2 Aralık 2012 Pazar

Unut beni

İki dev. Saygıdan ibaret sessizlik. Müziğin getirdikleri, götürdükleri.
Sustum. Siz de susun. Dinleyin. Hissedin.
"Olvidate de mi" yani "Unut beni"....

Güvenme güzelliğine

Kendini ölümsüz ve güzelliği sınırsız sananlara gelsin...
Aralık'ta böylece başlamış olsun. Hadi bakalım rast gelsin kaptan!...

İRŞAD
Sevgilim güvenme güzelliğine,
Senin de saçların tarumar olur;
Aldanma talihin pembe rengine,
Hayatın uzun bir intizar olur.

Sevgilim her insan doğarken ağlar,
Çiçeklerle açar, sularla çağlar,
Rehgüzârı olur bahçeler, bağlar,
Nihayet isimsiz bir mezar olur.

Sevgilim baksana bir yanda gülen,
Bir yanda gözünün yaşını silen,
Kimi benim gibi erir derdinden,
Kimi senin gibi bahtiyar olur!

Sevgilim senin de geçer zamanın,
Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü ânın,
Böyledir kanunu kahpe dünyanın,
Dört mevsim içinde bir bahar olur!
KEMALETTİN KAMU

1 Aralık 2012 Cumartesi

I'm so glad to have them #3

Sayelerinde son 7 yıldır ve bundan böyle hayatımın sonuna kadar, tek çocuk değilim artık....
Rlbim Can'ım ve Gökhan'ım... Can kardeşlerim, kardeşten ötelerim...
Hep olsunlardansınız...
Öyle olunuz, yakında kalınız...

28 Ekim 2012 Pazar

Tek derdimiz...


Evimden kilometrelerce uzaktayım. Kendi isteğimle. "Başka türlü bir şey" şarkısını söyleme ihtiyacı duymadığım bir yerdeyim yıllardır ilk defa. Koşa koşa geldim hem de. Şansıma gelmeme sebep şeyler önemliydi. Geldim ki bir geri dönmeme isteği içimde. Üstelik çok soğuk buralar, çok kuzey Dünya üzerinde.
Ama nafile. Geldim ki bir geri dönmeme isteği yüreğimde...
Shuffle'a alınmış şarkı listemde rastgele gelen şarkılardan biriydi "Zor Günler". Gülümsetti beni. Önce alaycı, sonra içten. Bütün aşkları temize çektiği bir aşkı yaşarken insan, geçmiş anılarla kodlu tüm şarkıları da temize çekmiş oluyor istese de istemese de.  Bu şarkılara kodlanmış tüm geçmiş davaları, bana yazı yazdıran o bir kaç adamı hatırlamak için verdiğim çaba çaresiz. Ne gözleri, ne bakışları, ne sesleri ne de hislerini bulabiliyorum içerilerde. Bulabildiğim tek şey o güzel mavi gözleri ile bana bakan, o en masum haliyle bana seni seviyorum diyen adamın varlığı.
Zaten şanslıydım, ailem bana öğrettiği için içimdeki çocuğun her şey demek olduğunu. Şimdi üzerine bahçemde yine çiçekler, üzerimde bir parıltı, içimde kendini daha da hissettiren bir coşku. Kopardım bağlarımı. Tek derdimiz özlemek olsun değil mi? Elimizde üretkenlik varken, coşku varken, Allah'a daha da yaklaştıran bir aşk varken.
Hiç kimsenin yıkamayacağı ideallerim var benim. Kendi küçük dünyalarında kıskançlıkları ile beni ve benim gibi herkesi, mutsuzlukları ve kıskançlıklarıyla aşağı çekmeye çalışan herkesten daha büyük bir kalbim ve sevgim var benim. İçimdeki küçük kız sevgiden bir kalkanın içine hapsedilmiş halde. O sevgi "benim". Ben nefes aldığım müddetçe orada kalacak. Ben var olduğum müddetçe Ya Hu diye sabırla eyvallah diyecek tüm bu dış pisliğe...
Yani demem o ki... Çok zor günler de geçti vaktiyle çünkü ölümlerle büyüdük biz ve çok zor günler de olacak vakit geldikçe burnu havadalık yapmayarak eminiz biz; ama hayatı kolaylaştırmak için sevelim de gerisini boş verelim gari...
Değil mi ama?      

27 Ekim 2012 Cumartesi

Zor Günler - İclal AYDIN

Bu kadar bahsettik burada da dursun bakalım...
Buyrun. Bilmeyenlere...

26 Ekim 2012 Cuma

Zor Günler*

"Benden önce söylenmiş sözlerin haklılığına kızdığım oldu zamanında ama inandığımda" diye başlar İclal Aydın isimli enteresan hatunun Zor Günler isimli şiiri. Aradaki, yine vurucu başka bir kaç dizeden sonra şöyle devam eder; "Seçtiğimiz hayatlar mı bunlar? seçtiklerimiz mi? bunca yokluk, bunca kırıklık, bunca acı. Seçtiklerimiz evet! Hayat bu sevgilim, çoktan seçmeli. Senin aşkınsa bir dönem ödevi".
Nerden çıktı şimdi diyeceksin belli ki okuyucu. Geldiler işte bir biçimde. Daha doğrusunu söylemek gerekirse bu şiir bana Lise yıllarımdan armağan. Bir gün şiire melodisini katan Servet Kocakaya'nın o su gibi sesini Kızılay'ın ortasında duymamla, gidip ilk şiir kasetimi almam bir olmuştu. Yaş 16-17.
Ben çok büyümedim aslında. Henüz daha 25 yaşındayım. Ama hayat fazla hızlı akıyor. Gülümsemek için daha fazla çaba sarfeder olmak ve kahkaha atmak için "ne derler" öcüleriyle savaşmak için çok erken olsa da, mutlu olmak sanıldığı kadar kolay olmuyor.
Etrafını doldurmuş onca aptala "ay çok afedersiniz bir siktirip gider misiniz?" diyememek ve ne olursa olsun, içinde tuttuğun Allah sevgisi ve kul hakkı yeme korkusuyla herkese aynı derece de kibar, aynı derecede sıcak ve hissedilir bir sevgiyle yaklaşmak; işte bu, hayatı zor günler haline getiriyor çoğu zaman.
Bir kaç gündür dışarıdan aldığım tüm veriler ile doluyormuşum meğersem. Geçen gün bir arkadaşımın Facebook iletisi beni düşünmeye iten son damlalardan bir oldu. Şöyle yazmıştı "25 Yaşındaki bir kadının 18 yaşındaki halini hasret ve gıpta ile anmasına şahit olduğumda tuhaf oluyorum... Hayat, hepimizin ruhlarını da bu kadar hırpalamış olamaz ya!". İlginç bir genç adamdır Arda. Tam olarak anlayamadığım ama tanıdığıma mutlu olduğum insanlar grubunda yer alır. Yorumları çarpıcı ve gözlemleri gerçekçidir, okuduklarımdan çıkardığım kadarıyla. Ama ben de dahil, hiç kimse yalnızca kaleminden çıkan insan değildir değil mi??
Her neyse. Neden dokundu bana sevgili arkadaşımın yazdıkları? Hem inatla "yok artık" derken hem de "olabilir mi gerçekten" diye sorgularmışçasına yazdığı şu iki cümle çok derin bir yerden çarptı. Masumiyet insanın içindeki çocuğu hayatta ve güçlü tutabilmesidir. Ancak, namusun bacak arasında arandığı, masumiyetin bekaret sayıldığı, tüm şiddet türlerinin kökeninin cinsellik olduğu ve cinselliğin konuşulmasının tabu olduğu benimki gibi bi ülkede yaşıyorsan; masumiyetin o minik çocuk olduğunu ancak 40'ına geldiğinde fark ediyor olursun. Yani iş isten geçmişken. Yani o küçük çocuk son nefesini vermek üzereyken. Çünkü doya doya duygularını yaşadığın için ister istemez sistem seni sömürmüş, kendini dış çevreye karşı güçlü tutmaya çalıştıkça psikolojik tacize uğramış ve 25'ine geldiğinde, en güzel yıllarındayken, geçmişe hem de daha çok yakın liseli yıllarının zamanına, hasret ve gıpta ile özlem duymaya başlarsın. Aklı başında, kendi kuşaklarındayken sistemden senin gibi çekmiş, devrimci olmaya çalıştıkça itinayla devrilmiş, çağlayamadığın anlarda seni anlayan anne ve baban da yoksa, bir Allahın kulu da sana "yahu siktir et anasını satayım gerisini, senin ufaklıktan n'aber" demez. Seni güldürmeye çabalamaz ve ya hepsinin bir bütünü. Yani demem o ki, "çok zor günler geçirmiş olursun vaktiyle" şiirde dediği gibi. Şair tüm bunları 40 yaşından sonra yazmıştır, sen önce 17 yaşında etkilenirsin sonra 25'inde tekrar dinlediğinde alaycı biçimde gülümsersin.
Bak şimdi yine nasıl dolandırdım lafları. Diyeceğim başka aslında. Aslında korkuyorum söylemek istediklerimden. O yüzden bütün bu genel öfkelerimi dışa vuruşum. Haklıyım yazdıklarımda ama yazmak istediklerimin bunlarla alakası yok. Derdim kendimden kaçmak.
Annemin hep dediği gibi, "yine dolanıyorsun dar sokaklarda, bir adam gibi söyle bakayım ne diyeceksen".
Neyse belki başka bir yazı olur gerisi kim bilir...
Hadi iyi okumalar. :)

*Zor Günler - Programcı, şe yazarı ve yazar İclal Aydın'ın, Servet Kocakaya'nın şarkı yorumuyla katkıda bulunduğu şiirinin adıdır.

11 Ekim 2012 Perşembe

Yağmurlu Ankara

Çok sevgili, farklı, farklı olmaktan ötürü çekici ve çekici olduğu kadar da her farklı insan gibi kalabalıkların içinde bir nev-i yalnız bir abim var benim... Çokça yazar ancak yanı sıra romantik bir tangocu, sağlam bir abi, iyi bir dost ve daha nicesi. Çoğaltılır onu anlatan tanımlamalar listesi. 
Fakat ondan bahsedişim şu satırları içindir; 

"Bu sabah yağmura uyandı Ankara,
Kışa hazırlıyor sanki bizi
Cama düşen küçük damlalar,
Tamam, sorun değil kazakları çıkarmak alt çekmecelerden,
Ama ya o çekmecelerden, eski anılar da çıkarsa,
Sonra işin yoksa,
İçeride damlalar,
Dışarıda damlalar..." (Sabit Sümer) 

Dün, hem içeride hem dışarıda yeri gelmiş saklamış 
damlalarını ve yeri gelmiş göstermiş, şu güzel Ankara'nın şaşkın çocuklarından biri olarak, abimin dizeleri karşısında saygımdan ötürü sessiz kaldım. 
Paylaşmak istedim. Okuyun diye. Bilin adını ve paylaşın duygularını diye diye... 
Yaşa sen abicim, yaşa ve yaz... Biliyorum bazen pek ağır gelse de yaşamak da yazmak da, sen hep yaz... 
Tarifsiz kalmış içimizi dolduran tüm duygulara tercüman olmak için...

