31 Mart 2012 Cumartesi

Bir de

Kafalarımızın içindeki bir takım "olmaz"lara dayandırdığımız çeşitli kabuller, istemsiz ön yargılarla kendimizi korkulara teslim edip, isteklerimizden, hayallerimizden kaçmamıza sebep olur...
Bu böyle...

Nereden bileceksin ki...

Sen beni nereden bileceksin ki?
Nasıl severim, nasıl söverim, nasıl yaşarım bilmezsin...
Yavşaklığın beni acıttığını, dürüstlüğün yalnızlaştırdığını, aşkın bana hep iyi gelmediğini nereden bileceksin beni tanımadan.
Sadakat duygumu, aşıkken yumuşayan inadımı, Yaradan'a olan mesafemi bilemeyeceğin gibi.
Sen beni sana uzak sanırsın Orhan Abi'yi geceler boyu dinlediğimi, İbrahim Tatlıses seven bir babam olduğunu bilmeden.
Sen beni snob aydın kısmısından sanırsın, müzeye, operaya, tiyatroya,dansa giderim diye,
parkta sevgiliyle ele ele oturmanın, en uzun hatlı otobüste ring atıp insanları gözlemenin, yer sofrasında yemek yemenin keyfini bilmediğimi zannederek...
Güzel bir arkadaş olduğumu, gerçek duygularımı bulmadan "nasılsa yolda severim" diye sevgili olmadığımı, sevdiğim adamı boğmadığımı bilmeden bana uzakta kalırsın...
Güçlü ve özgür halime aldanırsın, bu kadın bana zor dersin; gücü paylaşmayı, özgürlüğümü yanımdakiyle birlikteyken yaşama isteğimi anlamazsın...
Anladıkça sever insan ama,
içimde tuttuklarıma giden aşılması gerekli mesafeyi almazsın sen,
beni sevmeye niyet etmediğinden...
İşte bütün mesele bu!

24 Mart 2012 Cumartesi

2 de 1

Aynı güne sıkışan iki buluşma.
Her ikisi için de ayrı bir kaygı, karın bölgesini rahatsız eden...
İlki çok güzeldi... Tadı damakta kalan, bir daha olsun diye kıvrandıran türden...
Umut edilen her şeyin gerçekleştiği, samimi, içten, şaşırtıcı ve zeka seviyesi çok yüksek konuşmalarla bezeli, kaçırılan bakışların, yakınlaşmak istenen uzakta kalmaların eşliğinde ve belki de kızaran yanaklarımın damga vurduğu güzel bir Cuma akşamı başlangıcı yarattı.
Hatta aklımda kalan bir soru bile bıraktı cebime katıp, gecenin bir sonraki programına taşıyacağım; "çok merak ediyorum ne var o çantanın içinde?".
Sonra diğer program.
Sevilen bir kız arkadaşın hatırına, bir önceki keyif veren birlikteliği bıraktıran, ne üdüğü belirsiz saçma sapan bir çokluluk hali.
Yine boktan adamlar ve boktan kadınlarda oluşan bir çokluğun içerisinde, kendi halinde varlığını sürdürmeye çalışan bir kaç kişiyiz...
Etraf boktan adamlar ve boktan kadınlarla çevrili... Umarsızca kadınların içine düşen adamlar, et pazarlamaktan hoşlanmakta olan aptal kadınlar...
Üzerime geçirdiğim "ah ya ne kadar eğlenceli" modunu yaratan maskeyi ancak 2 saat taşıyabiliyor, ardından yüzümün ekşimesine engel olamıyor, içimden geçenleri acıtarak, haykırırcasına söylemeye başladığımda gece 12'yi vuruyor ve 5 dakika içerisinde tüm eşyalarımı toparlayıp benim gibi bir kaç kişiyi öperek son hız bu boktan çokluğu terk ediyorum.
Eve geldiğimde, şu koca güne dair aklımda kalan 3 şey ise gerçekten ilginçti...
geçen son 3 saatten daha geride kalması gereken o soru, şaşkın iltifatlarımdan sonra bir anda gülümsemeye başlayan bir yüz ve beni utandırmayı başarmış bakışlar...
Ha bir de, yeniden hatırladığım ve tüm anılarını tek bir cümle ile temize çektiğim, yepyeni beyaz bir sayfaya yazılan PIA, Atilla İlhan'dan...

 

23 Mart 2012 Cuma

Bi' Umut

Samimi ve keyifli bir gün umut ediyorum...
Gereksiz benlik savaşlarının yaşanmayacağı, özden gelen ve samimiyetin hüküm süreceği hatırda kalacak ve tekrarlanacak bir gün...
Umut ediyorum... Nicedir belki de ilk kez ısrarla üzerine gidiyorum...
Çekincelerimin.
Olması gerektiği gibi.
Bi' umut diyorum.
Güneş güzel doğacak... Duyuyorum...

