30 Kasım 2010 Salı

Kasım'a Güzelleme...

Çok verimli bir ay oldu.
Yani öyle böyle değil, epi topu 30 gunlük bir ayın hergünü ayrı ayrı biriktirilir mi?
Hayatımın hiçbir döneminde unutacağımı düşünmüyorum 2010 Kasım ayını...
Ne sarı sonbaharının güzelliğini, ne yaşamıma katılan insanlarının orjinalliğini, ne içsel yolculuklarımın şiddetini/şehvetini/sevecenliğini, dostlarımın kabul edebilirliğini, ailemin desteğini ve daha nicesini... 2007 Kasım benim için Kasım aylarından bir cacık olmaz dememe sebep bir ay olmuştu. Bu sene söylediğim, atıp tuttuğum, inkar ettiğim, bir daha bir boka yaramaz dediğim diğer hertürlü şey gibi bunu da yaladım.
Şu 24 yıllık yaşamımın, kendimi bilmeye başladığım andan beri, her ayrı günü tükürdüğüm ve dönüp bakmam dediğim diğer tüm nokta atışlarını yaladığım gibi...
Daha bir farkındalık yarattı, Ekim'de esintileri başlayan ve kendi doruğuna Kasım'da ulaşan olaylar.
Ben, beni kaybetmek pahasına bende bir kavga yarattım. Çıktım mı içinden peki?
Daha doğru soru belki de, bir boka yaradı mı ?
Yaradı yaradı, böyle bir yüzleşme yaşamayalı oldukça uzun zaman olmuştu. Tamamlanmadı henüz, tamamlandığında ise, kendini bir gösterip bir kaçıran eski bir ne üdüğü belirsiz dostun dediği gibi radikal bir değişim yaratırım belki de yaşamımda...
İstanbul'a gidecek gibi görünüyorum Aralık başında. İçimden bir ses orada göreceğim insanlarla bu yüzleşmenin başka bir hal alacağını söylüyor...
Bu savaşımdan güçlü çıkarsam, yani bu haşin mücadeleyi sağlıklı bir zihin beden dengesi içinde tamamlayabilirsem eğer, o zaman yaşadığım şu hayatı çok farklı bir yöne taşımak için elimde büyük bir güç olacak gibi hissediyorum.
Biriktirdiğim dostlukların içeriklerini tekrar görmemi sağlayacak, üzerine yaşanmışlıkları yazdığım sayfaların temizlenmesine olanak tanıyacak ve düşüncelerimin arasında bambaşka bir bahçe yaratacağım...
Aralık Kasım kadar romantik geçer mi bilmem ama akılcı bir coşkuyla geçecek gibi hissediyorum..
Hadi hayırlısı...

28 Kasım 2010 Pazar

"Sessizlik

aşka iyi gelmez gülüm bilmez misin (!)
Nerdesin? "

diye buyuruyordu zerdüşt bu aralar...

26 Kasım 2010 Cuma

Kimse Bilmez - Mehmet Güreli

"Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
Seher yeli, eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Kimse bilmez, kimse bilmez"


Şiir Ömer Hayyam'ındır, ancak 3 tane ayrı dörtlükten alıntı yapılmıştır...
Alıntı yapılan 3 şiir şunlardır:


"Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün"

"Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe
Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantıkların, kıyasların sökmez senin bu işte"

"Bulut geçti, gözyaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek, bizim toprağın yeşilligince"

25 Kasım 2010 Perşembe

Ben-lik problemi

Gözümün pınarında öylece bekleyen ve inatla yerçekimine karşı gelen damlalar,
Üzerime oturan sıkıntıyı zerre kadar hafifleştirmediği gibi
Beni giderek daha da darlıyor...
Kendimi tekrarlamaya başlamışım gibi geliyor.
Duygularım, sıkıntılı hissiyatlarım, kaçış isteklerim;
Hepsi sanki çok...
Sıkıcı, yorucu ve sıradan.
Sıradan olmamak için verdiğim çabaların beni şu ara sıradanlaştırdığını fark etmek...
Heyhat!
Koca bir boşluk,
Kocaman, kara ve uçsuz bucaksızmış gibi görünen bir kuyu.
Düşmeye izin verdikçe bir türlü sonunun gelmediğini fark ettiğin,
ve bu farkındalıkla seni giderek daha da fazla umutsuzluğa götüren boktan boşvermişliğin.
Yüzleşmekten kaçtığım hayat,
Yüzleşmekten kaçtığım erkekler ve kadınlar,
Yüzleşmekten kaçtığım kendim...
Sıradanlığa meğletmelerin yarattığı bahaneler,
Görmezden gelmeler, öylesine yaşamalar, karşı durmaksızın kabullenişler, vs.
Kendime karşı verdiğim savaş haşin bir hal almaya başladı...
Sonunu göremiyorum,
Göremediğim gibi kendime karşı, kendimi nasıl tekrar bulabileceğimi de kestiremiyorum.
Hadi hayırlısı...