21 Eylül 2012 Cuma

Bak yine saat 3'ten sonrasi... Bu kez, hem de saat 4 yoksun noktasi herseyin uzerine. Caktirmamaya calissam da anlayan anliyor biraz karisik kafam, ruhum ve hislerim. Cizemedigim bir yolun olasi sorunlarini cozmeye ugrasiyorum. Neden diye sormamak cok zor geliyor. Hakkim degil mi benim de kolay bi hayat? Kolaylikla ulasilmis hedefler, kolaylikla varilmis bir basari, kolaycacik yoluna girmis bir ask...
Yoldayim usune ustluk. Yoldayim ve hayatimi degistirebilir noktalara dogru yol aliyorum belki ki kimbilir. "Take me to the magic of the moment in a glory night"... Kulagimda winds of change. O kadar iyi gelirki bi degisim. Sikildim ayni yerde olmaktan, ayni evde kalmaktan. Sevgisizlik mi bu? Yok tam aksi. Fazla sevgi tam merkezinde durdugum. Fazla sevgi beni bu boktan duzenin ortasinda iyice savunmasiz birakiyor. Ama o savunma kalkanina her zamankinden daha cok ihtiyacim var simdilerde. Hem yol uzun daha gidecek cok yolumuz var, hem de asik bir gonul icinde firtinalara gebe. Ask beni masumlastirir ve hali hazirda kirarken duvarlarimi sevginin bu denli fazlasi beni ayakta tutmuyor aksine eziyor. Sevgiye duydugum saygi beni sessizlestiriyor... Cigliklarim sessiz, caresizligimse betimsiz...
Bir kristal kadar guclu ve bi o kadarda kirilgan yuregim. Gozum yolda. Yoldayim demistim hani. Hem de tam da saat 4 yoksun noktasindayken, yanina gittigim sevgiliyi dusunmekten kendimi alikoyamiyorum.
Dedim ya saygiya duydugum sevgi beni sessizlestiriyor, cigliklarimi salamiyorum, caglayamiyorum....
Ya da sen ne anliyorsan o iste.!!!

Published with Blogger-droid v2.0.9

15 Eylül 2012 Cumartesi

Şişmeye bağlı devinimler

Vay arkadaş ne önemliymiş fikirleriniz ve kimliğiniz. Zikirlerinizle bir türlü uyuşamayan fikirleriniz, yaşayış biçimleriniz, anlaşılmaz hırslarınızda kaybolan çocuksu hayalleriniz... Ah zat-ı şahaneleri, biz aslında anladık bi'tek mükemmel sizsiniz; de, siz hep bi'atlayıverdiniz, biz "hiç" olmayı daha kıymetli görenlerdeniz. İşte o yüzden gölge etmeyiniz, başka da ihsan istemeyiz.  

11 Eylül 2012 Salı

Sevilen Adam

Bir adamı sevmekle başlıyordu herşey ve yalnızlık peşi sıra akın ediyordu hayatına.
Bir adamı sevdikçe tanıyordu kadın yaşadığı hayatı ve çevresinde dolanan insan kılığındaki tüm maskeli şeytanları.
İşte belkide bu yüzden, bir adamı sevdikçe hayat tek kişi olarak yaşanmaz oluyordu yavaş yavaş,
yaşanan her kalleşlik, riyakarlık, arsızlık ve kıskançlıkla baş etmeye çalışırken, yaslanacak bir göğüs ve tutulacak bir el gerekiyordu,
batmamak için bu sevimsiz ve samimiyetsiz oyunun ortasına.
Farkındaydım!, hala da farkındayım!...işte hepsi bu...

Published with Blogger-droid v2.0.9

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Koku

Burnumda tütüyorsun.
Özlüyorum hem de çok.
Tüm istediklerimin içinde, ilk 5'te yazdıklarımdan biriydi aslında "fiziken yanımda olsun".
Ben mi toplanıp geliyorum oraya, nedir anlayamadım ki...
Parfümün değil özlediğim onu bulmak kolay; bana sarılırken etrafa yayılan o mis kokunu özledim senin.
Hem de çok.
Pek iyi gelmiyor bana özlemek. Üzülüyorum. Basıveriyor hüzün derin derin.
İki gün sonra kek yapacağım. Hüznümü fırında yakmak için.
Gelince sana kek yapacağım.
Bu kez içine aşkı karıp, mis kokuna şekerli hamur kokusunu karıştırıp, bir dilimde seninle yemek için...

23 Temmuz 2012 Pazartesi

15.07.12

                                             
Love was all we need... and it was happened as how we wish... Witnesses were sunset, sand, sea and the people at lovely Kekik :))
Published with Blogger-droid v2.0.6

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Allet wird jut

Evet öyle olacak... Çünkü bu hikayenin yeri ve zamanı değil önemli olan...
İçinde bizim olmamız her şeyi mükemmel kılan...
Ich liebe dich liebling.
İşte hepsi bu...
Published with Blogger-droid v2.0.6

15 Temmuz 2012 Pazar

Tatil, Ask ve otesi...

Seninle hayatimin en onemli yerlerinden birinde, Bodrum'da olmak.. Tatil yapmak, once kabuk baglamis yaralari hic olusmamacasina iyilestirmek, sonra guvenmeyi ve sevmeyi yeniden ogrenmek, soylemek istediklerini korkmadan soylemek, cekincelerini dile getirmek ve beraber 1, 2 ve hatta 3 yil sonrasi icin birlikte hayal kurmak...
Ogrendigin her yeni Turkce kelimeyi kullanmak icin cirpinisin, benden "harikasin" kelimesini duyana kadar dogru telaffuzu bulmaya calisisin...
Her gulumseyisimde oylece kalisin.. Beni utandiran bakislarin... Icimdeki masumiyeti yeniden hissettirisin... Ah sevgilim senin beni tam istedigim sekilde sevisin ben soylemeden... Cunku senin beni bir beden olmaktan ote gorusun, fikrimi, zikrimi, gulusumu ve sana bakisimi sevisin, yani sevmeyi bilisin... Bana "Erkek sarilirmis isterse" dedirten kocaman kucaklayislarin... Elini tutup yolda yururken hissettigim guven ve beni bogmadan koruyusun... Ozgurluk alanlarimiza verdigin ozen... Bana guvenisin...
Sana guvenmem icin yaptiklarin...
Oglen yemegi icin zeytinyagli yemeklere kosturusun, sapur supur meyve yeyislerimiz... Ulkemde seninle olmak, gunes batisini ayni askla izlemek... Ben daha yazarim da... Neyse bosver.
Sevgilim! This is what we called "To fall in LOVE" as we spoke today...

Published with Blogger-droid v2.0.6

23 Haziran 2012 Cumartesi

Yoğurt

Konuşmalarımızın arasındaki ani sessizliklerde ürperiyorum bir an. 
İstemsiz olarak soruyorum sana "orada mısın" diye. Bilemiyorum çünkü, sıkıldığın için mi, başka bir şey yaptığın için mi, yoksa sadece dikkatlice dinlediğin için mi o derece sessiz kalıyorsun. Her seferinde "buradayım, bir şey yok, dinliyorum seni" diyorsun. Sesindeki emin halden doğruyu söylediğini anlıyorum. 
Ama bugün bir şey daha oldu tüm bu kelimelerin ardından. 
Derince bir nefes aldın ve bazı duyguları anlatabilmek için aramızda geliştirdiğimiz, sadece ikimize anlamlı gelen o bir kaç kodlamayı peşi sıra sıraladın. Durdun sonra bir an için. O anda "canım şu an hemen yanımdasın, hissediyorum seni" dedim. "Evet" dedin "yanındayım". O an'ı anlatamam bi'çare kelimelerimle. Bazı şeyler zaten anlatılmaz. Benim anlatmak istediğim, an'ı yitirdiğimizde söylediklerindi. 
"Gelsene" dedin ve ekledin ardından "lütfen gel". Durduk biraz. Konuşmaların bölmesine izin vermedik o birlikteliğimizi. Özledin beni hem de çok. Özledim seni hem de çok. Gelişine 15 gün kalmışken, beni böylesine naif bir içtenlikle çağırışın ve bunu dile getirişinle çok şaşırttın beni. 
Midem kasıldı o an. Nefessiz kaldım birden. Susmak geldi içimden. Sınırsızca susmak. Kendimi kollarının arasına saklayıp, kıpırdamaksızın orada kalıp, insanlardan beni saklandığın o bana özel kovukta sessizlikte yok olmak... Sen de yeniden kendimi bulmak... Her gün inşa ettiğimiz "biz" halini sonsuz kılmak... 
Sen bana iyi geldin. Şimdiye kadar ki 'hep bir şey eksik' dedirten 'SEN'lerin ardından, ilk kez sen Sevgilim, sana iyi gelmeme izin verdin. 
Seni iyileştirmeme, seni yönlendirmeme, seni sevmeme ve anlamama izin verdin ve açtın kapılarını.
Kırdın inadımı, açtım kapılarımı; iyileştirmene, yönlendirmene, sevmene ve kızmana kimi zaman...  
Anlayınca sever insan. Beni anlamak için sarf ettiğin çaba ve seni anlamam için yırtınışın; anlatışın anlatışın anlatışın... Kendimi kötü hissettiğim zamanlardaki o üzülüşün, sesinin düşüşü, bir şey yapamayacak olmanın çaresizliğini hissedişin ve dile getirişin... Sen Sevgilim, bana "Sevgilim" deyişin benim dilimde... Seni o kadar özel ve paylaşılamaz kılıyor ki. Yazasım gelmiyor. İstemiyorum yazmayı. O kadar gerçeksin ki. Seni hayal aleminde boyamak ve süsleyip yoksunlaştırmak gelmiyor içimden. 
Bana o kadar an'ı yaşatıyor ve özgür kılıyorsun ki, özgürlüğü öğreniyorum yeniden. Tam da istediğim özgürlüğü... 
Sana teşekkür etmek ve bu hayatta senin var olduğunu bilmemi sağlayan Yardan'a şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimden. 
Susuyorum çünkü bunca yıldır ilk defa susmak ve sessizlikte seninle hiç olmak geliyor içimden. Kimliksiz, komplekssiz, savunmasız bir hiçlikte, birlikte olmak....
İşte öyle... Bir yoğurt yiyeceğim ben. Karnım acıktı. Biliyorsun geceleri acıkıyor karnım böyle saçma saatlerde. Sana geldiğimde bana yoğurt alalım. Unutma tamam mı...

10 Haziran 2012 Pazar

"Sen, sen, sen"*...


İlginle kır tüm örülü duvarlarımı,
birikmiş öfkenin karanlık odalarından, aydınlıklara çıkar beni.
Bağışla korkularımı, sarıl ve onar kırgınlıklarımı.
Sessizlikte duy kalbimden geçenleri ve onu gönül kılanları.
Tanımlayacak bir tek sözcük kalmadığında bu fahişe dilde,
Kendi dilinde bul yeniden, en doğru bildiğin dilde sev beni.


*"Sen, sen, sen" Özdemir Asaf'ın aynı isimli şiirinin içinde olduğu şiir kitabının başlığıdır. 

