnızca bu şarkı için karaladıklarım çıksın ortaya...
Allahi Allah şarkısını ilk dinlediğim anda bana hissettirdikleri anlatılmaz-tılamazdı. O yüzden, kendimden geçerek yazmıştım saatlerce... Sonra, bir dosta gönderdim yazdıklarımı....Ondan saklamasını rica ettim. Ama şimdi onun da izniyle çok ufak bir kısmını paylaşıyorum... Niyaz'ın bende yarattığı fark biraz daha anlaşılsın diye...
"Don Kişot"'un da izniyle...

....bir anda çölde buldum kendimi. Bir çadırın kenarında, ayaklarıma ve ellerime hatta gözümün bir kenarına çizilmiş herbiri bir anlam içeren çizgilerin oluşturduğu ilginç ama değerli dövmelerle, üzerimde sert esen çöl rüzgarında uçuşan yerel bir giysiyle, öylesine ipek gibi kumun üzerinde oturuyor bir halde buldum kendimi. Alacakaranlık vaktinde gökte tabak gibi ay görünürken canlandı tüm resim gözlerimin önünde. Yalnızdım, Çölde Çay filmindeki kadar çaresiz ama oradaki kadar cesur bir halde… Gözlerimi gördüm bir anda. Hüzünlü bakıyorlardı, sebebini bulamadım… Kapandı perdeler ve yeniden bulunduğum yerde uyandım....



...Şarkıyı kaçıncıdır dinliyorum acaba? 20 ! belki daha fazla...
Sonra tekrar çöle dönüyorum.. Çadırın kenarına.. Boktan boşluğun tam ortasına.. Aydan başka bir ışık, bir yol arar gibi gözlerim.. Belki bir kuzey yıldızı. Hüzünle bakıyor derin derin uzağa.. Kara bir gece, koyu siyah bir örtü misali üzerinde fikrimin gökyüzü. Heybetinde küçük kılıyor, üstüne üstlük bir de uçsuz bucaksız yayılıyor zaman ilerledikçe… Derinden bir müzik sesi geliyor tanıdık gibi ezgileri; bir ud, bir bağlama, vurmalılar, kadife gibi bir ses… Bir anda sonsuz gibi görünen çölde kendine bir dans pisti yaratıyor ruhum, ve ben orada öylece oturmuşken bedenim benden ayrılıyor; sakince, sanki dua ediyormuş gibi dans ediyor – gözleri kapalı karanlığa inat.. Ruhumu özgürleştiriyorum dans ederken.. ve dua ediyorum zamanın yokluğuna, varlığa, düne bugüne, yarına. Çaresizliğimde çaremi buluyorum… Ben varsam, gerisi yok olsa ne yazar...
Gözlerimi açıyorum odamdayım.. Arası yok gibi. Trans gibi.. Sezgimsi, emin olunamayan ama bilinen sürreal birşey; ben gibi, sen gibi, Salvador Dali kokmak gibi..
Karıştırıyorum, karıştırıyorum, bozuyorum… Böylece ipin ucunu görmek kolaylaşacak. Karışık ipler kolay çözülür dikkat etmek lazım yalnızca biliyorum..
Şarkı bitiyor ve selamlıyorum sessizce beni izleyen her bir kum tanesini…
Ruhum bedenime yeniden yerleşirken gözlerimde alışkın olunan bir ışık oluşuyor..
Tenimi yalayan rüzgar dövmelerimde can buluyor ve uyumak için güne veda ediyorum aynı sessizliği bırakarak geride...
.......



16 Ekim 2011 Pazar

Çılgın-lık

Çılgın bir zaman diliminin bitişine yakışır gerçekçi bir sonucu olarak akıllarda kalıcı bir çılgınlık yapasım var.
Tehlikeli sınırların zorlanmasında hayır olmaz pek.
Bunu bile bile yine de inadına üzerine gitmek ve çılgınlık yapmak istiyorum.
Monoton gelmeye başladı bu ara bana hayat feci halde.
Neden böyle oluyor anlayamıyorum.
Aslında, içimdeki his daha çok aşka duyulan özlem.
Hani nefes kesen, neşe veren, gülümseten bir aşka duyulan özlem...
Aşksız kalmamak insanın elinde... aşksız kalmadım ben..
ama öylesi değil.
Şöyle çarpıcı, akıl alıcı ve freudyen bir aşk hani...
Yani çılgınlık hali!
Bu yaştan sonra öylesine çılgın olmak istemiyorum aslında ama bir taraftan da hayatı .iktir etmek yok mu?
İşte o his insanı genç ve özgür hissettiriyor...
Niye bilmiyorum. İçimdeki çocuk biraz vazgeçmiş halde bu ara. Kendimi yorgun hissetmemin sebebi bu belki de...
Yani sözün özü, uzatmaya da gerek yok hani;
Çılgın bir zaman dilimini deneyimleyip, gerçekçi bir sonu olsun diye akıllarda kalıcı bir çılgınlık yapasım var.
Hadi hayırlısı...

15 Ekim 2011 Cumartesi

Yalnızlık

Yalnızlığa bu denli taktığım bir dönemde beni vuran ve duygularımın tercümanlığını şaşırtıcı bir şekilde birebir yapan bir tiraddır birazdan dinleyeceğiniz...

Evlat! dedi bana da Zerdüşt geçenlerde,
Duraksadım böyle yumuşak yaklaşınca...
"Evlat, değiştirmediğin müddetçe kendini biraz olsun, Yalnızlık denilen avare ile hep dertte olacak başın" dedi.
Kesilen soluğum ciğerlerimi zorlar olduğunda fark ettim,
yaşamak için nefes almaya devam etmem gerektiğini.
Düşünme eylemine ara verdim ve devam ettim gelişine yaşamaya...


Yalnızlık - Altan Erkekli (Bana Bir Şeyhler Oluyor)


"Yalnızlık,
her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında
tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir
kıymetini bilmelidir, dedi.
yalnızdır insan
hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.
kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.
insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı
ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.
tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın
aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi
aşık olun!
gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı
nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri.

evet söyledi
ya da ben duydum
duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri.
evet duydum söyledi
her duyduğumda ağladım
pek çok ağlayışım sırasında duydum.
kalbim tutanak tuttu duyduklarıma
soruldu, dedi, cevap alındı
yaşamak, dedi, tek marifetiniz -biraz özen gösteriniz.
zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter -mazlumlar dahil, dedi.
ama yapmayın, o daha bir çocuk, dedi tanrı.

ya gördüm neyleyim
insanlar vardı duvarın içinde.
ya ben hep duvara konuştum
ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var.
nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar.
bilmiyorum,
belki de ben gerçekten delirdim
onlar haklı belki de.
içinde değil duvarların insanlar
sadece arasındalar."

11 Ekim 2011 Salı

Çıkamayan Ses

Bu ara dost meclisimin kadınları dağınık.
Benim de kafam dağınık ve yanında yorgun şu zavallı bedenim.
İnsan dostlarına karşı sessiz kalabiliyormuş bu ara deneyimliyorum.
Öyle bir suskunluk ki yaşadığım,
boğazımda bir yumru,
gönlümde bir isyan ve sessizliğimde saklı bir çığlık yaratıyor...
Benim kızlara, benden fayda gelmiyor. Elden bir çarenin gelmediği gibi.
Üzülüyorum ve üzüntümden başka bir de öfke hissediyorum.
Onları bu denli üzen tüm düzene ve canlarını yakan o zat-ı muhteremlere karşı...