18 Mart 2012 Pazar

Haheyt (:

Ben çok özel bir kadınım ya...
Bir kere daha hissettim şu son iki gündür.

17 Mart 2012 Cumartesi

(!)

Ölüm!
Senin pek bilmediğin ve büyümekle ilgili ahkam kestiğin,
Benimse ilk 6 yaşında tanıştığım ve 15'ine gelmeden peş peşe 5 aile ferdini toprağa teslim ettiğim,
hayatın bir nev-i özgürlük anı!
Ama dostum, bana gelip de ölümden bahsetme...
Yahut hiç kimse ölmemişken sevdiklerinden, bana büyümekten de bahsetme...
Çünkü sen bilmiyorsun yüreğini dağlarken kaybetmenin acısı, Yaradan'la mücadele etmek nasıl eğer boynunu insanın...
Neyse dostum, diyeceğim,
ölüm bir çığlık uzağındaydı hayatın,
yaşamsa farazi acıların peşinde hayatı bok etmeye değmeyecek kadar kısa!
ya erdemlerinle yaşamayı seçersin ve İNSAN derler sana,
yahut bir yaprak misali rüzgar nereden eserse oraya gidersin,
ve gün gelip de ölüm kapını çaldığında,
ardından çınlayan kuru bir Helal Olsun duyarsın tanımadığın kalabalıklarca seni dolaştıran rüzgara bırakılan...  

