3 Eylül 2015 Perşembe

Yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden.... Kısım 2


Öyle durursun bir an. Bir an için her şeyden vazgeçesin gelir.
Bir garip özgürlük gelip vurur midenin ortasından bir yerden. Sen öyle sanırsın.
Senin o özgürlük sandığın aslında korkunun ta kendisidir. Özgürlük bugüne kadar bildiğini sandığın şey değildir aslında. Özgürlük sana "şimdi hemen kaçmalısın" demez örneğin. Tam aksine, özgürlük sana, "şimdi, tam şu anda sahip olduğun ve inandığın tüm bu değerler için mücadele etmelisin" der.
Aşk için, verdiğin emeklerin haksızlığa karılıp yok olmaması için, sevgi için, fikri-vicdani-bedenen bağımsızlık için... hep mücadele etmen gerektiğini söyler sana.
Sevildiğini hissettiğin her an sana kaç diyen, kaybetme korkusu ile yüzleşme cesareti olmayan egodur aslında. Ruhunun aşkla dolmasına ve çoğalmana, taşmana izin vermeyen, emek verdiğin işi tamamlamana set çeken, ülken için, ekonomik özgürlüğün için, kadın olarak değer görmen için mücadele etmekten seni geri tutan hep o  korkak, zavallı parçandır.
Seni kısır bırakır. Seni eksik bırakır.
Sonra bir adam gelir. Yavaş yavaş sever seni. Sever ama sadece. Aşkını sevgisine karar. Koşturmaların arasında heba etmez. Yormaz. Korkutmaz. Zavallı korkak tarafın fark edemez olan biteni.
Sevgi iyileştirmeye başlar açık kalmış yaralarını yavaş yavaş. Her gün biraz daha geriye ittirdiklerinle yüzleşirsin. Eskiden kalma aşk kırıntıları, geçmişte kalamamış yürek yaraları değildir yüzleştiklerin.
Açık ara kuvvetli, yıkılmamak için yok saydığın hayata dair çözülememiş çocukluk sancılarındır ortaya çıkan.
Bir sen vardır senden içeri. Kimsenin duymadığı, kimsenin görmediği, hep saklandığın, hep kaçtığın.
Seni yıkıp geçmesin diye, kahkahalar ile bastırdığın göz yaşlarından kalan kırık, yarım ve hasır altı edilmiş anılar.
Hasır altı edilmiş olduklarına inandığın ölümle geçmiş yıllar.
Arada bir "mı acaba?", "bir üzerine eğilsem mi acaba, bir dursam bulsam mı acaba hislerimi?" dediğin ama kısır tarafında hep bertaraf ettiğin o güçlü ve karanlık zamanlar.
Çocukluk hayallerinin yanı başında duran, ailen tarafından sevgiye boğulduğun için hayallerini örtmeyi başaramamış ama seni hep bir başkası yapmış, bir türlü kendini bütün hissedememene sebep, geçememiş geçmiş... Yanlış anlaşılmalar, kimliğini bulamamalar, özgürlük sandığın kaçmalar ve ölüme meydan okuma meğilinde olmalara sebep bi'çare geçmiş, "şimdi"yi yoran...
Bir yandan intihara sürüklenmene engel olan o güçlü inanç! Tam ortasında yürüdüğün o ince çizgideyken inan-mayı seçmene sebep rüyalar, sanrılar, hayal sandığın samimi kahramanlar...

Durasın gelir bir an. Öyle her şeyi bırakıp kaçasın gelir. Bir an fark edersin ki bu özgürlük değil. Bu kez sanmazsın, bilirsin. Bilirsin ki bir şeyler ters. Kaçıyor elinden hayat.