24 Kasım 2010 Çarşamba

Nefes

Başım ağrıyor,
Yüreğimde bir sıkıntı,
Göğsüm daralıyor...
Yok yok,
Annemin yanımda şu fani bedeniyle olmayışına,
Henüz hazır değilim....
Duruyorum!
Bekliyorum, ve soruyorum...
Dualarımı ve inançlarımı yönlendirdiğim duraktan birkaç adım ötedeyim.
Gerisinde miyim, yoksa ilerisinde mi bilemiyorum.
Sessizliğimi bozacak birşey istiyorum.
Bir alarm, bir dürtü yada sadece minik bir kahkaha..
Sanal gülümsemelerin ve söze gelememiş içselliğin ardına gizlenen sessizliğim...
Ne yapıyorum diye soruyorum kendime;
Ben ne yapıyorum ?
Yaprak gibi dalından öylece düşmüş ve
Ne yöne gideceğini bilemez bir halde, havada süzülür biçimdeyim...
Kafam rahat artık, gönlüm desen; o hep fevkalade-nin fevkindeydi zaten...
Ama düşüncelerimi ve dikkatimi toparlayamıyorum.
Kanalize olamıyor ve odaklanamıyorum.
Bir kesit olsa fena olmazdı.
Sürekli parantezler açıyor gibiyim.
Kendimi kendime açıklama ihtiyacı...
Saçma ! Çok saçma...
Inception filmindeki gibi bir sahne var bu ara gözümün önünde.
Rüyam yıkılıyor.
Kurduğum tüm düzen yerle yeksan oluyor...
İnandığım onlarca masal aslında bana ait değilmiş görüyorum.
Kendi dünyamı yeniden kurmaya çalışıyorum ama sanki yeterince güçlü değilmişim gibi.
Bir sınav daha, haklısın güzelim ben çektim...
Tabular, bana ait olmayan inançlar, yargılar-ön ve düz, savunmalar...
-Suçsuzum hakim bey,
-Hep öyle derler,
-Yemin ederim ben hiçbir şey yapmadım,
-Belki de bütün hatan HİÇ birşey yapmamaktı....
Ben oldukça uzun zamandır kendim için birşey yapmadım, yazık onu da şimdi farkediyorum...

23 Kasım 2010 Salı

Cevap Ver

Kimsin sen ?

Cevap ver ?

Kimim ben ?
Tanıdığını, gördüğünü, duyduğunu sandığın!

Sadece merakımdan soruyorum.. Cevap ver...
Nasıl severim ben ?
Zerre kadar anlayabildin mi acaba ?

22 Kasım 2010 Pazartesi

Eskişehir'den Kalanlar - Toz Kokusu ve Özlem

Bilir misin Eskişehir'i dostum?
Toz kokar şehrim buram buram. Beğenmemiş gibisin, ekşiyiverdi yüzün.
Pancar işletmelerinden yayılan koku, bozkırın tozu ile karışır memleketimin semalarında...
Ezelden beridir kardeşlik vardır bu şehirde tepesindeki buluta rağmen.
Onlarca milletin, onlarca inancın, onlarca kültürün tam ortasında;
Kaçanlara kucak açmış, göçenlere yer bulmuş, herkesi bağrına basmayı bilmiştir...
Mutfakları, dilleri, görüntüleri ve özkimlikleri birbirinden farklı onlarca millet Türk'lük bayrağı altında bu milletin çocukları olmuş;
Birlikte oynamış, birlikte müdafa etmiş vatanı, birlikte büyümüş ve hoşgörü içinde yaşamayı bilmiştir nicedir...
Çerkezi, tatarı, macırı, yörüğü, Türkmen i ile kendi içinde bambaşka bir dünyadır Eskişehir...
Çocukluğumun toprakları hep bir özlemdir içimde. Yahut özlem Eskişehir'den bana kalan bir mevzudur beni mahzun bırakan inceden ve yaş aldıkça, daha da derinden...
Köy evinin unutulmaz anıları ile Eskişehir'de caddeye bakan evin içindeki onlarca yaşanmışlık,
Evlerin sahibeleri iki deli bakışlı çerkez kızı...
Anneannemler...
Şimdilerde kabristanlarda ziyaret etsek de bizim çerkez kızlarını,
Eskişehir içimde her geçen gün daha da büyüyor..
Yaşamalı diyor bir yanım tüm olup biten ve ümit kıran olaylara inat;
Yaşamalı bu şehirde diyor, bu bitirilemeyen güzel ülkenin güzel şehrinde...
Toz kokusunu da dahil,
Göçüp giden ve poyraza açık tepedeki köyümün,
Güneşe ve bozkırın güzel başak rengi tarlalarına bakan kabristanında uyuyan Can'larımı da,
Gidilemediği için bakılamayan, bakılamadığı için çökmekte olan beyaz köy evini de,
Şehir merkezinde bile soğuktan kemiklerimi titreten zemheri kışlarını da - ki birinde yollar çatır çatır buzken (öyle der hep anam) gelmişim dünyaya -
Çiğböreğini, hamamını, bozasını, Porsuk'u, odun sobasını, çocukluğu, hayvanları, erik ağacını, Türkülerimizi, pşınanın melodilerini, ayakları yere vura vura dans etmeleri,
Mamrıs, hampal, şelame, tarhana, höşmerim ve ev makarnası talimlerini,
Çerkezce derslerini,
Zikir terapilerini ve duaları
Hoşgörü, özgürlük ve güveni,
Sevgi ve kardeşliği, fedakarlıkların ve özverilerin mutluluklarını ve acılarını asla silinemeyen...
Kabullenişi ve hep reddedişi,
Duvarlarından kulağıma, kulaklarımdan kalbime gelen yaşanmışlıkları ve duvarların evlerini de,
Yani ben galiba çerkezliğimin köklerini, hep ama hep özleyeceğim...