Son Üç Gün; II - Hayallerin Peşinde

15.03.2012
Dostuluğun çok ötesindeydi ilişkimiz... Tek çocuk olan benliğim, kimseye onun kadar güvenmemişti..
Güvenimi derinden sarstığı da oldu hani. Olmadı değil.
"Çok fenayım, korkuyorum, kimi istiyorsan topla gel, yeter ki evde olun, iyi değilim" dediğimde gelmemişti.
İyi değildim. Ömrümde hiç o kadar hasta ve yanında hiç o kadar yalnız kalmamıştım.
Büyümek neydi anlamıştım. Yalnızlığın ise ne boktan bir şey olduğunu, duvara toslayarak öğrenmiştim. Gelseydi eğer, "25'ine kadar ne çok şey öğrendim" diyemeyecektim belki de...
Kavga ettiğimiz de oldu. Çok kez hem de. Yani, çok sıkı ettik üstelik o kavgaları.
Kimisini bağırış çağırış, kimisini sessizce... Çok kez meraktan öldürdüm onu, bana sarılıp yaralarımı sarmaya çalışırken "bırak beni" isyanlarıyla kaçtım elinden. Tüm öfkelerimi, tüm isyanlarımı çok kez üzerinden boşalttım, dost değil, paratoner zannettim kim bilir kaç defa... Allahı var ya,  hepsini alttan aldı...
Ben "Ya Allah" dedim, o "ya bırah gözünü seveyim" demedi durduğu yere rağmen. Ben ona inan demedim, onun bana inanma demediği gibi...
Ben, "yanıyorum" dedim; aşk acısıyla tutuştuğum ve varlığı yitirmenin eşiğinde olduğum yıllarda, dostum bana, "yaz" dedi, "sev" dedi, "gerekiyorsa öl" dedi, hep sonuna eklediği gibi "yanındayım kuzum, düşmene izin vermem ya da gerekirse ben düşürürüm seni, kalkmayı öğren diye" dedi...
"Kadınla erkek dost olamaz" dediler hep, "sizin iş bir nev-i ayak, arkadaş ayağı göt ayağı" dediler; onlara inat değil, bize sevap niyetine, dost değil kardeş olduk biz giderek daha da bağlanarak...
Eleştirmek için hep doğru zamanı bekledik... Egolarımıza yenik düşmedik, eleştireceğiz ve açık olacağız diye candan bezdirmedik, kırdık gerektiğinde birbirimizi, sırf anlasın olanı biteni diye ve bildik samimiyetin sözlere sığmadığını, her can yakan konuşmanın sonunda, sarılışarak nemli gözlerimizi silerken..
Ağlama krizlerimi sakinleştirmeye çalışırken nice kız tarafından göz hapsine alındı ama Ankara'lı bir dostluğa sahip olduğumuzdan, tişörtünü gözyaşlarımla ıslatmama ve kızları kaçırmasına sebep olmama hiç kızmadı.. Dinledi tüm aşklarımı, herkes "e yeter artık git söyle de kurtulalım" derken, o bana cilveli kadın olmanın inceliklerini saydı ve benim için hep plan yaptı...
İtinayla törpüledi hırçın hallerimi... Düşünün ki, üniversiteden sonra, törpülenmiş olan tüm o hırçınlığım, her ortaya çıkışında ne kadar çok kez sinir yarattı kimilerinin üzerinde...
Lisede erkeklerle büyümüş kız birader Aysu'dan bir prenses yarattı; metamorfoz misali yaşanan bu değişiklik Gregor Samsa'nın ki kadar sıkıntılı zamanlar yarattığında ise bir an olsun yanımdan ayrılmadı... Alışmadık götte don durmaz der atalarımız, "alışmadık dişide, cilve yavşaklık yapar" anlarında müdahaleden eksik kalmadı...
En içimde tuttuğum hayallerimi konuşmadan bildi, beni hep çok dikkatli dinledi, toplulukların ortasında yaşadığım tedirginliklerin hepsinde, inanmadığı halde sezgilerime hep güvendi... Birbirimizi hiç görmeden, yalnızca temas ederek oturduğumuz anlarda bile önce o anladı, aşık olmakta olduğumu, sıkıldığımı, gerildiğimi ve korktuğumu...
Hep kibar, hep saygılı ve hep çok çatlaktı... Boku çıkana kadar yaptıklarımız listesini yazmak için ihtiyacımız olan geniş alan hiç bulunamadı ve büyüdükçe vukuatlarımız hep çoğaldı...
Aynı yere bakarak hayal kurduk biz hep.. 4 kişilikti hayallerimiz her defasında, sevgililerimizi o hayallerden hiç esirgemedik biz aslında, onlar bizi hayatlarına katmayı itinayla ihmal ettiklerinde bile... Öyle aynı yere bakarak kurduk ki o hayalleri, saniyenin onda birinden bile daha az zamanda kayan bir yıldızı aynı anda görüp dilek tutabildik... Tabi ki ardından saatlerce güldük "olur mu hiç böyle şey" diye diye...
Şimdi ben 25 o 27 oldu aradan geçen koca 7 yıldan sonra. Sayesinde hala olacağım günleri yaşarken, çocuklarımın da, benim ki gibi deliden hallice bir dayısı olacak...
Artık tek çocuk değilim hani... Onu başkalarından bir kaç gömlek daha fazla sevişim de bundan ötürü...
Doğru dürüst görüşemediğimiz hayatın koşturmacaların ortasında ve rüşt ispatlama mücadelesinde geçen bu yıllarında bize geldi kardeşim bu gece... Konuştuk bolcana.. Akıl danıştık.. Dert yandık karşılıklı.. Güldük çokçana. Kaşlarımız çatıldı ara ara kaygılandık olan biten için.
Beraber geçirdiğimiz kıymetli vaktin tam ortalarında bir yerde "gel bak ne izleteceğim sana" dedi...
Kimlik bunaltılarının arasında, kariyerimi ve hayatımı dengelemeye çalıştığım ve hiç farkında olmadan hayallerimi yitirmeye başladığım şu günlerinde yaşamımın, tepsiyle sundu bana peşinde koşulacak bir hayali...
İki çılgın mühendisin Dünya turunu izletti bana canım kardeşim (www.baskaturlubirsey.com).
Tüylerim diken diken ve gözlerimde yaşlarla bitirdim videoyu... Baktım suratına nolur, biz de gidelim dedim...
"Gidelim, başla biriktirmeye paraları" dedi.. Gidelim dediyse, gideriz! Yaparız dediği her şeyi yaptık bugün dek. "Nereye gitsek ki?" dedim, "bir rota çizmek lazım" diye ekledim. O an gördü gözümdeki ışığı, yeni bir hayalim var artık... Gezeceğiz kardeşimle Dünya'yı.. Yapacağız. Kim bilir belki 4 kişi oluruz, kim bilir! Gün gelecek Dünya'nın farklı yerlerinden attığımız kartlarla selam yollayacağız dostlara, ailelerimize...
Canım kardeşim, biraderim, kankam ve dostum... Hayallerin peşinde geçen bir ömür bekliyor bizi... Çocukluk geride ve başka türlü bir şey bizim istediğimiz...
Rbl'im var ol, çok yaşa, paylaş ve yakınımda ol biraderim...
Seviyorum seni...  Muck :)