31 Mayıs 2012 Perşembe

Tek istediğim miydi acaba? --> UYKU

Öyle miydi?
Tek istediğim UyKu muydu hakikaten, yoksa istediklerimin sınırlarını çizemediğim ve tanımlarını yapamadığım için miydi tüm bu uykusuzluk halleri...
Yine gecenin 3'lerinde ne halt edeceğini pek de bilemez bir halde, Fikret Kızılok dinlerken ve kaybolurken aşkın dönemeçlerinde, tek istediğimin uyku olduğunu sanıyorum...
Halbuki istediğim hayatın tanımına karar vermek istiyorum...
Şu içine sıçtığım, boka batmış, batmış da kalmış düzenin neresinde huzuru, kavga gürültüden uzak kalarak bulabileceğimi, hangi toprak parçasında fikri, zikri, ahlakı kıt, maldan hallice, alçak ve hatta kalleş zihniyetler yüzünden daha az örselenebileceğimi düşünüyorum...
Hayatıma bir zıpkın hızında girip, saplandığı yerde kıpırtısız bırakmış bir adamı merkeze koyabilme cesaretine sahip olup olmadığımı bilmek ve anlamak istiyorum...
Konuşamadığım onlarca şeyin, haykıramadığım onlarca öfkenin, korktuğum için söyleyemediğim onlarca sevginin tam ortasında, ağrıyan boğazımın üşütmekle ilgisi olmadığını, meselenin hep olduğu gibi beynimde kilitlendiğini kendime inandırmak istiyorum...
İstediklerim sınırsız... Sınırsız, çünkü hak ettiğim hayatı yaşamak istiyorum ve ben bunlardan çok daha iyisini hak ediyorum. Çok daha iyisini, ve sınırı çeken de yine benim. Kendim kendime ettiklerimi anlamak ve sonlandırmak istiyorum!!!
Gecenin 3'ünde anlayamadığım onlarca sorunun ortasında kalmışken YİNE!!!!, aşkı doya doya yaşamaya bir ay kalmışken, kavuşacakken gökten nem almış bakışlarında kaybolduğum adama, hayatın beni böylesi bir belirsizlikle neden sıkıştırdığını anlamaya çalışıyorum...
Gideceğim yer, kalacağım yer, birlikte olacağım insanlar belli değil...
Duyacağım özlemin ve bulma olasılığım olan refahın dereceleri belli değil...
Gitmek var ve fakat dönmek olursa yıllar sonra, nereye, hangi eve, hangi meclise döneceğim belli değil...
Gitmek ve kalmak arasında 25'inde hala neden bu kadar sorgulama yaşadığım belli değil...
Fikri özgürlüklerimin ve hayalini kurduğum insani dünyanın gerçekleşme ihtimali belli değil...
Gecenin 3'ünde, gecenin tam 3'ünde... düz değil düzen değil... boz değil bozan değil.. bir gün biter içimde.. tam bildiğin biçimde... gecenin 3'ünde, gecenin tam 3'ünde...sevda gibi kanımda, can verirken elimde, pençe gibi düşümde... uy değil uyku değil...
Fikret Kızılok dinliyorum son 1 saattir... Pardon Gecenin Tam Üçünde'yi dinliyorum son 1 saattir...O da soruyor ya "ne menem bir halt belli değil" diye.. İşte.. Öyle bir şeydir işte gecenin 3'ü...
Ne bok yiyorum anasını satayım, şu acıkmış karnımla, gecenin 3'ünde, bir başıma, bu bokluğun ortasında...
BELLİ DEĞİL!!!!

20 Mayıs 2012 Pazar

Dil-siz

Sarılışlarda yok et ve aşkla yeniden yarat beni.
Bir tek sözcük kalmadığında bu fahişe dilde,
Kendi dilinde bul, yeniden, en doğru bildiğin dilde sev beni.


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Temiz

"Ben yatıyorum" dedi ve ekledi, "ben sabah kahvaltı ederken sen yatıyor olmayacaksın değil mi?".
Sanki onu odaya uğurlarmış gibi elimi salladım. "Merak etme, o kadar ayakta kalmayacağım, geliyorum bir kaç saate...".
"Tamam o zaman, üşümüş ayaklarını yapıştır ve uyandır beni ki anlayayım geldiğini" dedi gülümseyerek...
"Olur" dedim, kızarmış yanaklarımla gülümserken ve sesim coşkudan titrerken...
"Hadi tatlım git uyu ve beni merak etme" dedim.. "Olur" dedi, öptü ve uyumaya gitti.
Biz yan yanaydık. Kim inanırdı ki bedenlerimizin aynı evde olmadığına...
Hayal güçlerimiz sayesinde ayakta kalmayı başarıyorduk.
Özlemek eylemini her gün yeniden öğreniyorduk...
Bense, artık var olmadığına inandığım nice şeyi, yeniden hatırlıyordum...

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Hani yazmıyorum ya bu ara...
Yazmıyor değilim aslında, kelimeleri neresinden tutup da anlatayım bilemediğimden yaz-a-mıyorum aslında.
Hani "çok havlayan köpek ısırmaz"mış ya,
suskunluğum bir çok boku aynı anda yiyor oluşumdan.
Hani, her an, insan biraz daha tanırmış ya kendini...
işte bu aralar, sahip olduğum sıkıntının en temel sebebi,
bana dair, bana ait, içimdeki farklı tüm o kadınlarla, her an, yeniden arkadaş olmaya çalışmamdan kaynaklanmaktadır aslında...

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Her kadın biri...Elif Şafak

Biz kadınlar biraz daha "kadın" oluyoruz, biraz daha biliyoruz "Kadın"lığın ne demek olduğunu, Elif Şafak bizi yazınca.
Kadın olmanın kıymetini, kadınlığın paha biçilmezliğini, kadınlığın getirdiklerini-götürdüklerini ve kadınlığın çekilmezliğini, onunla daha iyi ifade edebiliyoruz.
Bu ne böyle, bu ne biçim bir duygu, bu nasıl tarifsiz bir acı, ne menem bir "hal" bu üzerimdeki dedikçe biz, Elif Şafak bize, bizi anlatıyor...
..o yumuşacık sözleriyle, abartısız ve gerçeklerden uzaklaşmayan betimlemeleriyle ve gerçekliğin tam ortasında duran kadın'a ait hayaller, ironiler ve anlaşılmazlıklar ile...
6 Mayıs Pazar günkü yazısını, yeni bir hafta başlangıcında, işler beni boğmaya başladığı sırada, bir kısa nefes olsun diye açtığımda okudum.
Bir kısa nefes diye açışım, bir ömürlük huzura ve anlaşılıyor olmanın dayanılmaz mutluluğuna bedel bir etki yarattı üzerimde.
Canım Elifim Şafak'ım, bir türlü anlayamadığımız, biz anlasak da adamlarımıza anlatamadığımız aniden gelip, biz istediğimizde ortadan kalkan kadınlık "hal"lerini anlatıyordu.
Hem de öyle ağdalı kelimelerde boğmadan, uzun uzadıya yazıp da "kadının halini yazmak bile uzun" dedirtmeden, tam gönül merkezinde titreştirecek biçimde ifade etmişti duygularını, duygularımızı...

Yazı bitti. Benim içimde bir yazma dürtüsü bırakarak, an'da geçmiş oldu. 5 dakikada okuyup bitirdiğim yazı, tüylerimi ürpertti. Üzerine duygularımı yazmak ise tam yarım saattir elimi oyalıyor. Bir histen bir ötekine sıçratıyor düşüncelerimi.
Bu yüzden belki de, işte bu! İşte bunun için "O, Elif Şafak", dedi içim bir kez daha.
Herkesin bir amacı var bu dünyaya gelirken. Bunu hep bildi içimde bir nokta. Hep inandım, hepimizin bir biçimde birbiriyle alakalı olduğuna. Ne yalan söyleyeyim, Dünya'nın geçişte olduğu bu zamanlarda, kimi zaman içimi boğan ve  kalbimi dolduran tüm bu duygusal yoğunlukların ortasında yaşarken; aynı anda kadın olma bilincini her bir zerremle algılamaya çalışıp, kadınlığımla onur duyarken ve özellikle bu ülkede kadın olmanın zorluğunu her geçen gün anlarken, yaşadığı çağda, böylesi bir kalemi okuyabiliyor olmaktan duyduğum keyif tarifsiz.
Elif Şafak bir kadın, Elif Şafak bir romancı, Elif Şafak bir dost.
O, her için bunaldığında koştuğun ve duygularını en iyi anlayan kapı komşusu Elif Abla.
Anlaşılabilir olduğunu, yalnız olmadığını, korkularını gömmek zorunda olmadığını sana anlatan, seni yüzleşmelerin sivri kenarından alıp, edebi dinginlikte düşündüren Elif Anne, Elif kadın, Elif O.

Yazının linki bu: http://www.haberturk.com/yazarlar/elif-safak/740016-kadinlar-ve-bitmeyen-bunalimlari
Kadınların kendilerini anlamaları, erkeklerin ise, biz kadınların, böyle bunalma anlarında tam olarak ne beklediğimizi anlamaları için mükemmel bir analiz.
Yine de yazıdan şu iki paragrafı yazmadan edemeyeceğim...
".....
Turgenyev'i orjinalinden okuyup iki haftada doktora tezi yazmasını istemişim gibi boş bir panikle bakıyor suratıma. "Duygularımı keşfetmeye çalışıyorum"lafı ne kadar da yabancı geliyor erkeklerin kulağına. Halbuki biz hatun taifesi, yaparız bunu, her gün olmasa da zaman zaman, şöyle bir yolculuğa çıkarız kendi içimizde. Depresyon uçurum olur, biz kadınlar çiçek toplarız kenarında, rengarenk demetler yaparız. Depresyon okyanus olur, biz kadınlar deniz kabuğu toplarız kumsallarında, kolye yapıp boynumuza asarız. Depresyon kocaman bir ağaç olur, biz kadınlar afiyetle yemiş yeriz dallarında. Ayaklarımız sallanır boşluğa, ha düştük ha düşeceğiz. Tanımlamam gerekmiyor o uçurumu. Ne de o okyanusu. Ne de o ağacı. Çözmek de gerekmiyor o uçurumu. O okyanusu. O ağacı. "Ağacı çözebilir misin?" diye soruyorum."Yahu tuhaf tuhaf konuşmayı bırak" diyor. "Hadi gel kahvaltı yap, açlık kafana vurmuş, bir dilim ekmek yersen bir şeyin kalmaz."

Böyle zamanlarda birbirimizi anlamaktan aciziz. Kadın dili ile erkek dilinin tercümansız anlaşmaya çalıştığı anlar var. Bu da onlardan biri. Sevgili kocalar, sevgililer, erkek arkadaşlar... Biz kadınlar sizin bilmediğiniz, kavrayamadığınız, zaten bizim dahi anlayamadığımız bunalımlara kapılabiliriz bazı bazı. Sebepsiz, durduk yere. Ne güzel yeriz kendimizi, koparırız tırnaklarımızın kenarlarındaki etleri, ayırırız ruhumuzu lime lime, büyüteçle bakarız yara berelerimize. Böyle durumlarda sizlerden meseleyi çözmeniz değil, sadece dinlemenizdir istenen. "Sorun" değil "hal"dir yaşadığımız. Hal çözülmez. Hal ile hemhal olunur. O da olmadı "hal"e empati duyulur. O da olmadı sempati sunulur. O kadarı yeter zaten. Bir muammadır kadın zihni. Matematiksel formüllere gelmez."

Bir de dileğim var tabi, ah Elif Abla ah... Şu mükemmel yazıyı keşke "İngilizce" yayınlasan da ben de hayatıma almaya çalıştığım o özel adama yollasam. Beni, bizi daha iyi anlasa.
Ben de çekinmesem bundan böyle, koyversem, gitsem, öldürsem egoyu, hiç kalabilsem onun yanında, kaygılanmadan, anlaşılamama endişesi duymadan...
Anlarsın sen. Sen hep anlayansın....
Sevgide kal Elif Şafak. Sevinçte kal. Yaradanın yanında, bize hep bir kol mesafesinde kal...
Kalemine ve nefesinin biteceği son güne dek yüreğine kuvvet...

Derin sevgiyle...



 

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Geceler

Her gece beni kendine biraz daha çekiyorsun...
Her gece biraz daha fazla açıyorsun kendini ve
her gece biraz daha fazla söylüyorsun içini dolduranları.
Giderek beni kendine aşık ediyorsun!