* İlk not 19.11.10 da düşülmüştür, Metin & Kemal Kahraman - Ferfecir albümündeki Karasu şarkısı yazıma eşlik etmiştir...

21 Kasım 2010 Pazar

Öylesine

Dudaklarının tadını bildiğim dostum....
Gözlerinin bademini sevdiğim yoldaşım...
Özlediğim kardaşım...
Merak ettiğim sırdaşım...
Kömür saçlarına kurban kan kardaşım...
Saçlarının kıvrımına hayran olduğum sarışınım...
Okyanus gözlerine hasret arkadaşım ve
Labirentlerinde çıkmaza girdiğim varlığım...
Ve KALBİM... - ki "ellerim kadar küçük değil"
Duyacak, hissedecek, fark edecekler...

20 Kasım 2010 Cumartesi

Nazım - Yaşamaya Dair

1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2 
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948 
3 
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Nazım HİKMET

Nazım 109 yaşında

Bir Hazin Hürriyet

Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!

Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika’ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

Yapışır yakana kopası elleri Valstrit’in, günün birinde, diyelim ki,
Kore’ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.

Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.

1951

----------------------------------------------------------

Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler
ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.

Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman…

(İstanbul Hapisanesi)

17 Kasım 2010 Çarşamba

Seçmece

Düşünüyorum da,
Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,...
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu, duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor gerçek kimliğimizi,
Duyularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateş böceği sansalar beni ?
Belki en hoyrat yürek bile, ateş böceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğunu el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu, kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak
İncinsek yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu
Denesek
Risk alsak
Yanılsak
Farketmez
Tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman farkedeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kar bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.

16 Kasım 2010 Salı

14.11.2010 - ODTÜ'de Sonbahar

Gördüm...
Gördü....
Gördük.....
Hepimiz okulda çok farklı şeyler gördük.
Fotoğrafladık gördüklerimizi. Göremediklerimizi sakladık.

Konuşmadık, sözcükler yetmedi.
Boş geyikler ve kahkahalarla çok güldük ama derinde sustuk.
En azından bendeki hissiyat bu.

Dost meclisi bir aradaydık. Hatta misafirimiz bile vardı. İçimizde, birbirimizle tüm kavgalarımızı saklayarak farklı şeyler gördük.

















En azından tüm çatışmalarımıza rağmen fotoğraf gibi küçük ama önemli bir amaç için biraradaydık.

Çocuksu bir bipolarlık halindeyken, okulun içinde sakladığım onlarca şey/kişi/anı/acı aklıma geldi; gözümde canlandı,nefes aldı ve öldü.
Güldüm ve gülüşüm görüldü, duyuldu, anlaşılamadı...

Bir sarı sonbaharda daha, anılar, acılar ve kişiler ki yüreğimi yakan, yıkan, ve Kasımları bana zindan eden;
Sıradan anılarda yerlerini aldı.


Kasım güzel başladı,
Gördüm, gördü, gördük..
Kasım güzel sürecek inandım, esneyemiyorum... :)