16 Mart 2012 Cuma

Son Üç Gün; I - Yüzleşme

14.03.2012
Hoş bir sohbet başladı aramızda.
Sözlerimizi bölen yalnızca sözsüz ama etkili ve derinleri kurcalayan cinsten bir müzikti.
Türü belirsiz, tarzı değişken...
Aramızdaki yaş farkı ve hemcinslere ait ortak algılar, konuşulmayanın anlaşılmasını kolaylaştırıyordu.
Aşkı, kırgınlığı, sorumlulukları, erdemleri ve kenarından köşesinden benlik çatışmalarını konuşurken, ağzımdan dökülen bir kaç kelimeden birini yakaladı...
Tutulmalardan bahsetmeye başladık sonra... Tutulmaların bizi kıstırdığı yerlerden...
Gölgemi, saklandığı yerlerde rahatsız ettik biraz. Amaç başta belirtildiği gibiydi; yani yüzleşme...
Bir kaç basamak aşağıya indik. Sonra bir kaç büyük adımla geri düştük bu kez zıplayarak.
Dibin de dibinde bir yerlerde gizlenmekte olduğuna inandığımız bir kaç kıskacı aradık..
Tam manasıyla bulduk diyemem aradıklarımızı, ama oldukça yol kat ettik kıskaçlara doğru yaptığımız yolculukta...
Yüzleşmenin başlangıcı hayatının anlamsızlığına yeni bir heyecan katıyor gibiydi...
Gerçeğin acımasızlığı üzdüğü halde, yeni rüyaların haberciliğini yaparken, yaşamı yeniden ele almanın dayanılmaz hazzı, tüm geçmişi geride bıraktırıyordu...
Sakince, hırpalamadan, ancak bu kez bir daha dönüp bakmamacasına...

14 Mart 2012 Çarşamba

Seçmece

Aniden.
Birdenbire, beklenmedik olandan
Beklenmeyene.
Dilegelen bir dünya,
Vahiy gibi, en çok ona benziyor.
Baharın karnını öptüğüm rüya.
O yüzden "ayak"landım, yukarı ağdım.
Sana vardığımda ağlamam bundan.

Birhan Keskin

Karagözlüm bir kağıda yazıp masama koyduğundan beri bakıyorum bu şiire, öylece, sessizce...
Küfreder gibi geliyor bir an, sonra şefkatle okşar gibi..
Bir yandan ise silkelen diyor, kendine gel der gibi...

Şiirin altına iliştirdiği notuyla sevgili kız arkadaşım karar vermeye doğru yönlendiriyor aslında, "bırak birileri de senin göz yaşlarını silsin" derken.
Peki o kadar kolay mıydı insanın kendi çaresiz gölgesiyle yüzleşmesi ve kabul edebilmesi ihtiyaçlarını?
Kolay mıydı gerçekten ?

6 Mart 2012 Salı

"People do you hear me?"

....
Listen all you people, come gather round
I gotta get me a game plan, gotta shake you to the ground
Just give me what I know is mine,
People do you hear me, just give me the sign,
It ain't much I'm asking, if you want the truth
Here's to the future for the dreams of youth,
I want it all, I want it all, I want it all, and I want it now,
I want it all, I want it all, I want it all, and I want it now.....
....

Kocaman bir

HİÇ (!),

aslında demek istediğim....

1 Mart 2012 Perşembe

I'm so glad to have them #2

Şimdilik bu satırlar olsun karalanmış olan, bu blogda şimdiye kadar onun için bir şey yazılmamıştı... Vaktidir.. Şanslıyım bir karagözlüm olduğu için :) 
Gözümde gizlediğimi gören,
sözümde sakladığımı duyan,
kimi zaman ruhen çok yakında,
zaman zamansa çok uzakta, 
ama fiziken hep bir kol mesafesinde duran,
her an yardıma yetişmeye hazır 
ama kendini gereksiz 'öz'den vermelerde yıprattırmayan, 
aslında hep derin bir sorumluluk hissettiği yaşama bilinci yüzünden belki de, 
çoğunlukla kaçaklarda yaşarmış gibi görünen, 
anlaşılmazda bıraktığı düşünsel sessizliği ile keşfedilmeye hazır bir dünya barındıran, 
saydam ve aynı anda maskeli bir görüntüsü vardı. 
Hep seven, hep kıskanan, hep özleyen ve hepsini kahkahaların ardında gizleyen bir tarafı vardı. 
Tek çocuk şımarıklığında ama yerini bilen, üzülse de içinde tutan,
sevincini kocaman coşkularla yaşayan, 
sıcak ama mesafesini hiç bozmayan bir hali vardı. 
Pek anlaşılmasa da, sevgiye asla karşı durmayacak olan ama dokunmak isteyip de bozulmasın diye geri durduğunuz bir su damlası misali bir duruşu vardı, güçlü ama aynı oranda kırılgan...