Beni her gece kendine yeniden aşık ediyorsun!...

1 Mayıs 2012 Salı

Uyku


Diyorsun ya "seviyorum seni güldürmeyi" diye,
senin yüzünden her gülüşümde, geceleri ruhuma güneş doğuyor...
Her zamankinden daha güzel uyuyorum.  

30 Nisan 2012 Pazartesi

Kiskanmak

Elinde tuttugu kitabi kiskandim bugun;
benim yerime ona baktigi, onunla vakit gecirdigi ve ona dokundugu icin.
Kiskanmayi ogrendim bugun!
Her normal kadin gibi oldugumu ve bu boktan duyguyu bugune kadar bilmedigimi anladim.
Hay anasini!...
Bu yeni iste. Bu duygu bana cok yeni!
Sert geldi...
Kiskanmanin ne demek oldugunu ogrendim bugun...
Cok da harika degilim hani!...

Published with Blogger-droid v2.0.4

11 Nisan 2012 Çarşamba

Yine mi güzeliz, öyleyiz be!

Veee buldum... İlk fırsatta avaz avaz söyleyeceğim bu şarkıyı size...
Dost meclisi'ne.. Size...
Yine güzeliz ve hep çiçeğiz... Öyle...

10 Nisan 2012 Salı

Gözyaşlarım Mutluluktan, Doyasıya Mutluluktan...

                                                                  Ankara, 10 ->11.04.2012, 03:00 suları

Kelimelerimi toparlayamıyorum... Lal oldu dilim.
Çok zor. Çok zor, duygularımı bu kadar coşkunken yazmak.
Üstelik yorgunum aslında.
Dolu dolu geçen bir sabahın ardından, gülmekten, dans etmekten, şarkı söylemekten ve mutluluktan yorgun düşmüş durumdayım.
O kadar mutluyum ki...Uyutmuyor bu mutluluk..Bana sunulan bu olağanüstü sevgi, tarifsiz bir özgürlük ve sınır tanımaz bir yapabilirlik katıyor... Sevgiye boğuldum. Taştım ve bundan böyle asla tek çocuk değilim!...
Bu muhteşem işin mimarlarını, o defteri dolduranları ve dolduracakları ölene dek yanımda taşıyor olacağım!!! Ben "nefes veren dostlar" bahşedilmiş bir insanım. Bunu anlatmak imkansız belki, ama hayat bundan sonra bir daha hiç soluk olmayacak. Olamayacak çünkü.
Suskunluklarıma bile renkleriniz karılacak.
Acırken her hangi bir zaman dilimde, herhangi bir sebeple ruhumda bir yerler...Yazılarınızda gizlenen gülümsemeler yayılacak beden iklimlerime.
Hırçınlıklar, fotoğraflarımızda ve minicik bir el defterinde eriyip, yok olacak...
Ağlamak hiç bu kadar keyifli,
Suskun kalmak ise hiç bu kadar gürültülü olmamıştı.
25 yaş benden pek çok şey aldı, çok törpüledi, çok acıttı...
Ne yalan söyleyeyim, bir yandan da beni böyle özel kılacağını düşünememiştim.
Özel olduğumu hissettim bu akşam. Sevildiğimi hep hissetmene rağmen, bundan sonra bunu hep bilecek olmak, sevgiyi görmüş olmak, mertebe attlattı...
Sevgiyi gösterdiniz bana. Beni daha mutlu edemezdiniz.
Alt tarafı doğum günü diyen on'ların arasında, geçtim kocaman bir dost meclisinin bunu yapmasını, tek bir kişinin bile böylesi pahabiçilmez bir hediye vermesini düşünmezken, tüm dostlarım, sevdiklerim, arkadaşlarım bir araya gelip, aylarca uğraşıp, beni arş'a yükselttiler...
Ağlamaktan gözlerim yandı. Gülmekten ise yanaklarım....
Mutluluktan ağlama şansına erişen insanlardan oldum.
Mutluluktan yorgun düştüm. Allahım ne kadar şanslıyım!...
Allahım, ne kadar teşekkür etsem az. Her biri senden bir tezahür gibi ne yalan söyleyeyim...
Henüz belirsizlikte her şey belki. Belki, 1 ay sonra görünecek yeni geleceğin gerçekleri, getirecekleri.
Kaygılar, korkular ve derbeder edebilecek bir yalnızlık taşırken gelme olasılığı olan yeni gelecek, siz bana dayanma gücü, siz bana coşku ve siz bana bir deftere sığan, bir ömürlük mutluluk bahşettiniz...
Ankara'nın o nefis "bozkır'da güneş batışında" oluşan gökteki mor'larım ben, siz bakıp hayallerinizi kattıkça.
Sizlerle ben hep özgürüm, sizlerle ben hep güzel, sizlerle ben hep bütünüm ve sizlerle hep insan...
Suretteki Aysu'yum ben, bir yerlerde bir biçimde hatırlanacak ve dahi unutulacak olan, ama esas olan şu ki, her biriniz var oldukça,
suya vuran Yakamozum ben, kıpırtılı, ışıltılı ve sonsuz...

Sevgi görülür mü peki? Benim ki gibi bir dost meclisine sahipseniz eğer, görülür, duyulur, bilinir, dokunulur ve tadılır... Utandırır sevgileri o dost meclisinin, masumiyeti hatırlatır.
Öyle bir görülür ki o sevgi, karşılığında önce coşulur bir nehir gibi, sonra susulur ovalarca...
Bitti sözcüklerim. Gerisi için korkarım, duygular yiter, kelimeler dilin edebi güzellikteki yalanına meyleder diye...
Susarım bu yüzden. Sustum.
Sizi sevdiğim, aşikar...

9 Nisan 2012 Pazartesi

Neden?

Bir kaç gündür içinde bulunduğum farklı ortamlar ve süregelen onlarca kelimelik konuşmalar bana yine aynı soruyu sordurtuyor...


NEDEN?

4 Nisan 2012 Çarşamba

Uslanmadım.

...uslanmayacağım da o ayrı...

Öğrenmedi gönül yaşlanmayı
Dünya zamanıyla gün saymayı
Saldım semaya özgür en kara sevdayı
Aşktan başka bir şeye inanmadım



Doğa Bahar'ı Müjdeler

Çamların çatırtısı
                       - can patlamaları
Kuşların cilveli neşesi
                       - sevincin mana buluşu
Su yürüdü dallara, yakında doğacak sessiz gümbürtülerle çiçekler...
Başladık kaşınmaya, sevişir oldu ağaçlar aşkla..
Hayvanlar, dar alanda kısa koklaşmalarda müjdelerken yeni gelecek can'ları...
Tek sıkıntı insan denen mahlukatta...
Doğa Bahar'a uyana dursun,
zavallı insan,
yine, yalan dünyasının esirliğinde kıvranmakta...

3 Nisan 2012 Salı

BİRAZ KÜL BİRAZ DUMAN

biraz kül biraz duman o benim işte 
kerem misali yanan o benim işte 
inanma gözlerine ben ben değilim 
beni sevdiğin zaman o benim işte


2 Nisan 2012 Pazartesi

Sen Üzülme

Üzülme...

1 Nisan 2012 Pazar

"Sevgili, arayıp da bulduğun birisi değil, hiç yokken aşık olduğun kişidir..."

Can Yücel


- doğru demiş Can Baba...

Seçmece

Rüzgar Gülü 
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek 
Nerede olduğumu bileceğim 
Sisler utanacak eğilecek 
Ağzının ucundan öpeceğim 
Saçına kalbimi takacağım 
Avcunda bir şiir büyüyecek 
Nerede olduğumu bileceğim 


Bu çıplak geceler yok mu 
Bu plak böyle ağlamıyor mu 
Camları kırmak işten değil 
Delirecek miyim neyim 
Kirpiklerimden mısra dökülüyor 
Kenya'da simsiyah yalnızım 
Yoksul bir şilepte gemiciyim 
Malezya'da yük bekliyorum 
Önümden çekilirsen İstanbul görünecek 
Nerede olduğumu bileceğim 


Gözlerini söndürme muhtacım 
Ben senin aydınlığına muhtacım 
Yepyeni bir ilkbahar harcayıp 
Bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp 
Rüzgar gülünü arayacağım 
Oran'da Pernanbouc'ta Tombuktu'da 
Vinçler yine akşamları indirecekler 
Yine karanlığa bulaşacağım 
Gözlerin rüzgarda savrulacak 


İkimiz iki sap buğday olsak 
Sen benim olsan, ben senin olsam 
Bir gece vakti aklına gelsem 
Uykunu tutsam bırakmasam 
Seni kucaklasam, kucaklasam 
Birbirimizin kalbini dinlesek 
Dünyanın kalbini dinlesek 
Büyük ateşler yaksalar 
İki güvercin uçursalar 
Nerede olduğumuzu bilsek
Atilla İlhan

31 Mart 2012 Cumartesi

Bir de

Kafalarımızın içindeki bir takım "olmaz"lara dayandırdığımız çeşitli kabuller, istemsiz ön yargılarla kendimizi korkulara teslim edip, isteklerimizden, hayallerimizden kaçmamıza sebep olur...
Bu böyle...

Nereden bileceksin ki...

Sen beni nereden bileceksin ki?
Nasıl severim, nasıl söverim, nasıl yaşarım bilmezsin...
Yavşaklığın beni acıttığını, dürüstlüğün yalnızlaştırdığını, aşkın bana hep iyi gelmediğini nereden bileceksin beni tanımadan.
Sadakat duygumu, aşıkken yumuşayan inadımı, Yaradan'a olan mesafemi bilemeyeceğin gibi.
Sen beni sana uzak sanırsın Orhan Abi'yi geceler boyu dinlediğimi, İbrahim Tatlıses seven bir babam olduğunu bilmeden.
Sen beni snob aydın kısmısından sanırsın, müzeye, operaya, tiyatroya,dansa giderim diye,
parkta sevgiliyle ele ele oturmanın, en uzun hatlı otobüste ring atıp insanları gözlemenin, yer sofrasında yemek yemenin keyfini bilmediğimi zannederek...
Güzel bir arkadaş olduğumu, gerçek duygularımı bulmadan "nasılsa yolda severim" diye sevgili olmadığımı, sevdiğim adamı boğmadığımı bilmeden bana uzakta kalırsın...
Güçlü ve özgür halime aldanırsın, bu kadın bana zor dersin; gücü paylaşmayı, özgürlüğümü yanımdakiyle birlikteyken yaşama isteğimi anlamazsın...
Anladıkça sever insan ama,
içimde tuttuklarıma giden aşılması gerekli mesafeyi almazsın sen,
beni sevmeye niyet etmediğinden...
İşte bütün mesele bu!