Bir adam çıkagelir. Aşkın kaotik coşkusunu yüklemeden önce kalbine, omuzlarına, bedenine; sana alışmayı seçer, konuşmayı... Anlayamazsın olup biteni. Kısır tarafın, bu gelenin "ezber"lediklerinden olmadığını fark eder. Karışır kafası ama korkmayı da beceremez. Bu kez, kısır tarafındır kısır ve kırık kalan. Onun çevrene ördüğü duvarlar çatlar bu kez ve sızar kırıklarından bunca yıldır içinde saklanan sen.
Sendeki sen, özgürlüğüne ilerler koşar adımlarla...
Bir sonraki dönüş çok geç olabilir telaşıyla, maskelenmiş her şeyi de su yüzüne çıkararak, açıklığa koşar durmaksızın. Kadınlığını ve en  naif taraflarını gösterir sana, iyimserliğini, affetmeyi öğretir, öfke ve hırslarını, korkularını ve sınırsızlığını tanıtır.. ve kendine ne denli yabancılaştığını, yabancılaşabileceğini....
Büyümüş bedeninin tam ortasında kalmış küçücük kız çocuğu/erkek çocuğunu buldurtur.. Çocukluğunun ayrım yapmadan seven cinsiyetsiz yıllarını anımsatır. Bedenindeki organlarına inat nasılda eril, nasılda dişi enerjinin bütünlüğü olduğunu hatırlatır.
Üzerine geçirdiğin o güç, o çekici sandığın dayanıklılık kostümünün altında yok olduğunu anlatır ruhun sana.
Özlemelerinin başka insanlardan çok kendine olduğunu gösterir.
Sor der. Sor kendine n'oldu? neden? neredeyim ben?
Kimim ben?
Sen sordum dersin. Sordum sanırsın sen bunca yıldır. Sanırsın sen, hep yaptığın gibi. Gereksiz kabullerin ve kabullenmelerin altında yıpranırsın. Güçlü görünmek gerekir, dayanıklı kalmak gerekir, göstermemek gerekir acıyı, niye mutlu olunmasındır ki, yahut niye zaman zaman bıkkın...
Koşar adım ölümden kaçtığını anlarsın.
Koşar adım hayattan giderek sıyrıldığını, münzevileştiğini, abdallaştığını...
İçemez, sevinemez, sevemez, eğlenemez ama daha kapalı, daha da yalnız olduğunu görürsün seni dışarı çekmeye çalışan onlarca insana inat...
Meyledersin böylelerine.. Ben zannedersin, hep yaptığın gibi. Haksız da değilsindir. Sen nasıl hissedersen öylesini çekersin. Sen bulmaya çalıştığın seni tamamlayacak olanları çekersin hep... Bir türlü anlamak istemezsin...
Yaşla falan da alakalı değildir hani ama sen yine yaş döngüsü bu ya geçer dersin, doyduk herhalde artık yeter dersin, ne güzel işte evdeyim oh ne ala dersin... Yine en doğru bildiğin senin ki sanırsın sen... Genellemelerden kaçarken kendini genellemelerde yok ettiğin diğer tüm zamanlar da olduğu gibi...

İşte tam bu noktada durasın gelir bir an. Öyle her şeyi bırakıp kaçasın gelir. Bir an fark edersin ki bu kez kaçmak değil içinden gelen, olduğu gibi bodoslama dalmak. Yüreğini duyarsın kim bilir kaç yıl sonra ilk kez.
Bilirsin bu kez mevzu büyümek değil, mevzu sendeki senle yeniden arkadaş olabilmek...
"Affedebilmek şeytanı kimi zaman çok üzer"...
Yersin o tokadı yine ve bu kez bu tokat, kendini affetmen gerektiğini anladığın için gelir.
 İşte onu nasıl yapabileceğini bilmezsin. Nasıl affedilir ki kendim kendine... bilmez, bilemezsin... Hep birini suçlamak gerekli değil midir dersin, kendini affetmek için.
Büyük bedenlerin ortasında kalmış o ufaklığı suçlarsın o yüzden. Senin yüzünden dersin. Sen beni hep bir adım geride tuttun. Hep masum kıldın. Sensin bana köstek. Kocaman gözleriyle acır o ufaklık senelerce. Acır acır ve sonunda acıtır.. Dağlar içini. Karartır. Şimdi artık bir de ufaklık vardır yeniden arkadaş olman gereken.
Ne bi'çare bir yalnızlıktır dersin. Çıkar biri sever seni. Aç gözlülükle yiyip yok etmek istemez. Şaşırırsın. Sever seni. Öyle, olduğun gibi, söylemeye ihtiyaç duymadan sever. Kendi dilinde sever seni. Edebiyatın diline karıp da mecazlarda yok etmeden sever...
Bilirsin ya sen sevgiyi. Bildiğini sanırsın ya. Kalakalırsın karşısında bu şatafatsız sakin sevginin.
Anlayamazsın. Yıkılmıştır ezber. Bozulmuştur oyun. Bi bok olmadığını, bildiklerinin idealist bir sanrıdan öteye geçmediğini anlarsın. Gördüklerinse yalan. Koskaca bir yalanın ortasında kendi yazdıklarını oynadığını anlarsın.
Vurur sana hayat. Duvara toslarsın. Götü boklu bu saçma düzenin makarası olduğunu ve hep aynı saçmalıkları kabul ettiğini anlar ve yaralanırsın. Bir kez daha. Tek bir farkla ama, bu kez bu yara senin yok farz edebileceğin gibi değildir. Açar, daha çok açar, tüm paketleri açmak için usturayla derin bir çizik atar.
Kaçışın yok açacaksındır, görecek, yüzleşecek ve gerçekten ilk kez gerçekten özgürleşeceksindir...
Hiç bir özgürlük yolu kolay olmamıştır okumuşundur çok kez, şahit olmuşundur... kolay olmayacaktır...