13 Kasım 2010 Cumartesi

İçsel Monologlar 2

Niye bu kadar sakinsin ?
Azdırma kızım benim çerkez-laz damarımı,
Sinirlenip tüm gemileri yaksam daha mı iyiydi be?
Sana da hiç bir türlü soru sorulmuyor yahu, anlamadım gitti...
-----------------------------------------------------------------------------------
Yumurtaya can veren güzel Rabb'im
Yaşamayı bilmeyenlerden de şu değerleri canlarını alıversen olmaz mı ?
Kim yaşamayı biliyor ki cahil cühela,
Kimsin sen de yaftalıyorsun insanları ?
Yahu bir dakika,
Noldu şimdi, öylesine bir söylenesim gelmişti ama...
------------------------------------------------------------------------------------
**Aha beyin yandı,
Ya deme öyle.
Allah beyin yandı,
Yahu ocağın altı bu kadar har bırakılmaz ki!
??!?!?!?!?!?
** Keyifli bir sohbet sırasında çıkan, içsel monologlarıma yakın bir kısımdı. Teşekkürler..
------------------------------------------------------------------------------------
Yahu neden kendine şunu tekrarlayıp duruyorsun?
Neyi tekrarlıyorum be ?
İşte bak yine söyledin..
Ya söylesene neyi tekrarlıyorum ?!?!?
E söylersem bende tekrarlamış olacağım,
O zaman hiç kurtuluşun olmayacak bre salak!
.................................. (farkındalık anı!)
------------------------------------------------------------------------------------
Yeme onu!
Yiyeceğim...
Yeme dedim.
Ama yemek istiyorum.
Bu kadar gereksiz ve hatta sağlıksız birşeyi neden yemek isteyesin,
Düşünelim neden acaba; depresyon, uykusuzluk, çaresizlik, acı, aşk
Birisi, hepsi, hiçbiri
Ya bana vicdan olmaktan vazgeçsene yiyeceğim işte..
İyi bok ye!
........ aradan zaman geçer;
Ayyy midem ağrıyor,
Gerizekalı demedim mi ben ?
Sus beee!
-----------------------------------------------------------------------------------
Vida olmak istiyorum,
O ne bee?
Vida olmak istiyorum,
Çentiğime en uygun tornavida benimle ahenk içinde dönsün istiyorum,
Sen iyi oluyorsun iyi.. Beni bile aşar bu !
-----------------------------------------------------------------------------------
Yoruldum !
Tekrarlasana bir kez daha,
Çok yoruldum bugün,
Bir daha tekrarla,
Yoruldum bugün çok yoruldum,
Yahu n'oluyor niye tekrarlattırıyorsun ?
Salaksın da ondan.
Söyleme şöyle şeyler diyorum, bir de
Abartarak tekrar etmeye devam ediyorsun!!!!
............................ (başka bir farkındalık anı)
-----------------------------------------------------------------------------------
Şiişşşş sakla o sopayı!
Neden ki? Bundan zarar gelmez..
Sen sakla beni dinle, bu pek sağlam görünmüyor.
Allah allah ne gördün acaba?
Yahu görmüyor musun en basitinden deli,
Sakla sen o sopayı sen deli o deli.
Sakla sakla,
Ay tamam sakladım al! aaaaa...

12 Kasım 2010 Cuma

İçsel Monologlar* 1

Bana zamandan bahseden sen misin ?
Dur bir daha düşün...
Var mı ki zaman ?
Ben derim yıllar, sen dersin bir an,
Sen dersin aylar, ben derim saniyeden de kısa.
Dur bir daha düşün, var mı ki zaman?
-------------------------------------------------------------------------------
Ben seni seviyorum,
Sen de beni seviyorsun,
E şimdi n'olacak ?
Ben sendeki beni,
Sense bendeki seni seviyorsak eğer,
O zaman,
Ben bendeki seni,
Sen sendeki beni sevmeye devam ederek
Hiç biraraya gelmeden de birlikte olmayı becerebilir miyiz ?
Saçma,
Kimse kendini o kadar severken MEGALOMAN damgası yemeden
Nefsindeki ben, sen, kendim ve kendinle başa çıkabilemez ki ..
Eeeee, o zaman.....
Biraraya gelmeli...
-----------------------------------------------------------------------------------
Şimdi ben kendimi çok önemsiyorum ya,
Kimse beni önemsemese n'olur ?
Ya sen kendine yalan söylüyorsundur,
Yahut bir başına yalnız kalıverirsin
Dünya'nın orta yerinde bre salak...
-----------------------------------------------------------------------------------
Çocuk:Anne yemekte ne var ?
Anne: Ne istersin ?
Çocuk: ..................................... (uzun soluklu sessizlik)
Anne: yahu niye sustun, söylesene ne istiyorsun ?
Çocuk: Eeee, söyledim...
-----------------------------------------------------------------------------------
Asla yapmam dediğin şeyleri
Gözünde çok büyütmemen gerektiğini
Kimse söylememiş sana herhalde ki,
Gözünde büyüttüğün o asla anlarını
Gün gelip de canlı kanlı yaşadığında
Aslında tükürdüğünü yaladığında diyelim;
Ne kadar da sıradanlaşabileceğine
Sen bile şaşırıyorsun dimi ama ?
-----------------------------------------------------------------------------------
"Hey yıllar yenilmedim size hatalarım bile aynıııııııııııı...."
Aferin aferin yenilme sen daha,
Yenilme de gör ense kökünü aynı hataları yapa yapa.
Sevdiğin köşede,
Geçen yılları saç tellerindeki beyazlardan sayarken
ve bittabiki eskiyen fotoğraflarından ahhhh ahhhh naralarıyla
Hatırladığında hatalarını.
Saol çok iyi geldin cidden, alt tarafı şarkı söylüyordum...
----------------------------------------------------------------------------------
Bay Asaf, seni bir akşam üzeri düşündürebilirim diyor.
Sen, kendini çok bir bok sanan kimi zaman, seeennnn;
Düşündürebildin mi birini bir akşam üstü,
Sadece sıradan bir duruşunla ???
----------------------------------------------------------------------------------
Ellerin saçlarımda,
Burnun; boynumla omzumun arasında,
Sevgilim dur !
Tadını çıkartalım bu anın..
Çünkü hiç yaşayamayacağız bir daha
Birbirimize ilk kez dokunmanın vereceği heyecanı,
Şu saçma sapan tüketilmişliğin ortasında....


