20 Nisan 2011 Çarşamba

Birsen Tezer - Sus Pus



Bir önceki yazıya eşlik etmiştir... Güzeldir... Sus ve pus çağrışımı müzikle gelmiştir. Çağrışımın müzikle geldiği diğer her bir an gibi.....

17 Nisan 2011 Pazar

Duş, Deniz, Dolunay, Pus ve Ölüm

Akarken ılık su teninin üzerinden,
Fikir denizinin üzerindeki pus da yavaş yavaş yükseliyordu.
Yükseldikçe yağmura dönen pus,
suskunluğunun kurtlarını, dolunayın aydınlık halleriyle değiş tokuş ediyordu.
Parlak beyaz ışık
Karanlığı yırtarak girerken beden evlerinin pencerelerinden,
Ten de akan suyla yeniden nefes alıyordu.
Kurtların soluksuz bırakan, tedirgin kılan, yerleri belirsiz uğultuları;
Giderek berraklaşan fikir denizi belirdikçe kayboluyor ve
İsimsiz kimliklerin şeytanları olmaya yollanıyordu.
Ilık su teninden akarak denizine karışıyor,
Dolunayın karanlıkları bozan ışığı beden penceresinden içeri giriyor,
Kulaklarını ve gönlünü tırmalayan kurtların sinsi uğultuları,
Uzaklaşan pusla sus oluyordu.
Deniz duşa,
Duş ışığa,
Işıksa nefese karışıyordu.
'Gerçek' ise hiç bir söze gerek kalmadan,
Aslında ölümden başka her şeyin, hepsinin bir yalan olmasından öteye geçmiyordu...
Akan sular tenini tarifsiz bir özgürlüğe götürürken,
Ölüm, gerçeğin kahramanı,
Yalan ise gerçeğin gizli tutsağı oluyordu.
Dolunay, yaza işaret ediyordu yumuşattığı karanlıkta.
Güneşin ölümü yeneceği, kahramanlığınsa denizle son bulacağı bir ana odaklanıyordu götürürken kederleri.
Tutkulu bir aşk anında sıyrılan bir kadın eteği misali,
Sıyrılıyordu pus, kadının deniz olmuş bacaklarından,
ve yalan ölüme, ölüm gerçeğe, kadınsa rüzgara karışıyordu.
Duş, deniz, dolunay ve pus bir masalın gerçekliklerini yitirmiş
ve tanımdan uzak ölümsüz kahramanları oluyordu,
Ölümün acımasız gerçekliğine inat...
Hiç kimse ama hiç kimse, ölümün kadına ne denli ağır geldiğini bilmiyordu.
Kadınsa, aslında ölümden öte hiç bir şeyin onda doldurulmaz bir boşluk yaratmadığını yine tüm gerçekliğiyle karşısına çıkan ölümün ta kendisiyle anlıyordu.
Bu masalsı, kahramansız ve tanımsız hayat gecesinde,
Gerçeği ararken kaybolduğu sularda pusu kaldırıp, uğultuları sustururken;
Akıl iplerini bir kerhanenin çekiciliği ironisiyle yeniden eline alıyordu.
Dolunay beden pencerelerinden sızıyor, akan sular denize karışıyor ve
Pus yerini berrak bir yansımaya bırakıyordu,
Aklın ve netliğin dinginliğindeki kadının temiz suretine.
Kahramansız, tanımsız ve yalansız, gerçek bir surete dönüyordu fikir denizleri.
Yağan yağmurlar tüm kederli birikintileri götürürken,
Su dinginliğini suretinde buluyordu.
Kadın, "Evrenin en büyük özgürlüğünün, vazgeçilmezden vazgeçip gerçek özgürlüğe ulaşmak*" olduğunu, okuduğu bir gazete yazısının, göğsünün ortasında hissettirdiği bir kavlanmayla anlıyordu.
Deniz dolunayı içine alırken oluşan yakamozda,
Suret aysuya meylediyor,
Sus'a dönen uğultularsa, tam da olması gerektiği gibi çalan müzikte kayboluyordu...


* Nelson Mandela, hapiste geçen yılları için nasıl sabrettiğini soranlara: "Eğer bir şeyden vazgeçebiliyorsanız, onun sizi tutsak etmesinin de önüne geçersiniz... Evrenin en büyük özgürlüğü o vazgeçilmezden vazgeçip, gerçek özgürlüğe ulaşmaktır..." demiştir.

16 Nisan 2011 Cumartesi

?