21 Ağustos 2015 Cuma

Susma Şarkıcım, söyle, sen daha çok şarkı söyle...

Cey'lan Ertem - Deli Kızın Türküsü



Yitirmeli ne varsa, başlamalı yeniden.... Kısım 1

Çok olmuş.
Çok uzun zaman geçmiş çağlamayalı, akmayalı, yazmayalı...
Düşünüyorum nicedir bazı şeyleri; bu blogun açılışını, ruhumdan dışarı boşalan herşeyi ve geldiğim bu noktayı.
Çok yanlış zamanlarda yanlış adamlara aşık olan, büyük büyük yanan ve büyük büyük üşüyen ben, herşeyi yitirdim ve yeniden başladım. Yitirilen herşeyin yanlış adamlarla da hiç alakası yok üstelik. Tüm o yanlış adamlara, yanlış zamanlarda ama çok doğru aşık oluşumdan mıdır nedir adamların ben de derin izleri kalmadı. Benim onlarda izim kaldıysa da o da mühim değil. Mühim değil çünkü güzeldir benim izlerim. Şefkatim iyileştirir, sevgim korkutur ve aşkım çoğaltır. Ben, "biz" diye severim çünkü. Ben gider, sen var olmaz, biz olur. Biz diye kavga ederim, biz diye ağlarım ve biz diye diye yanarım, biz diye seviştiğim gibi... O yüzden acıtmaz ve üzmez benim izlerim kaldığı adamları. Anladılarsa... Sonuçta onlar ve ben birbirimize kanırtan çentikler atmadık. Belki de izlerin oluşmasına fırsat bile vermedik, vermedim çünkü almadım onları çemberimin içine, kim bilir... Aşık olarak ve çoğunlukla çevreme ördüğüm zehirli parmaklıklardan o adamları içeri almamayı da çok iyi başararak yarattığım başka dünyaların içinde yaşarken, bir mutluluk tablosu yaratıyormuşum da haberim yokmuş.
Ben çağladığımı sanıyormuşum, sen anladığını sanarak ve belki de iç geçirerek, gerinerek, kıskanarak okuyormuşun ya beni sevgili okuyucu, ben yalanmışım sense bu afrodizyakla kananlardanmışın...
Allah'ın koruduğu bir kulum ben. Çok sivri köşelerinden hayatın çok hızlı döndüğüm günlerde de, çok derin karanlıklarda kendi kuyumu kazıp içine giderek daha çok gömüldüğümde de, içten içe ölmeye başladığım ve farkında bile olmadan daha çok mutluluk sahnesi yarattığımda da beni koruyan hep kıymetli Yaradan'dı. Aynı Yaradan o yanlış adamları da benden koruyordu ve hiç birimiz bilmiyorduk. Sevişmek iki tarafıda ayrı zehirli bir kılıç. Kadın kayıpsa erkeğin yok olması kaçınılmaz, erkek yaralıysa kadının zehirlenmesi an meselesi. Ben bir ilüzyonistim ve gösterdiğim sahneler yaratıcılığımın muhteşem ürünleri...
Bir an var, bu blogun açılmasıyla, o adama yaklaşılan ve neresinden tutsan elinde kalan bir hikayenin Yeşilçam vari konuşmaları arasında bir an. Bir an için kalbimin haykırışını duymayı başaran hücrelerim ve sonunda bu muhteşem ilüzyonu yaratan beynime hükmedebilen ruhum... O adam ki kendisini bilir, okuyunca tanır kendini, herşeyi yitirmeme ve yeniden doğmama sebep olan gözlerin sahibidir O ve aynı anda bendir. Ben bu ruhun kadın kimliğiysem, o benim erkek versiyonum ve negatifimdir. Yani biz birbirimizi bilen, tanıyan, duyan birlerdeniz. Bir yerde yazıyordu "ikiz ruhlar birbirlerini görünce yaşanan kıvılcımlar aşk sanılabilir ancak genelde onlar birbirlerine çok mühim bir ders vermek için içinde bulundukları arayışın bir noktasında karşılaşır ve sonra yollarına devam ederler diye. Ruh eşi meselesi ikiz ruhlardan farklıdır, apayrıdır... "diye.... İkiz parçam, iki şerit çizginin arasından benim onun gözlerini gördüğüm gibi benim gözlerimi görerek ve