* Başlık konusunda, bir zat, tarafımca bayağı darlatıldı, katkılarından ve arttırdığı yaratıcılıktan dolayı teşekkür borç bilinir..

Seçmece

2=1

Kim o, deme boşuna...
Benim, ben.
Öyle bir ben ki gelen kapına;
Başdan başa sen.

Özdemir Asaf

10 Kasım 2010 Çarşamba

Hep Hatırlamak İstiyorum

Bu başlık, eli kalem tutan, bana farklı bakış açıları sunan nev-i şahsına münhasır bir kız arkadaşımın-ki kendisini ve hayatındaki renkleri pek severim- sayesinde hayatıma giren "unutmamak istiyorum" tümcesine gönderme yapar nitelikte..
Hep hatırlamak istiyorum...
O kadar çok şey var ki hep hatırlamak istediğim.
Kaç kişi biliyor hatırlamak için sakladıklarımı...
Kırıldıkça daha da sarıldığım, herhangi bir gün, herhangi biri için sildirmeyeceğim buna teşebbüs bile etmeyeceğim anılar, insanlar, kokular ve daha nicesi...
Nereden çıktı değil mi?
Kafam, gönlümle paralel tınlamıyor bu ara. Bunu hiç yaşamamıştım. Bir yangın yarattım yani anlayacağın ey okuyucu. Sorma, yani söyleyemem dahasını... Bende bu yüzden sessizliği seçtim bu ara. Sakin, dingin ve sessiz bir halde kendimi işlere ve eski dostlara verdim. Ha birde içsel yolculuklara...
Lisedeydik; elimde epi topu 2 kız arkadaş ve 4 tane yakışıklı vardı. Kızlar o zamanlar birlikte gezerlerdi, bense benim yakışıklılarla. Şimdi diyorum keşke bizim çocuklarla büyümeseymişim. Fazlasıyla detaylı tanıma fırsatım oldu karşı ırkı. Halbuki bu kadarına gerek yoktu. Güzel güzel cici bir kız çocuğu olarak genç bir kadın olmak varken, amazondan bozma olmaya gerek yoktu tabi. Zaten yaş ilerledikçe kova kadını olmanın etkilerini buram buram hissedeceğimi bileydim, yine de aynı şekilde bir tercih yaparmıydım bilinmez.
Bu ara eski arkadaşlarımla, pardon eski dostlarımla görüşüyoruz. Gözlerimizden yaşlar gelene kadar yaşadıklarımızı, kısa paçalı çocukluk ve mini etekli çıtır hallerimiz hatırlayıp, aptallıklarımıza, aşklarımıza, saçma anılarımıza -her birinin bir parçası başkasınca hatırlanan- gülüp, göz pınarlarında biriken göşyaşlarını, gülme sonucu oluşan gözyaşarmalarında gizliyoruz.
Bizim çocuklar hala aynı piçlikte.. Ne zaman doyacaklar merak ediyorum. Bir de benim yaşamımı merak etmekten ne zaman vazgeçecekler. Ama yine de varlıkları, etrafımda olmaları, ağlarken arayabileceği birilerinin olması insanın çevresinde - ben vukuatlıyımdır sokak ortasında önünü görüp yürüyemecek kadar ağlama krizine girme konusunda -, hasta olduğunda seni alıp kendi evine götüreceğini bilmen, aman ne bileyim işte hepsi insanı biraz daha rahat hissettiriyor. Ne de olsa, amazondan bozma da olsa, ben de hala karbon bazlı bir kadınım değil mi ama :)
Mesela onları, her birinin ayrı ayrı kişiliklerine ait özelliklerini, zevklerini, değerlerini, acılarını ve ortak anılarımızı hep hatırlamak istiyorum. Kavgalarımızı, ağlamalarımızı, masumiyetlerimizi ve yaşadığımız aşkları kimi zaman birbirimizle kimi zaman başkalarıyla hep kalsın kıvrımlarında beynimin hep orada dursun istiyorum.
Ağlama sınırlarında dolaşırken, kaya modelini kırmamacasına bir inadım var bu ara...
Tıkıldı kaldı anasını satayım gözyaşları içime..
Sezen Aksu falan dinledim bir de zavallı ruhuma biraz daha işkence ettirmek istermişim gibi :) Yok yok var hafiften bir mazoşistlik bende. Sevincimin ve mutluluğumun kıymetini bilmek için acı çekmekten haz alıyorum beli bir oranda, galiba(!).
Bu ara duyusallığım pek yükseldi. Neler duyuyorum neler.
Rüzgar da inanılmaz bir fısıltı var. Sokakta gürültünün arasına karılan isyan, aşk, acı...
Kütüphanem bile kendince sohbette bu ara. Elime birtane bile kitap alamıyor olmam bundan sanırım. Hepsi kendince konuşurken kararsızlığım artıyor.
Oy neyse.. bu sonbahar bir garip kıldı beni yahu.
Veyahut bir anlamda yeniden deli...