24 Mart 2012 Cumartesi

2 de 1

Aynı güne sıkışan iki buluşma.
Her ikisi için de ayrı bir kaygı, karın bölgesini rahatsız eden...
İlki çok güzeldi... Tadı damakta kalan, bir daha olsun diye kıvrandıran türden...
Umut edilen her şeyin gerçekleştiği, samimi, içten, şaşırtıcı ve zeka seviyesi çok yüksek konuşmalarla bezeli, kaçırılan bakışların, yakınlaşmak istenen uzakta kalmaların eşliğinde ve belki de kızaran yanaklarımın damga vurduğu güzel bir Cuma akşamı başlangıcı yarattı.
Hatta aklımda kalan bir soru bile bıraktı cebime katıp, gecenin bir sonraki programına taşıyacağım; "çok merak ediyorum ne var o çantanın içinde?".
Sonra diğer program.
Sevilen bir kız arkadaşın hatırına, bir önceki keyif veren birlikteliği bıraktıran, ne üdüğü belirsiz saçma sapan bir çokluluk hali.
Yine boktan adamlar ve boktan kadınlarda oluşan bir çokluğun içerisinde, kendi halinde varlığını sürdürmeye çalışan bir kaç kişiyiz...
Etraf boktan adamlar ve boktan kadınlarla çevrili... Umarsızca kadınların içine düşen adamlar, et pazarlamaktan hoşlanmakta olan aptal kadınlar...
Üzerime geçirdiğim "ah ya ne kadar eğlenceli" modunu yaratan maskeyi ancak 2 saat taşıyabiliyor, ardından yüzümün ekşimesine engel olamıyor, içimden geçenleri acıtarak, haykırırcasına söylemeye başladığımda gece 12'yi vuruyor ve 5 dakika içerisinde tüm eşyalarımı toparlayıp benim gibi bir kaç kişiyi öperek son hız bu boktan çokluğu terk ediyorum.
Eve geldiğimde, şu koca güne dair aklımda kalan 3 şey ise gerçekten ilginçti...
geçen son 3 saatten daha geride kalması gereken o soru, şaşkın iltifatlarımdan sonra bir anda gülümsemeye başlayan bir yüz ve beni utandırmayı başarmış bakışlar...
Ha bir de, yeniden hatırladığım ve tüm anılarını tek bir cümle ile temize çektiğim, yepyeni beyaz bir sayfaya yazılan PIA, Atilla İlhan'dan...

 

23 Mart 2012 Cuma

Bi' Umut

Samimi ve keyifli bir gün umut ediyorum...
Gereksiz benlik savaşlarının yaşanmayacağı, özden gelen ve samimiyetin hüküm süreceği hatırda kalacak ve tekrarlanacak bir gün...
Umut ediyorum... Nicedir belki de ilk kez ısrarla üzerine gidiyorum...
Çekincelerimin.
Olması gerektiği gibi.
Bi' umut diyorum.
Güneş güzel doğacak... Duyuyorum...

18 Mart 2012 Pazar

Haheyt (:

Ben çok özel bir kadınım ya...
Bir kere daha hissettim şu son iki gündür.

17 Mart 2012 Cumartesi

(!)

Ölüm!
Senin pek bilmediğin ve büyümekle ilgili ahkam kestiğin,
Benimse ilk 6 yaşında tanıştığım ve 15'ine gelmeden peş peşe 5 aile ferdini toprağa teslim ettiğim,
hayatın bir nev-i özgürlük anı!
Ama dostum, bana gelip de ölümden bahsetme...
Yahut hiç kimse ölmemişken sevdiklerinden, bana büyümekten de bahsetme...
Çünkü sen bilmiyorsun yüreğini dağlarken kaybetmenin acısı, Yaradan'la mücadele etmek nasıl eğer boynunu insanın...
Neyse dostum, diyeceğim,
ölüm bir çığlık uzağındaydı hayatın,
yaşamsa farazi acıların peşinde hayatı bok etmeye değmeyecek kadar kısa!
ya erdemlerinle yaşamayı seçersin ve İNSAN derler sana,
yahut bir yaprak misali rüzgar nereden eserse oraya gidersin,
ve gün gelip de ölüm kapını çaldığında,
ardından çınlayan kuru bir Helal Olsun duyarsın tanımadığın kalabalıklarca seni dolaştıran rüzgara bırakılan...  

Son Üç Gün; II - Hayallerin Peşinde

15.03.2012
Dostuluğun çok ötesindeydi ilişkimiz... Tek çocuk olan benliğim, kimseye onun kadar güvenmemişti..
Güvenimi derinden sarstığı da oldu hani. Olmadı değil.
"Çok fenayım, korkuyorum, kimi istiyorsan topla gel, yeter ki evde olun, iyi değilim" dediğimde gelmemişti.
İyi değildim. Ömrümde hiç o kadar hasta ve yanında hiç o kadar yalnız kalmamıştım.
Büyümek neydi anlamıştım. Yalnızlığın ise ne boktan bir şey olduğunu, duvara toslayarak öğrenmiştim. Gelseydi eğer, "25'ine kadar ne çok şey öğrendim" diyemeyecektim belki de...
Kavga ettiğimiz de oldu. Çok kez hem de. Yani, çok sıkı ettik üstelik o kavgaları.
Kimisini bağırış çağırış, kimisini sessizce... Çok kez meraktan öldürdüm onu, bana sarılıp yaralarımı sarmaya çalışırken "bırak beni" isyanlarıyla kaçtım elinden. Tüm öfkelerimi, tüm isyanlarımı çok kez üzerinden boşalttım, dost değil, paratoner zannettim kim bilir kaç defa... Allahı var ya,  hepsini alttan aldı...
Ben "Ya Allah" dedim, o "ya bırah gözünü seveyim" demedi durduğu yere rağmen. Ben ona inan demedim, onun bana inanma demediği gibi...
Ben, "yanıyorum" dedim; aşk acısıyla tutuştuğum ve varlığı yitirmenin eşiğinde olduğum yıllarda, dostum bana, "yaz" dedi, "sev" dedi, "gerekiyorsa öl" dedi, hep sonuna eklediği gibi "yanındayım kuzum, düşmene izin vermem ya da gerekirse ben düşürürüm seni, kalkmayı öğren diye" dedi...
"Kadınla erkek dost olamaz" dediler hep, "sizin iş bir nev-i ayak, arkadaş ayağı göt ayağı" dediler; onlara inat değil, bize sevap niyetine, dost değil kardeş olduk biz giderek daha da bağlanarak...
Eleştirmek için hep doğru zamanı bekledik... Egolarımıza yenik düşmedik, eleştireceğiz ve açık olacağız diye candan bezdirmedik, kırdık gerektiğinde birbirimizi, sırf anlasın olanı biteni diye ve bildik samimiyetin sözlere sığmadığını, her can yakan konuşmanın sonunda, sarılışarak nemli gözlerimizi silerken..
Ağlama krizlerimi sakinleştirmeye çalışırken nice kız tarafından göz hapsine alındı ama Ankara'lı bir dostluğa sahip olduğumuzdan, tişörtünü gözyaşlarımla ıslatmama ve kızları kaçırmasına sebep olmama hiç kızmadı.. Dinledi tüm aşklarımı, herkes "e yeter artık git söyle de kurtulalım" derken, o bana cilveli kadın olmanın inceliklerini saydı ve benim için hep plan yaptı...
İtinayla törpüledi hırçın hallerimi... Düşünün ki, üniversiteden sonra, törpülenmiş olan tüm o hırçınlığım, her ortaya çıkışında ne kadar çok kez sinir yarattı kimilerinin üzerinde...
Lisede erkeklerle büyümüş kız birader Aysu'dan bir prenses yarattı; metamorfoz misali yaşanan bu değişiklik Gregor Samsa'nın ki kadar sıkıntılı zamanlar yarattığında ise bir an olsun yanımdan ayrılmadı... Alışmadık götte don durmaz der atalarımız, "alışmadık dişide, cilve yavşaklık yapar" anlarında müdahaleden eksik kalmadı...
En içimde tuttuğum hayallerimi konuşmadan bildi, beni hep çok dikkatli dinledi, toplulukların ortasında yaşadığım tedirginliklerin hepsinde, inanmadığı halde sezgilerime hep güvendi... Birbirimizi hiç görmeden, yalnızca temas ederek oturduğumuz anlarda bile önce o anladı, aşık olmakta olduğumu, sıkıldığımı, gerildiğimi ve korktuğumu...
Hep kibar, hep saygılı ve hep çok çatlaktı... Boku çıkana kadar yaptıklarımız listesini yazmak için ihtiyacımız olan geniş alan hiç bulunamadı ve büyüdükçe vukuatlarımız hep çoğaldı...
Aynı yere bakarak hayal kurduk biz hep.. 4 kişilikti hayallerimiz her defasında, sevgililerimizi o hayallerden hiç esirgemedik biz aslında, onlar bizi hayatlarına katmayı itinayla ihmal ettiklerinde bile... Öyle aynı yere bakarak kurduk ki o hayalleri, saniyenin onda birinden bile daha az zamanda kayan bir yıldızı aynı anda görüp dilek tutabildik... Tabi ki ardından saatlerce güldük "olur mu hiç böyle şey" diye diye...
Şimdi ben 25 o 27 oldu aradan geçen koca 7 yıldan sonra. Sayesinde hala olacağım günleri yaşarken, çocuklarımın da, benim ki gibi deliden hallice bir dayısı olacak...
Artık tek çocuk değilim hani... Onu başkalarından bir kaç gömlek daha fazla sevişim de bundan ötürü...
Doğru dürüst görüşemediğimiz hayatın koşturmacaların ortasında ve rüşt ispatlama mücadelesinde geçen bu yıllarında bize geldi kardeşim bu gece... Konuştuk bolcana.. Akıl danıştık.. Dert yandık karşılıklı.. Güldük çokçana. Kaşlarımız çatıldı ara ara kaygılandık olan biten için.
Beraber geçirdiğimiz kıymetli vaktin tam ortalarında bir yerde "gel bak ne izleteceğim sana" dedi...
Kimlik bunaltılarının arasında, kariyerimi ve hayatımı dengelemeye çalıştığım ve hiç farkında olmadan hayallerimi yitirmeye başladığım şu günlerinde yaşamımın, tepsiyle sundu bana peşinde koşulacak bir hayali...
İki çılgın mühendisin Dünya turunu izletti bana canım kardeşim (www.baskaturlubirsey.com).
Tüylerim diken diken ve gözlerimde yaşlarla bitirdim videoyu... Baktım suratına nolur, biz de gidelim dedim...
"Gidelim, başla biriktirmeye paraları" dedi.. Gidelim dediyse, gideriz! Yaparız dediği her şeyi yaptık bugün dek. "Nereye gitsek ki?" dedim, "bir rota çizmek lazım" diye ekledim. O an gördü gözümdeki ışığı, yeni bir hayalim var artık... Gezeceğiz kardeşimle Dünya'yı.. Yapacağız. Kim bilir belki 4 kişi oluruz, kim bilir! Gün gelecek Dünya'nın farklı yerlerinden attığımız kartlarla selam yollayacağız dostlara, ailelerimize...
Canım kardeşim, biraderim, kankam ve dostum... Hayallerin peşinde geçen bir ömür bekliyor bizi... Çocukluk geride ve başka türlü bir şey bizim istediğimiz...
Rbl'im var ol, çok yaşa, paylaş ve yakınımda ol biraderim...
Seviyorum seni...  Muck :)

16 Mart 2012 Cuma

Son Üç Gün; I - Yüzleşme

14.03.2012
Hoş bir sohbet başladı aramızda.
Sözlerimizi bölen yalnızca sözsüz ama etkili ve derinleri kurcalayan cinsten bir müzikti.
Türü belirsiz, tarzı değişken...
Aramızdaki yaş farkı ve hemcinslere ait ortak algılar, konuşulmayanın anlaşılmasını kolaylaştırıyordu.
Aşkı, kırgınlığı, sorumlulukları, erdemleri ve kenarından köşesinden benlik çatışmalarını konuşurken, ağzımdan dökülen bir kaç kelimeden birini yakaladı...
Tutulmalardan bahsetmeye başladık sonra... Tutulmaların bizi kıstırdığı yerlerden...
Gölgemi, saklandığı yerlerde rahatsız ettik biraz. Amaç başta belirtildiği gibiydi; yani yüzleşme...
Bir kaç basamak aşağıya indik. Sonra bir kaç büyük adımla geri düştük bu kez zıplayarak.
Dibin de dibinde bir yerlerde gizlenmekte olduğuna inandığımız bir kaç kıskacı aradık..
Tam manasıyla bulduk diyemem aradıklarımızı, ama oldukça yol kat ettik kıskaçlara doğru yaptığımız yolculukta...
Yüzleşmenin başlangıcı hayatının anlamsızlığına yeni bir heyecan katıyor gibiydi...
Gerçeğin acımasızlığı üzdüğü halde, yeni rüyaların haberciliğini yaparken, yaşamı yeniden ele almanın dayanılmaz hazzı, tüm geçmişi geride bıraktırıyordu...
Sakince, hırpalamadan, ancak bu kez bir daha dönüp bakmamacasına...