ardından içimde kalan, kemiren, hala sızan bir adamın son kalıntılarını temizleyerek, bana tüm saklı kalanları gösterecek ve beni duyacaktır. İnançlarımı kıracak, kendime ne kadar yabancılaşabildiğimi gösterecek ve ilüzyonumun bozulmasına sebep olacaktır. Hiç dokunmadan nasıl sevişir iki insan sadece bakışarak yaşatacak ve ayarlarımın tamamını bozup kurduğum bu muhteşem çatının çökmesine ve herşeyi yitirmeme sebep olacaktır sonraları. Kurduğum cümlelerin aynılarını kuracak, onlar benim laflarım diye benimle iddialaşacak, ve bu blogun açılmasına sebep olacaktır. Kendisi bile bilmez detayları, okursa "nasıl ya?" diyecektir muhtemelen ki zaten yazılanlar onunla değil benimle ilgilidir. Yalnızca "işte bu yüzden sırf bu yüzden işte" bazı insanları yüreğinizde minnet ve duayla saklarsınız. Kalbimin hep iyi olsun, mutlu olsun, huzuru bulsun, huzurda kalsın diye dua edecek olduklarındandır hayalperest ilüsyonist inatçı masal kahramanı dostum benim. Gitmene gerek yok, belki de hiç gidemeyeceksin ama senin köyün ve köy yaşamın bir başkasının hayatında gerçek oluyordur belki yavaş yavaş... Herneyse "ütüyopyalar güzeldir"... Hele ki bizim gibi yaratıcı beyinler için...
Onun yüzünden değil tabii, onun sayesinde ama, herkesin harcı olmayan bir yüzleşmeyi göğüsleme cesareti buldum. Her bir seviyede biraz daha yıkıldı kurduğum muhteşem düzen. Daha da yalnızlaştım var olan yalnızlık yetmezmiş gibi. Sonra her yıkılan duvar ve açılan paketle giderek büyüyen o boşluk çıktı ortaya. Büyüyen ve tam ortasına yerleşen yaşamımın. Geri dönüp okudukça bu blogtaki yazılarımı, nicesinde aynı soruyu görüyorum "kimsin sen?". Şimdi gülümseyerek cevabina yaklaştığım bu soru o zaman hem benim hem nice okuyucusu için bu blogun "hangi adam?" niteliğindeydi.
Soru benimdi, benim içindi halbuki. Kimdim ben ? Ruhum soruyor, elim yazıyor ama beynim görmüyor, duymuyordu. Ruhunun tekamül seviyesine bağlı olarak gelişmeyi ve ruhsal büyümeyi bilen herkes beynin ruhun gerçekleştirdiği herşeyi nasıl da yok farz etme eğliminde olabileceğini ve gözleri kör, kulakları nasıl da sağır edebileceğini bilir...
Kimdim ben? Sevdiğim adamlar kimdi? Gerçekler miydi ? Zevklerim, isteklerim, bedenim, kimdim ben?
Çıkan boşluk ve yitirdiklerim bana hiç sahip olmadığım şeyleri verecek yolu  açıyordu, şükürler olsun ki... Yeniden başlamak hiçbir zaman, hiç kimse için kolay olmamıştır sanıyorum. Ben Allah'ın sevdiği kullardan biriyim, artık sorgusuz ve şüphesiz biliyorum. 22-27 yaşları arasında yaşadığım bu yüzleşme sayesinde Club 27'nin bir üyesi olmadan geçtik incelen yolları. Club 27'i bilmeyen bizden değildir. Aç, oku, öğren... Yola devam ediyoruz. 28 yaşında yeniden meraklı bir yavru kedi misali yeniden keşfediyoruz herşeyi.....
Hayat, yeni başlıyor ve şans eseri karşıma çıkan kıvrak bir beynin bir söylemi herşeyi açıklamaya yetiyordu: "27'inde ölemediysen 30'larında yeniden doğacaksın" (http://fulsyaziyor.com/2014/12/22/27inde-olemediysen-30larinda-yeniden-dogacaksin/)
Ben bir Anka Kuşu'yum okuyucu. Mükemmel renklerimi ve ışığımı yeniden yaratabilmek için
kendimi yakmayı göze aldım ve şimdi küllerimden yeniden doğuyorum...
Haydi gel yeniden yaratılırken bir hikaye eşlik et sen de...
O yüzden,
yeniden MERHABA...