7 Kasım 2010 Pazar

Cumartesi

Ellerimi hazırladım önce.
Ojelerimi çıkardım,
Tırnaklarımı fırçaladım,
Ellerimi yıkadım.
Saçlarımı topladım sonra dağılmasınlar diye.
Üzerimi değiştirdim,
Tenime dokunduğunda,
Kendimi de yapacaklarım gibi güzel ve yumuşak hissettirecek birşeyler giydim.
Kollarımı kıvırdım, bulaşmasın diye.
Müziğimi hazırladım bana eşlik edecek ve
Çayımı demledim.
Artık hazırım.
Mutfağa girdim.
Kek yaptım. Havuçlu kek...
Arada dikkatim dağılsada ellerimi kardım,
Sevgimi kattım.
Sonra;
Saçlarımı açtım,
Annemi yanıma aldım,
Başka - bu kez daha derin - bir müzik koydum,
Bailey's'ime buz koyduktan sonra sevdiğim koltuğa yığıldım...
50'lerde bir film karesi gibiydi o ana kadar geçirdiğim 1 saat ve sonrasındaki süre.
Annem kız arkadaşıma döndü,
Sohbet ettik,
İçki içtik,
Müzik dinledik,
Dans ettik,
Okuduk - şiir, yazı, hayat
Dans ettik,
Müzik dinledik,
İçki içtik,
Sohbet ettik.
Dokunduk derin noktalara ve iyi geldik.
Ağladık, güldük ve nefes aldık.
Cumartesi gecesi havuçlu kek yaptım,
Arkadaşımla cumartesi gecesi ateşini evimizde yarattım.
Gecenin, 'dertlerin en gücü' saatine kalmadan,
Huzurla ve inceden uyuşmaya başlamış beynimle
Sıcak ve rahat yatağımda
Huzurla uyudum,
Aslında hiç bitmesin diyerek, içinde olduğum rüya...