14 Mart 2012 Çarşamba

Seçmece

Aniden.
Birdenbire, beklenmedik olandan
Beklenmeyene.
Dilegelen bir dünya,
Vahiy gibi, en çok ona benziyor.
Baharın karnını öptüğüm rüya.
O yüzden "ayak"landım, yukarı ağdım.
Sana vardığımda ağlamam bundan.

Birhan Keskin

Karagözlüm bir kağıda yazıp masama koyduğundan beri bakıyorum bu şiire, öylece, sessizce...
Küfreder gibi geliyor bir an, sonra şefkatle okşar gibi..
Bir yandan ise silkelen diyor, kendine gel der gibi...

Şiirin altına iliştirdiği notuyla sevgili kız arkadaşım karar vermeye doğru yönlendiriyor aslında, "bırak birileri de senin göz yaşlarını silsin" derken.
Peki o kadar kolay mıydı insanın kendi çaresiz gölgesiyle yüzleşmesi ve kabul edebilmesi ihtiyaçlarını?
Kolay mıydı gerçekten ?

6 Mart 2012 Salı

"People do you hear me?"

....
Listen all you people, come gather round
I gotta get me a game plan, gotta shake you to the ground
Just give me what I know is mine,
People do you hear me, just give me the sign,
It ain't much I'm asking, if you want the truth
Here's to the future for the dreams of youth,
I want it all, I want it all, I want it all, and I want it now,
I want it all, I want it all, I want it all, and I want it now.....
....

Kocaman bir

HİÇ (!),

aslında demek istediğim....

1 Mart 2012 Perşembe

I'm so glad to have them #2

Şimdilik bu satırlar olsun karalanmış olan, bu blogda şimdiye kadar onun için bir şey yazılmamıştı... Vaktidir.. Şanslıyım bir karagözlüm olduğu için :) 
Gözümde gizlediğimi gören,
sözümde sakladığımı duyan,
kimi zaman ruhen çok yakında,
zaman zamansa çok uzakta, 
ama fiziken hep bir kol mesafesinde duran,
her an yardıma yetişmeye hazır 
ama kendini gereksiz 'öz'den vermelerde yıprattırmayan, 
aslında hep derin bir sorumluluk hissettiği yaşama bilinci yüzünden belki de, 
çoğunlukla kaçaklarda yaşarmış gibi görünen, 
anlaşılmazda bıraktığı düşünsel sessizliği ile keşfedilmeye hazır bir dünya barındıran, 
saydam ve aynı anda maskeli bir görüntüsü vardı. 
Hep seven, hep kıskanan, hep özleyen ve hepsini kahkahaların ardında gizleyen bir tarafı vardı. 
Tek çocuk şımarıklığında ama yerini bilen, üzülse de içinde tutan,
sevincini kocaman coşkularla yaşayan, 
sıcak ama mesafesini hiç bozmayan bir hali vardı. 
Pek anlaşılmasa da, sevgiye asla karşı durmayacak olan ama dokunmak isteyip de bozulmasın diye geri durduğunuz bir su damlası misali bir duruşu vardı, güçlü ama aynı oranda kırılgan...
  

29 Şubat 2012 Çarşamba

I'm so glad to have them #1

Merak etme diye, biz hiç bir durum ve koşulda uzaklaşmayız bil diye diye ;)
:* 
Mujk :)

27 Şubat 2012 Pazartesi

Deniz

İyi ki doğdun Deniz.. Geçmiş'te kalmadığın nice yaşlarını gönlümüzde kutluyor olacaksın...
Sen hiç ölmedin, öldürülemedin ve içimizdesin Deniz Gezmiş...
İ
 Y
    İ
ki
D
 O
   Ğ 
     D
       U
         N......


Hani yani

Aslında iyiyim.
Evet iyiyim. Kötüyüm demek biraz ayıp olur.
Evet çok param yok. Yakın geleceğim biraz belirsiz - yani hayatımı planlayamıyorum.
Biraz huzursuzum, endişeli ve kaygılı yani... Sürekli bir ne olacak nasıl olacak diye sorgulama hali.
Ciddi bir boşluktayım.. Yaprak misali sürüklenmeye açık - işte bu da, beni biraz depresif yapıyor...
Ama iyiyim.
Yani biri sorsa diyeceğim cevap bu, gülümseyeceğim ve "iyiyim" diyeceğim...
Ama bu iyilik hali,
ne yazık ki, farklı zamanlarda kalbimi ve egomu acıtmayı başarmış birkaç 'sen' i zırt diye affedebilmemi sağlamıyor.
Yahut, şu ara omuzlarıma binen stres ve yüklerin ortasında kaybolmamaya çalışırken, duygusal olarak yıpranmış olmamı değiştirmiyor.
Asosyalleşmişliğimi, oturduğum yerde çalışmaktan kilo almışlığımı, yeni bir aşka duyduğum özlemi, ya da içinde bulunduğum bedenen yorgunluğu "iyiyim" demek şıp diye uzaklaştırmıyor...
Hani yani, beni, yalnızca buradan okuyanların, 'ölümcül durumda', takıntılı ya da birilerini unutamamış zannetmelerini ve
beni yalnızca yüz yüze görüp konuşanların,  içimdeki karmaşadan zerre haberlerinin olmamasını
değiştirmediği gibi...

Demem o ki okuyucu... Senin sandığın gibi yürümüyor hayat bazılarımız için... bilmem anlatabildim mi???

26 Şubat 2012 Pazar

Söz

Kendime söz verdim seni bir daha yazmayacağım diye.
Yine kendimi çiğniyorum, yine ve yeniden..
Daha çok yapacağım bunu.
- bu arada iç ses "hey yıllar yenilmedim size, hatalarım hep aynı" diye şarkı söyler-
İşin en sindirilemeyen tarafı ne biliyor musun; sen ne herkes gibisin, ne de hiçbir şeysin.
Hiçbir şey yapmadığın için kızılamayan, ümit verdiğin için acıtan
ve en kötüsü ise, o yeşile çalan gözlerindeki ışıkla yok edensin...
Bugün eski bir dosta senle ilgili "yapmasam iyi olur" dediğim bir eylemi anlattım.
"Bana bir şey söyle, yapmamalıyım değil mi" dedim.
Evet, söyledi gerekli şeyleri...
Peki ben ne diyebildim dersin... "haklısın, sonuçta o Dünya'daki tek adam değil, değil mi?"
İşte o an cız etti içim. Gördü arkadaşım o yanışı...
"Yapma" dedi. "Siktir et" dedim...
O ana değin halbuki bu mısralardı duygularıma tercüman:


Büsbütün unuttum seni eminim.
Maziye karıştı şimdi yeminim.
Kalbimde senin için yok bile kinim.
Bence sen de şimdi herkes gibisin.   Nazım


Halbuki şimdi, ben herkes gibiyim. 
Kırılmış egosunu onaramayan bir kadın 
yahut kaçamayan ve kıvranan ters dönmüş bir hamam böceği misali yazık bir insan evladı...


Tam o an... O en kırık anda, "Bir daha asla kimseye bu denli hızlı güvenme" dedi..
ve "bir daha asla tepsiyle sunma o kıymetli kalbini tanımadığın adamlara, bırak almayı bilsinler gerçekten istiyorlarsa", diye ekledi.. 
Ne yüzüm gülümseyebildi, ne egom yerine geldi, üstüne üstlük hepten bastı gerçeklik üzerime, 
ama, 
tek başınalığı bir nebze iyileştirdi..


Hoşgeldin Zerdüşt, yine uzun zaman olmuştu görüşmeyeli... 

Seçmece

Anlatamıyorum
Ağlasam sesimi duyar mısınız,  
Mısralarımda; 
Dokunabilir misiniz, 
Gözyaşlarıma, ellerinizle?  
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, 
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu 
Bu derde düşmeden önce.  
Bir yer var, biliyorum; 
Her şeyi söylemek mümkün; 
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; 
Anlatamıyorum.  
Orhan Veli

Irreversible rxn

İnsanoğlunun büyük bir çoğunluğuna karşı reaktifim dostum...
Öyle ki geri dönüşsüz bir reaksiyon yani..
Ne yapabileceğime dair ise inan zerre fikrim yok...

23 Şubat 2012 Perşembe

İyi Gelir

Hatasız kul olmaz,
hatamla sev beni...

Kaybettim kendimi, ne olur bul beni,
Yoruldum halim yok, sen gel de al beni...

Feryada gücüm yok, feryatsız duy beni.
Sevenlerin aşkına ne olur sev beni...


Orhan Abi'nin benim için en baba şarkısıdır Hatasız Kul Olmaz...
Böyle bir isyan, böyle bir teslimiyet ve böyle bir sorgulama, hele ki bir erkeğin elinden, gönlünden çıkması, başka türlü vurur beni..
Sabahlara kadar rakı içip dinlemişliğim, çok kez söylemeye çalışmışlığım ve yarı yolda kaseti takmışlığım, hep bu şarkı yüzünden walkman'de geri sar tuşunu bozmuşluğum vardır, anılarda yerini almıştır.
Her Orhan Abi şarkısında arada kulağımıza kaçan ince bir Jazz ritmi de vardır ki, ona ayrıca dikkatinizi çekmek isterim..
Hatasız Kul Olmaz bir başkadır.
Ne Batsın Bu Dünya'dır, ne Hor Görme Garibi'dir, ne de Bir Teselli Ver'dir.
Hatasız Kul Olmaz hem çok gerçektir, hem Allah'ına değin damar...
Hatasız kul olmayacağının ve af dilemenin en üst mertebesinin resmi geçitidir.

Sözünde sitem var, kalpte mi, dilde mi? ise sanırım sözün bittiği yerdir...
Keyifli dinlemeler olsun ;)

19 Şubat 2012 Pazar

DELİ KUŞ

Deli Kuş'un dedikleri bir bir aklımda,
Bana bir şal almışsın Salı Pazarı'ndan,
Gözlerime pek yakışırmış.
Gözlerinin aradığı yalnız ben olayım...


Deli Kuş'la sohbet ettik bu sabah havadan sudan.
Bana senden gözlerinden söz etti hiç durmadan,
Biraz susup yüreğini dinledim, hüzün sarmış, sevdim okşadım,
fısıldadım, usulca okşadım, fısıldadım, sevdim okşadım...

18 Şubat 2012 Cumartesi

Telefon

Sonunda aradım seni bugün...
Sesini duydum. Gerekli bir sebebim vardı.
...............Aramak için yani...............
Neyse, aradım seni.
3-5 dakika ya konuştuk ya konuşmadık.
Yine o kadar zaman geçmiş, derdest ettin kapattın telefonu. Beni sonra arayabilirdin kusura bakma diye ama yok. Yapmazsın sen!
Rahatladım,
niye diyeceksin;
ne kadar öküz olduğunu bir daha hatırladım aklım kalmadı...
Tamam o zaman.
Sıradakine geçebiliriz.
Buyrun, sıradakiiiii?