Kalbin çarpması yeter mi?
Bilinmezlik acıtmaz mı?
Zulmetmez mi araya giren yollar, yıllar;
hep yürekte kalmış, hiç gün yüzü görmemiş duygulara?
Sensiz yada bensiz bir ikili delilik hali yeter mi?
Geceleri uyutmayan, kabusa dönen final sahneleri bezdirmez mi soluk almaktan?
Aşk, dokunmadan yalnızca uzaktan yaşanır mı ?
Kendi kendine yeter mi insan iki kişilik bir taşkınlığı taşırken içinde?
Senden giderken arkasından bakmak nefesini kesmez mi ?
Aşk hiç bitmez mi ?
Aşk bitince mi, 'yeter' olur içindekiler yoksa,
ateşböceği misali yoluna ışık tutsunlar, kaybolma diye ?
Ne zaman "bana yeter" olur aşk,
ille de bitip gidince mi ?

Hımmmm

.......................
hımmm
.............
hı hı
................................
ı ııııı
.....................
ıeehhhh pıf
......
hehhıhıhıhıh
........................................

ne anladım ben bundan ?
ya da ne anlattım ?

14 Nisan 2011 Perşembe

Sertab Erener - Bahçede


Çok Sertab Erener şarkısı var beni benden alan, duygularıma tercüman olan, ben de yeni yaralar açan, bir ömür boyu sürecek arkadaşları başlatan...
Çoğuna da "çok severim" tepkisini verdiğim onlarca şarkısı var nefis yorumladığı.
Ama bu basit, ateşböceklerini alegorisinde kullanan, enfes yorumuyla Şehrazat'ı bile ağlatan Sertab'ın Bahçede şarkısında beni başka diyarlarda dolaştıran birşey var...
Sanırım en sevdiğim Sertab şarkısı bu!
Evet evet bu...

13 Nisan 2011 Çarşamba

Aşk Kırıntıları ?