4 Kasım 2010 Perşembe

Kızlar, Leman Sam, Deli Kuş, Gönül, Nefes,Telefon Mesajı, Kokoreç

Kızlar gecesiydi 3 Kasım. Çok uzun zamandır yapılamayan bir kızlar gecesi.
Kimsenin bilmediği bir 'gizem'im var benim. Tam olarak kimliğini, tipini, hayatımdaki yerini ve hatta benim için değerini kimseye anlatmadığım, içimde, yalnızca bende sakladığım, kimseyle paylaşmadığım bir sır misali, merak uyandıran bir gizem benim için. Onu sonra belki bilahare yazarım yada belki de hep içimde kalsın diye hiç anlatmam sonuçta o benim gizemim :)
Önce 2 kişi planlamıştık geceyi, sonra 3 kişi olduk çok doğru bir eklentiyle. Fazlasıyla samimi, çokça içli, inişli çıkışlı bir hatunlar gecesi oldu. Üçümüzünde birbirimize istemediği için anlatmadığı, yahut anlatmaya fırsat bulamadığı veya sadece öylesine süregeldiği için paylaşamadığı çokça şey vardı. İnançlarımız, aşklarımız, duygularımız, yaklaşımlarımız, isyanlarımız ve daha nicesi kimbilir. Yani kısaca birbirimizi ileri düzeylerde tanıma yada tanımamanın yaratabileceği en ufak bir çekince yada sıkıntı hissetmeden, sanki yıllardır iç içeymişiz gibi yaşanan bir geceydi dün gece.
Belki tam da böyle olduğu için "tanımak nedir?" sorusunun yeniden sorgulanmasına sebep oluyordu. Bazen tanımak gerekmiyordu, hissetmek ve yaşamak, gerçeği yahut ortak hisleri anlamak için yeterince veri sağlıyordu. Soru sormaya bile gerek kalmıyordu...
Gecemize Leman Sam eşlik etti 3 Kasım'da. Duygusal iniş çıkışlarımızın en güzel şahidi olarak; bize, bizim için söyledi şarkılarını gönüllerimizden vururcasına. Sahnenin o kadar yakınındaydık ki, hüzünlü gözlerini, sevgi dolu sesini, ışıl ışıl kızıl saçlarını, şarkı söylerkenki o yakan halini an be an görüyor, deneyimliyor, ve yaşıyorduk... Şarkı tuttuk çocuksu bir masumiyetle. Sürdürdük konserin sonuna dek oyunu. İlk şarkı benimdi; İlla. Hararetle savunduğum, böyle olmalı, sevgi bu yaşananlar değil, özgürlük olmalı, dirayet olmalı, güven, sır, samimiyet, dostluk olmalı dediğim her ayrı konuşmanın, her tartışmanın ve sevgi, illa sevgi diye direttiğim her inatlaşmanın 5 dakikalık kısa bir özetini veriyordu... "Yüreğine kulak verdim nefes aldı ben dinledim,duyduklarım anlatılmaz sır vermedim illa". Rüzgarla, gül güzeli geldi peşi sıra.
Sonra Deli Kuş. Neden bu denli seviyorum bu şarkıyı gerçekten bilmiyorum. O kadar sevimli, ama bir yandan da o kadar derinki. 'Gözüm takıldı sabır çiçeğine, gece büyümüş kalktım su verdim, fısıldadım bir sır verdim'. Kaç gece o sabır çiçeğini büyüttüm acaba ben, neler fısıldadım ve kimbilir daha kaç gece büyüteceğim yaşamımın sonuna dek. Daha neler söyledi neler... Kavak Yelleri, Sen Aşkından Vazgeçme, Sözlerimi Geri Alamam, Ağladıkça, Resim, Eğil Salkım Söğüt Eğil, Güneş Topla Benim İçin, Karlı Kayın Ormanı, Leylim Ley, Odam Kireçtir Benim, Kıyamam Sana - ki bu şarkının her dinleyişimde başka bir dizesi vursa da bu kez hiç anlamadığım bir şekilde 'yollarımda ayaz var yaklaşma yollarıma kıyamam kıyamam sana' kısmı salladı, Hey Yıllar ve tabiki Gönül.. Şu anda aklıma gelmeyen çok şarkı var o nefis yorumuyla bizi mest ettiği dün geceden. Ama bittiğim yer Gönül oldu.
Yıllardır bu şarkıyı dinlemiyor ve söylemiyordum, hatta söyletmiyordum kimseye. Galiba gıcık oluyordum, şarkıyı duyunca hatırladığım aptallıklarıma. Ama bu kez, belki tam da bu dizelerdeki gibi bir durum mevcut olduğundan, pek keyif aldım. Hafif boğazıma düğümlenmedi değil ama, içimdekileri dışarı dökebilecek güzel bir şarkım var duygusu, beni düğümlerde boğmaktansa rahatlattı. Sonuçta birkaç yıldan sonra ve yıpranma payını da katarak :) bir ansızın iç açılma durumunu yok farzedemeyiz değil mi ama?
Yalnız kızkıza Leman Sam'a gitmenin güzel yanları olduğu kadar, bana inceden ayar veren bir tarafı da olmadı değil. Şimdi bir kere, muhteşem yanı; bir hatunun kız arkadaşlarının, kafaya, gönüle iyi gelme ve kendini harika olduğuna inandırma potansiyelleri açısından, tam da ihtiyacımın olduğu bir arada yanımda olmaları, üstüne üstlük öylesine kız arkadaşların değil, pek can arkadaşların olması harika oldu. Bir güldük, bir ağladık, sarıldık, dans ettik hatta tepiştik, kesildik vs... Nefes gibi itiş tıkış bir yerde hatun hatuna olmaktan kaynaklanan bir sempati oluştuğundan, herkesi yarıp en öne geçerken ve 3 hatun birbirimize göz kulak olurken, en sevimli hallerimizle insanları ittirebildik ve kendimize dans edecek yer bilem açtık, bu ikinci muhteşem durumdu. Gelelim boktan kısmına. Yani Leman Sam konserinde etrafındaki onlarca çifte inat kız arkadaşlarınla orada olmak, durumun vehameti açısından tüm ekibini zora sokmaktadır haliylen. Nefes'teki enfes kadın, inanılmaz sesi ve yorumuyla, her söylediği şarkıyı kalbine dokundurturken senin kendini sevmeye çalışman, burnunu dayayacağın bir kokunun olmaması ve dönüp kız arkadaşına melül gözlerle bakman ayrı bir kelek yaratmakta.
Elinde telefonun, 2 şarkıda bir, bir mesaj yazıp, sonra yediremeyip kimsin ki sen dürtüsüyle silip, sonra tekrar yazıp, tekrar silip kendine gülmen ve sonuçta ne sarhoş olabilmiş, ne birini düşürebilmiş -ki bunun için önce hatunlarının da dahil kendinin iyi olman etrafına bakman falan gerekir-, ne mesaj atabilmiş, ne sonuç, ne sebep yaratabilmiş ve bir de yanında bir tane bile sigara içememiş olarak tüm duygusallığın boğazında kalmış bir şekilde konseri tamamlarsın. Yanına kar kalan, Ankara havalarıyla duygu yoğunluğunu dağıtan Leman'ın sesiyle kankilerle tepişirken atılan ter, bir yandan da, her hüzünlenişinde en azından kardeşlerin bile olsa sarılacağın birilerinin yanında olmasıdır. Yani boktan bir şekilde tek başıma da olabilirdim o konserde...
E tabi geceyi, Niğde Gazozlar eşliğinde kokoreççide bitirmekle bir ritüeli de tamamlamış olduk. Ohhh pek de misti yani, ayrıca özlenmiş bir lezzetti...
Dün geceyi unutmak istemiyorum. Çok hüzünlendim, çok eğlendim ve iyi geldi... Kız arkadaşlarım özeldi, güzeldi ve iyiki varlardı.
Leman Sam yine her zamanki gibi fenaydı, fena yaptı, fark yarattı...
Kasım güzel olacak gibi görünüyor...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kasım