16 Şubat 2012 Perşembe

Don Kişot'a..

Söyleyemem muhtemelen bunları yüzüne...
Her şeyi konuşuyoruz biz aslında seninle böyle bir problemimiz yok ama sanıyorum buraya yazıklarımı öyle gümbür gümbür söyleyemem yüzüne... Utanırım galiba..
İlginç, hala utanıyorum ne güzel... Demek ki yitirmemişim henüz tüm ar damarımı...
Önce iyi ki doğdun! Bak vallahi.. İyi ki doğdun cidden.
Sen doğmamış olsaydın, ben belki yaşamımın sonuna dek, herhangi birinin beni tam olarak anladığından emin olmadan, kendimi bi'çare bir tek başınalıkla yaşıyor halde bulacaktım.
Haddinden fazla benzeyen ve haddinden fazla ayrık iki insan.
....ve tahammül sınırlarını zorlayan bir anlaşamama hali çoğu zaman..
olsun ama ben seni çok seviyorum. Sen bunu anlamıyorsun.  Anlayamıyorsun belki yahut anlamıyormuş taklidi yapıyorsun.
Neyse ben hep O "iyi ki var"lardan diyorum. Muhtemelen hep diyeceğim.
Sana bir şey olmasın (çok üzülürüm çünkü yine inanmasanda) ve korusun Tanrı hep seni, sana inat yani..
Sen benim kıymetli'lerimden, yaşamımdaki iz'lerden ve ben var oldukça nam-ı yürüyeceklerdensin..
                                    Yazılarımda, sözlerimde ve anlattığım hikayelerimde..
İyi ki doğdun canım Don Kişot'um.. nice güzel yaşlarına olsun..
Yollar hep karanlık değil, eğer yeterince uzağa gidersen yılmadan, hayaller de gerçek olur belki kimbilir...
Müzik yaptığın, hayal ettiğin, keyif aldığın, huzur bulduğun ve daha çok izler bıraktığın nice güzel yıllara...
Şarap misali geçsin 30'lar.. ;)

Fena

Duygusalım anasını satayım....
Fena, çok fena...
Neyse bu saçma girişten sonra bugüne ve duygusal yoğunluğuma geri dönelim...
Artık çok çalışmaktan mı, geceleri uyumuyor olmaktan mı bilmem ama ruh halim bir garip.
Hızlı değişimler yaşıyorum hislerimde. Ani iniş çıkışlar. Kahkahalarla içtenlikle gülerken bir anda durgunlaşıyorum. Duraksıyor ve kararsız kalıyorum.
Mutlu muyum, yoksa huzurlu, yahut ... bilemiyorum...
Hep bir karmaşa. Hep bir içe dönüş.
Her iniş anında başka bir şarkı geliyor aklıma... Bir kimsenin söylediği herhangi bir söz bana onlarca kelimelik bir yazı çağırıştırıyor o anda...
Bugün yine aynı şey oldu.. gülüyorduk hep beraber... Keyifliydi birlikte olduğum kişiler ve öncesinde çok özel bir arkadaşa sahip olduğumu anımsatmıştı bana yaşananlar..
O'nu yazacağım. İçimi coşturanları dizginlediğim an yazacağım damla misali etkileyici yaşanmış bir yaşamı..
İşte bütün bu pozitif ve sevimli konjonktüre rağmen ben bir anda aşağı inen ruhumu anlayamıyordum.
Birisi bir anda "çık güneş hadi" dedi, öteki ardından "bulut geçti" dedi..
Benim içim şarkı söyledi...
"bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende.."
....

14 Şubat 2012 Salı

14 Şubat :)

Kutlamalar, hediyeler, kırmızı, bık bık, bok püsür.. Hepsi kapitalist düzenin "daha çok al, daha çok al" diretişleri..
Kutlanmalı yoksa Sevgililer Günü,
tüm gün herkes birbirini kutlamalı, sevgi saçılmalı ortalığa üzerini örtercesine tüm bu karanlığın...
Sarılmalı insanlar birbirine, öpmeli birbirini, kokusunu duymalı karşılıklı...
Sevgili olmaya gerek yok. Sevildiğini ve sevebildiğini bilmeli insanlar...
Hediyesiz, gülümseyerek, yürekten "seviyorum seni" diyerek sevgisini dile getirmeli insanlar.
Hediye almaların gölgesinde, düzenin gerzek oyunlarına alet olarak sevgiyi ikinci plana atmanın manası yok!
Kutladık işte bugün bu güzel günü... Birbirimize sarıldık.
Güzel yemekler yaptık ve yedik. Telefon ettik uzaktakilere..
Koyun olma dostum, düzenin seni yönetmesine izin verme...
Sev doyana kadar, ruhun ve bedenin alabildiğince...
Sev dostum sevebilme yetisine sahip olduğun için şükrederek...
Kutlu olsun güzel günün insan kardeşim, sevgi'ye sahip çık diye...

13 Şubat 2012 Pazartesi

Ah seni...

Seni özledi, gözlerim, sözlerim, öfkelenmelerim ve iç geçirişlerim...
Seni özledim ve senle ilişkili olarak kaydettiğim ellerini, sesini, uzak bakışlarını ve kaygılı gözlerini...
Senli bu ara gecelerimi süsleyen rüyalar ve elimin gittiği her telefon....
Seni hep bir arayasım var kendimi geri tuttuğum..
Çocuksu bir şımarıklıkla gelsene, bi acı kahve içelim diyesim var ya da çay daha güzel olur diye ekleyesim...
Senin yanında duyduğum güvene kendimi saklayasım var...
Ah seni.. Seni bir çağırasım var...
Büyümüşüm, ne elimi attığım telefonu edebiliyor, ne seni çağırmaya cüret edebiliyor ne de seni hop diye beynimden uzaklaştırabiliyorum...
ve inanır mısın hayatımdaki hangi güzel adam tam olarak sen'sin ona da bir türlü karar veremiyorum?
Sahi ya, ben kimi özlüyorum?

Yoksa ben...
Neyse boşver. Nasılsa, okuyan yahut okumayan herkes biraz sensin ya da ben...

Ve şişmiş egolarıyla kendi üzerine alınan onlarca beden yine sessizlikte kalacak olan...
Bir de bıkkın ben...

9 Şubat 2012 Perşembe

Bir ara yazılacaklar

Buraya yazayım ki bana sorumluluk olsun.. Biraz sakinlediğinde işlerim yazacağım... 
- Arkadaşımın filmleri (evet değişik ve özel arkadaşlarım var) 
- Berlin in Berlin (yazacaktım gördüğüm ve duyduğum Berlin'i fırsat olmadı) 
- Dostlarım.. (onlara bir yazı yazmak gerek vaktidir)
- Annem ve Babam'a... Öyle bir süreçteyim ki, öyle güçlü yanımdalar ki... 
- Karagözlüm ve Rblim e de bir yazı gelecek yakındır... 
- 25.yaş yazısı ! - Mühim olmalı 

Sanırım şimdilik bu kadar... 

8 Şubat 2012 Çarşamba

Music beyond of all...

Music. Music is the amazing way of expressing the feelings that can't ever describe them with words...
"Cloud of unknowing" is just the phrase of my life for a while.
All this uncertainities give a deep sorrow and sometimes, somehow a little hope of belief to everything be allright...
Pretty much sorrow, indeed...
"Cloud of unknowing" is a kind of masterpiece for me to let all the emotions be true that I have in my heart in a wordless 5:23 min.

Music is absolutely enchanted thing...

6 Şubat 2012 Pazartesi

Kaldır Kadehini Dostum


Ölüme!
Çünkü, ölüm de şereflendirilmesi gerekli bir müessesedir ve hatta özgürlüğün gerçek anlamı çoğu zaman.
Kaldır kadehini dostum, ölüme!
Çünkü ölüm, içerdiği her anlam boyutunda yeniden başlamak demektir...

Kaldır kadehini dostum, yapılmış en mükemmel filmlerden birine ve üretilmiş böylesi bir ölüm şarkısına...



Unutma dostum, "fish doesn't think cuz fish knows everything"....
Are you a fish? 

Blues


Listen and believe me brother,
believe that the blues makes you couple in nights...
Close your eyes and feel the notes of the piano shoots in black and white...

Çok

bunalıyorum dostum ya... Çok bunalıyorum...
Çok sıkılıyorummmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm!
Her şeyi siktir edesim var.. ki ağız dolusu bağırarak söylüyorum bunu. Duy yani sesimi okurken...
Bu gitmek ve kalmak belirsizliği feci... yanında bir türlü bitiremediğim tez! Çok fena. Çok...

ÖZET


Özel adam Onur Ünlü'nün, Güneşin Oğlu filminde, Haluk Bilginer'in performansıyla tamamladığı, absürdlüğe duyulan isyanın 47 saniyelik tercümesidir bu şiir...

Duygusal durumu birebir örtüşmek suretiyle tamamlar...
..................çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen..........................................

Boşluk

Doldurulmalı.
Yeniden yaratılmalı.
Kabul edilmeli ve aynı anda yok sayılmalı.
Boşluk, boş kağıda karalanan şiire malzeme olmalı,
ve yanında rakı sofrasında geyiğe meyledilen meze...
Boşluk, üzerine böylesine boktan bir çaresizlikte yazı yazdırmalı.
Hepsinden öte, en dolu zamanların sıkıştırılmışlık yaratan ruh hallerinde,
kaçılmak istenen sahra olmalı...
-meli ve -malı ların gölgesinde,
boşluk,
aşka duyulan özlem(e)lerin maskesi olarak durduk yere insanı vurmamalı!...
bak yine zorunluluk..
boşluk işte, bir nev-i susuzluk, bir huzursuzluk hali...

31 Ocak 2012 Salı

Hep 19

Demek istesemde,
25 yaşına gelmiş olmanın farkındalığı ile 19 yaşında olmanın ne demek olduğunu yeniden fark ettim geçen Cumartesi...
Bileziklerimi, posterlerimi zor kurtarıyordum halbuki ondan.
Şimdi bana topluluk içerisinde abla demek istemediği için, isimsiz ve sıfatsız saçma bir muhabbeti götürüyoruz.
19 yaşında şimdi o. Canlı, anlamlı zannettiği hayat için heyecanlı.
İpek gibi, ismiyle müsemma. Su gibi gözleri, uzun dalgalı saçlarıyla farkında olmasa da seksi.
19 yaşında kocaman bir kadın o. Kendini öyle zannediyor, şarkıda dediği gibi.
Son moda kıyafetlerinin içerisinde ve topuklunun çıkardığı seslere gizlerken çocukluğunu, şaşkınlık karşısında boşa bakıyor gözleri. Çocuk misali...
Vücudunun diriliği, aç pezevenklerin ilgisini, yiyesi bakışlarını ve gergin derilerini kendine çekmekte...
Farkında değil o ama olan bitenden... Heyecanlı ya,  mutlu çünkü henüz. Öğrenmedi henüz hayatın boktanlığını, huzurun içeride yakalanmazsa asla bulunamayacağını, aşkın duygusaldan öte sexsel bir şey olduğunu ve yozlaşmanın gün gelip kendi masumiyetini vurduğunu henüz öğrenmedi...
O henüz 19.
Genç, diri, canlı, seksi ve çocuk... Gözlerindeki boşlukta, şaşırmalarında ve erken gelen uykusunda henüz 19 yaşında bir çocuk.
Pezevenklerin gözlerinde ateşli ve s.kilesi bir parça; ruhu geçmiş, 1.6cc kaltakların gözlerindeki yiyen kıskançlık ve yok etme arzularının arasından kuğu gibi süzülen ve farkında olmamanın rahatlığında, o bir 19.... Hep 19 kalması ise benim onun için isteyebileceğim en derin dilek..
ama nafile.. gün gelir hiç bir şey değişmese farkındalık vurur insanı.. O da büyümenin ve öğrenmenin kaderi.. Ne yaparsan yap, kalır seninle...