Aşk kırıntısı denen şey ne ola ki ?
Esen bir meltem saçlarını yalarken bir anda hatırlamak mıdır
saçlarına söylenen güzellemeleri,
Yahut ellerin ayaz sayesinde buza kestiğinde
ısıtan bir çift eli hatırlamak mıdır soğuk bir kış gününde,
Dinlediğin bir şarkı çaktırmadan seni etkilediğinde
"iyiki ben bunu bir kaç yıl önce duymamışım" demek midir ?
Konuşurken eski bir kız arkadaşla, farkında bile olmadan
geçirmek midir tüm geçmişi ve yaşananları gönlünün gözünden bir bir...
Aşk kırıntısı var mıdır acaba?
Yoksa senin aşk kırıntısı sandığın,
Her bir aşkın sende yarattığı, boşluğu tozla dolan, ama yerinden hiç kaybolmayan
bir ÇENTİK midir acaba,
Hayat tarafından bir adama attırılmış olan ???
Kim bilir...
Çentik, yahut çıpa, yada yara...
Yara bantları yaraları kapatmak için değil midir ?
Yapıştır bir tane sende gövdenin orta hattında bulduğun rastgele bir noktaya, inip kalkan,
Yapıştır ve bir kırıntı olmasına çabala sızan o minik yarığın zamanla.
Bilmene ve kabul etmene rağmen aslında insanların senin gibi yaşamadığını,
diren sen yine de, diren ille de aşk diye,
ve bil, aşk vardır, ölmedi.
Özle yeni bir aşkın kalp çarpıntısını,
kendine notlar al geçmiş hatalar için "bunları yapmayacağım" diye.
Hatırla geçmiş aşk kırıntılarını yada çentiklerini ve gül "nasıl anlamadım ki?" diye
geçmiş günlerde bir türlü anlayamadığın ve isyanlara gark ettiğin olaylar için..
Bir şarkı tuttur, yada şarkı söyleme tuttur içinden,
Gülümseten, ısıtan ve kapatan sızıntıları...
Meltem eserken yürü yollarda,
Düşünmemek için müzik dinle,
Sonra,
Yine meltem vursun sana en savunmasız anında,
Baktığın her köşeden getirirken 'kırıntıları' beynine mıhlanmış görüntüler olarak,
Çekildikleri köşelerden, sokaktan, parktan, banktan, lokantadan, çimenden, evden...
Sonra sorgula,
Niye yazıyorum bunları???
"Hep hatırlamak için" de kendi kendine...
Dediği gibi "çocuktan adama halindeyken" sevgili arkadaşının 'çentik bende',
Çentik sende bre Çerkez kızı.
Sen yaşamının hiç bir evresinde anlama,
kendi yazdıklarını onlarca kez okumana rağmen anlamayışını ve bile bile zorla ittirişini nicesini etrafından kadın erkek.
Üzül önce, sonra gül ve çaresiz kal yapılabilemezlere karşı.
Gül ve inadına gülümse sendeki çentikler için,
Adamlar gelip geçer ama ah ne yazık çentikler sende kalır çünkü son nefesine değin.
Bu sebeple koyverip gideme çoğu zaman,
İstemsiz bir şekilde çentiği derinleştirmeme çabası içinde.
Çünkü sen başkalarına ahkam kes,
ama hep kork bağlanmayla bağımlı olmayı karıştırmaktan şu iflah olmaz romantizminle...
Belki de onun için böylesine yaz kendi kendine.
Kim bilir...
Kimse bilmez, kimse bilmez....
Sonra en yıkıcı aşk kırıntıları oluşurken dinlediğin bir şarkı çalsın
sen tam da bunları yazarken...
"Ne kadar kırılsam da ah etmem hakkım yok buna,
hem zaten davetsiz bir misafirdim ben aşkımla,
ne bir abdalın gölgesiyim, ne bir sevda kölesi,
sadece hesapsız bir gönül bahçesiyim,
yine de insan soruyor kendine,
bu yazık hikayenin neresindeyim, yeter ki susma!
susma birşey söyle, biraz olsun yardım et,
gelemiyorum üstesinden ben bu aşkın tek başıma..."
Gülümse ve yazmak iste bu çentik yazısının bitirmeye karar vermişken devam etmene neden olan köprü kısmına.
Hatırla bir anda, ne denli acı koymuş olduğunu her bir zerrene 'susmasının',
yalnızlığı nasıl da üzerine çökerttiğini, son vedayı nasıl anladığını bir bir hatırla..
Gülümserken dolsun gözlerin. Acıdan değil ama bu kez.
Büyümüşlüğüne akıt bir kaç damlayı.
Üşümüş ellerini ve ayaklarını hisset tam o anda.
Birine sarılma ihtiyacını hissettiğin o aynı anda.
Aslında hepsinin, senin konuşmuşluğuna rağmen susmalarını hatırla,
İşte tam bu anda derin bir acı hisset.
Bu kez akamasın göz yaşları ne damlalar halinde ne de selden hallice.
Şimdiye dek davetsiz bir misafir mi olduğunu, çok mu konuştuğunu,
yahut aslında tam da ifade mi edemediğini,
ya da en acısı ısrarla yanlışı mı istediğini düşün bir anda.
Niye sen "bana bunu yapmayın" derken hep sustuklarını sorgula.
Atarken gitarist solosunu, sen tüm sorgulamalarından sıyrıl ve
alaycı bir gülümseyişle derin bir soluk al,
doldururken ciğerlerini 'hayat!' de, 'hayat devam ediyor'...
Yakındadır belki yeni gelecek aşk de, pek inanmasanda.
Ne de olsa bil kendini, 'yeteri kadar geçmedi yenilenme süresi' de.
Gülümse.
Yine okuyanın canına okuyan bir yazı oldu de içinden gülümserken.
Sonra sor,
Niye okuyorsun ki sevgili okuyucu hala ? :)
Kim bilir,
'Belki okuyucu da senin gibi bilmek istemektedir bre çerkez kızı' de içerideki deliye...
Kimse aslında kimsenin içindekileri bilmez de ....
Kimse aslında kimseyi bilmez.
Kimse bilmez kimseyi aslında içindekilerle.
İçindekileri kimse bilmez kimseyle.
İçindekiler, kimseler, kimse, bilmez be !
Yani kim bildi ki okuyucu senin içindekileri,
Kim bildi benim içimdekileri.
Kimse bilmez, kimse bilmez.
Bilmezsin aslında herkes bilir de, sen fark etmezsin.....
Sen sonsuz ol, sevgi ol, ışık ol yeter ki,
Bilen bilir, gören görür,
Olduğu kadardır de...
Bir de eyvallah okuduysan sonuna kadar de ki
Okuyucu da onore olsun diye ekleyiver derin bir sevgiyle. :)

6 Nisan 2011 Çarşamba

Seçmece

SU

Konuşmam artık, ağır sözler söylemem
bir düş için sabahları göğsüme sedeften
bir çiçek işlerim.

Hiç bilmedim, konuştuklarımdan ne anladın,
ormanın korkunçluğunu söyledim,
ovanın serinliğini sustum,
sen uzun bir uykuyu uyudun, ben düş gördüm.

Durmadan bir yoldan söz ettim:
suyum ben, adımı unutmadım,
dolanıp, bir gün yanına düştüğüm
bir dağdan söz ettim;
dünyanın işine karışmadım,
beni avutmaz dünya, beni tutmaz da,
dolanıp içinde kirinin
yine temiz geldim.

Göğsümde sedeften bir çiçek taşırım:
bir büyü bu, hayata karşı yaptırdım
konuşmam artık, kalbini kırdımsa senin
bil ki yanına düştüm.

Birhan Keskin


....bir nevi suya düşen bir ay için yazılmış bir şiir gibi kabullenilmiştir belki de....