Bugün yeni bir ay başlıyor..
Güneş pırıl pırıl, kışın gelişini örtbas etmeye çalışır gibi hali.
Yeni ayla çok iş yapmak lazım ya, sabahtan beri yeni oturdum bilgisayarımın başına adamakıllı.
Kulağımda İstanbul'u Dinliyorum ve Leman Sam'ın gençliğine ait olduğunu düşündüğüm sesi,
Çızırtılı ve eski bir kayıt; sanki şiiri ve bestenin çarpıcılığını daha da bir arttırmaya çalışıyor, biraz daha vursun diye...
"Bir kuş çırpınıyor eteklerinde/Alnın sıcak mı, değil mi biliyorum/ Dudakların ıslak mı değil mi biliyorum/ Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından/Kalbinin vuruşundan anlıyorum/ İstanbul'u dinliyorum"
Çocukluğumdan beri, şu koca şiirin niyeyse bu son kıtasını hep ayrı bir severim. Özellikle de Bir kuş çırpınıyor eteklerinde... dizesini. Gözümde canlanan imgelemlerin hangi birini anlatayım ki hali yaratır üzerimde her okuyuşumda/dinleyişimde.
Bugün uzun bir gün, henüz bitmedi. Hala daha da önümde dolu dolu 3 belki 4 saat var...
Böyle zamanlarda düşünmek içinde boooll booolll vakit oluyor.
Bugün, çok uzun zamandır düşünmediğim şeyler birikiyor üst üste beynimin 'Kendim' bölgesinde. Hangi birini, hangi zaman, hangi sırayla yapmam gerektiğini kestiremiyorum.
Biraz da sıkılmalarımın nedenlerini görüyorum araladığım kapılarda.
Aslında ertelediğim bir takım silkelenmelerin saçma bahanelerle, yüreğimde yük yarattığını fark ediyorum.
Çevremdekiler de dahil, kendime söylemem gereken ve kabul etmem gereken bazı gerçekler var kaçmaya çalışsamda.. Geleceğim, hayallerim, hedeflerim, varlık sebebim, yaşama amacım...
Kasım...
O kadar güzel ki okul bu aralar.. Gözümün gördüklerini fotoğraflamayı başarabilir miyiz hiç bilmiyorum... Kasım, o denli güzel bir güz yarattı ki ODTÜ de. Sarı sonbahar, kırmızı ağaçlar, kuruyan ve çocuksu tekmeleme istekleri yaratan kocaman yapraklar... İçlerinde uçuşan bir elbiseyle rüzgarda salınan bir yaprak misali öylece durmak istiyorum. Bu aralar takıntım bu, rüzgarla uçuşmak; fikren, giysilerle, bedenen, saçlarla gibimsi gibimsi...
Dün Ekim'e güzellemeler yapmaktı aslında fikrim. Ama yine biraz siyah vardı içimde ve öyle çıktı.

Aslında 1 Kasım tarihli bu yazı, biraz da araya giren farklı hislerin/keyiflerin/kişilerin de sebebiyle ayın ikisinde tamamlandı. Kasım şaşırtıcı, anılara giren karelerle ve çoook yoğun bir iş temposuyla başladı. Böyle Aralık olur gibime geliyor ya hadi bakalım..
Arada sonuçlanmalar bekliyor beynim ve kalbim. İşte, hayatta ve diğer birkaç önemli alanda...

Not: Resimleri ne yazık ki ben çekmedim, ama en azından okul ne hale geliyor azıcık hissedilsin diye koyuyorum. İnternette ODTÜ'nün bu güzel halini yayınlayan değerli yazara teşekkürler. http://onurataoglu.blogspot.com/2008_11_01_archive.html