İlk fırsatta #1

Alınacaklar:
Cemal Süreya kitabımı kuzenime verdim. Çok mutlu etti, bana ait bir şeyi ona vermek...
Ama yine de, benim artık bir Cemal Süreya kitabım yok. İlk fırsatta alınacaklar arasında yer almalı...
Şiir demişken, çok da aşina olmadığım ama keşke bir okusam dediğim hep unuttuğum bir kaç isimde alınacaklar listemde; Edip Cansever, Turgut Uyar ve Ece Ayhan...
Lenslerim - e bir alsam artık dimi !


İzlenecekler:
Onlarca film. Nasıl biriktiler. Her şey bittiğinde günde 4 film izleyerek en az 1 hafta geçirmek niyetindeyim.
Anyone is welcome :)

Yapılacaklar:
24 saat uyku :)
Boş boş geçecek 2 gün.
Ard arda 3 hafta her cuma veya Cts dansa gitmek!
Dostlarla keyif...

Gidilecek yerler:
İstanbul
İzmir
AVRUPAAAAAA :)

Bunların hayaliyle yaşıyorum ya.. Yazık ama bana...

30 Ocak 2012 Pazartesi

...Tanımadığım Adamlar....

Nicedir hiç bir şiir ilk duyuşta bu denli dokunmamıştı.. 28.01.12 Cumartesi gecesi Okan Bayülgen'in Yalnızlar Diskosu programında okuduğu bu şiir kimlerine göre Can Baba'nın kimilerine göre Ali Poyrazoğlu'nun. Çok yere baktım. En sıklıkla  Ali Poyrazoğlu'nun ismiyle karşılaştım. Hatamız var ise affola... Buyrun okuyun ve düşünün, niye toplarsınız zamansız yere tanımadığınız o adamları bir araya....

''Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattımsofrayı.
Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrıayrıne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyibilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.

Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.

Geldiler.
20 yaşında ben, 35 yaşımda ben,
40yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz
20 yaşımdaki beni, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımınkarşısına da, ben geçtim.
20 yaşım, 35 yaşımı tutucu buldu.
40 yaşım ikisinin de SALAK olduğunu söyledi.
Yatıştırayım  dedim.
"SEN KARIŞMA MORUK" dediler.
Büyük bir hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
20 yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.

Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür, O halde ömür dediğin bir gündür,o da bugündür

Ali Poyrazoğlu

29 Ocak 2012 Pazar

Git

Ohhhhh..
Bir gitmek geldi ki, gidilemeyen her an daha beter ediyor!

22 Ocak 2012 Pazar

Teşekkür...

Ruhuma anlam katan tüm dostlara....
"..ne zaman geldin ruhum, görmedim seni.. ...çığlıklar geçti üstümden, bulutlar geçti... ..ve o gençlik günlerimizde" hepimiz....


Nasıl kıymetli, nasıl değerli, nasıl vazgeçilmezsiniz...
Her biriniz ayrı ayrı hayatıma renk, her biriniz nefes almaktan yorgun düşülen anlarda bir umutsunuz...
Doğum günüm tez yazdığım şu günlere geldiğinde hiç unutulmayacak bir 25 yaş diye düşünmüştüm... Ama denk geldiği günler değil, 21 Ocak'ın başladığı andan bittiği dakikalara kadar geçen 24 saat boyunca arayan, mesaj atan, facebook'tan duvarıma iz bırakan, unutan, utanan, bir kaç gün sonra hatırlayacak olan ve yalnızca düşünen herkes, hepiniz sayesinde unutulmayacak oldu... Renklerinize, sevginize, ilginize çok teşekkür ederim...
Çok ama çok şanslıyım size sahip olduğum için...

21 Ocak 2012 Cumartesi

Gözleri Siyah Kadın

Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.

Nazım

---------
Bu şiiri hep bana yazmışın gibi okurum ey Şair.
Senin gibi ölmeyi göze alarak, aşkla yazarak, farkındalıkla yaşayarak hayatı sonlandıran bir başka adam gelmeyecek herhalde bu dünyaya...
Belki de senin gibi sevecek bir adama yetmeyecek bende var olan yürek..
Onu bunu bilmem ama, bu şiiri hep bana yazmışın gibi okudum ey Şair.
Siyah gözlerimin güzelliği konusunda tevazu göstermeden...
ve hep inanarak kalbin gözlerden kendini ele verdiğine...

Ben her doğum günümde kendime bu şiiri okudum ey Şair... Senin sesinden... Başkasını hayal etmeden...
------------

İyi ki doğdum... Gördün mü bak 25 oldum :)
Gün gelecek, bu şiiri ..... Neyse Şair boşver gerisini...
İyi ki doğdum! İyi ki kadın oldum, erkek olarak gelmek de vardı şu hayata!
İyi ki doğdum! İyi ki paha biçilemez dostlar biriktirdim, iyi ki bilim insanı oldum, iyi ki gözleri siyah bir kadın oldum, senin elinden bir şiire gönderme yapılabilecek...
İyi ki doğdum, iyi ki öğrendim sevmeyi ve iyi ki İNSAN oldum! Hepsi bu!

Starting of the Aquarius :)

Bir taraftan da benim miladım tabi :D
Gerisi sonra...

19 Ocak 2012 Perşembe

Adalet

-in bittiği bir ülkede, bitmişliğini göre göre ve zerre kadar kendini güvende hissetmezken;
nasıl yaşarsın ?

16 Ocak 2012 Pazartesi

Introduction

Biter mi bu intro, biter be bence :)

Intro denilince birinci, ikinci, yan, mecaz, tecahül arif, benzetme, yokmuş gibi yapma, varmış gibi satma ve benzeri her türlü çağrışım kabul edilmekte ve hepsi için, bitme anından sonra, sona yaklaşmanın coşkusu şimdiden kendini belli etmektedir....

Yazar burada ne demek istediğini kendisi bile bilememektedir...

15 Ocak 2012 Pazar

İnan seni anlamıyorum insan kardeşim...

Ne yazık ki; arta kalanlar olur hep, hatırda kalanlar...

Ne yalan söyleyeyim üzüldüm bugün derinden, hiç üzülmemiştim sanki bu kadar yürekten. Bu kadar haksız bir ilgisizlikle suçlandığım olmamıştı... Neyse. "İnsanlar.." deyip geçmek lazım, şu yalnız dünyamızda ayakta kalabilmek için.
"Konuşşan çare değil, sussan gönül razı gelmiyor" insanlarındanım ya ben... Henüz emin değilim ama, sanırım bu kez susmayı yeğeleyeceğim. Sindirecek ve olmamış gibi davranacağım... Hikayeye dahil olan herkesin kendini haklı gördüğü ve hep haklı göreceği, sıradan yanılsamaların hepsinde olduğu gibi.
Zor dostum, dost olmak. Sevdiğini anlatmak, birlikteliğin koşulsuz ve minimum beklentiyle tadını çıkarmak.
Paylaşmak zor. Paylaşılmak hepsinden beter.
İşte bu yüzdendir erkeklerin dostuluğu hep paha biçilmez... ama olmaz öteki türlüsü. İnsan hep bir parça eksik, dost kadınları olmayınca hayatında.
Herneyse. "Bir çaresi bulunur elbet canım, bir uyuyup uyanalım"...
Sevgi çözer her yanlışlığı, her anlaşmazlığı, yeter ki inanmak istesin insanlar, bir yüreğin bir yüreği gerçekten sevdiğine, sevebileceğine şu zalim dünyada....
---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bu satırları yazarken kendim için, yalnızca sevgili "ben" için bir şey yapıyorum aslında. Keyif alıyorum aldığım her soluktan.
Dışardan gelindiği ilk an yapılan herşey tamamlandıktan sonra;
- giysiler yerini pijamalara bırakmış, temizlenen makyaj yorgun, hüzünlü ve hasta gözleri ortaya çıkarmış, keyif kahkahaları gece sessizliği ile yer değiştirmişken -
elimde ev yapımı bir çay ve ben yağmakta olan karı izliyorum...
Evime gelirken yakalandım etrafı hızlıca beyaza çeviren kara. Havanın serinliğine ve göğsümdeki hastalık hırıltısının varlığına aldırış etmeden, fotoğrafladım elimden geldiğince bu muhteşem güzelliğini etrafın.
Ve tabi ki düşündüm.
Karın romantizmini kaç zamandır paylaşamadığımı bir sevgiliyle.
Ayaklarım, karın örttüğü ve hiç dokunulmamış yerlerine izlerini bırakırken, aslında 2 değil de 4 iz olsa daha eğlenceli olmazmıydı diye düşündüm ve tabi ki çooook daha romantik.
Hep hatırlanacak bir "karda nasıl yürümüştük seninle" anı (!) birikmez miydi hatıralarda ?
Uzatmaya ne elim ne yüreğim varıyor aslına bakarsan okuyucu. Sözün özü, sanırım ben artık "biz" demeyi, yahut "+1 geliyorum" demeyi özledim....
--------------------------------------------------------------------------------------
Karı izlerken elilmde ev yapımı bitki çayı.
Aromasından burnuma çarpan keskin tarçın ve çekigen ıhlamur kokusu...
İçinde olduğu bardak kocaman bir mug yahut en büyüğünden kupa türkçesiyle :)
O bardak ki hayatımın en kıymetli dostlarından birinden hediye.
Hatırında bana dair sakladığı onlarca şeyden aslında yalnızca biri Küçük Prens tutkunluğum.
"Bu çok küçük bir şey ama görünce dayanamadım, bu Aysu'nun olmalı dedim ve aldım canım" diyerek verdiği Küçük Prens'li bardağım. Hayatımda aldığım en güzel hediyelerden biri.
Ona dair, onun için, çok sever diyerek, önüne çıktığı an hatırlanmış ve tereddütsüz alınmış, üstüne üstlük "sana moral olur, çalışırken çay içersin" diyerek daha da derinleştirilmiş ve anlamı kat be kat artmış kıymetli bardağım.
Bakınca alt tarafı bardak dersin değil mi insan kardeşim,
lakin, o işte öyle olmuyor. Sevgi dediğin şey, bir avuca, bir söze, minik bir bardağa ve emeğe sığıyorda; egonun hükümranlığındaki beyne bir türlü dolamıyor....
Pelinim iyiki varlardansın! canım kardeşim....   Tekrar teşekkür ederim, bardak bahanesiyle değerli varlığına...

11 Ocak 2012 Çarşamba

"Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar"...2

ANKARA 
.....

Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar
belki balkona kar seyretmeye çıkar diye sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur
ve çoğu zaman bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir

Hiç bir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez Ankara'da
yoksa bugün bir hayat yaşanmayacak mı duygusu
çöker bütün bozkıra

Kimse keman çalmaz belki
belki bu film hiç bir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
hiç bir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat Urfa'da hatta
ama hiçbirinde o kadar aç oturmadım sofraya

Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki yine sıkıldı bizim konsolosluklardaki konuklar
öyle deme Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden Ankara'yı bu kadar çok sevdiğini anlamadan
Ankara'da yaşamak

Yollarına hep sevdiğimiz insanların adlarını vermediler ama
biz her duvara bir vesile
onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
....

Yılmaz Erdoğan