29 Kasım 2011 Salı

Açık Mektup

Hayat beni yoruyor bu ara... pek halim yok!
Dostlarımı arayamıyorum, unutmuşum öğretmenler gününü misal, bana hayatı öğreten Hocalarıma bir telefon edemedim, sözleştiğim arkadaş-kardeşlerimle sözleştiğim günü yaşadığımın farkına bile varamadığım zamanları deneyimliyorum.
Günler su gibi geçiyor ve yetiştirmek zorlaşıyor işleri... .uykulardan ve dinlemelerden çalıyorum...
Tez ve tüm başvuru krizleri bittiğinde hayatımda kaç kişi kalacak beni her halimle kabul eden, inanın buruk bir merak içerisindeyim...
Sonuçta herkes haklı, vefa da karşılıklı...
Ne desem boş lakin açık bir "kusura bakmayın"dan başka...

Seni Çektim İçime

Bir depresiflik var üzerimde hayırdır işallah...
Bunun PMS etkisi olduğunu ve geçeceğini ümit ediyorum!

"Seni buldum içimde yara diye, sar diye diye,
Zamanları topladım, al diye, kal diye diye..."

Depresif olmak işime gelir aslında benim. Bulaşmaz pek kimse bana, yalnızlığımla baş başa etki faktörü yüksek yazılar yazarım.
Ne yalan söyleyeyim bu ara, bu sıkışıklık, hep bir şeyleri yetiştirme çabası içinde olma hali, yorgunluk ve yoğunluk arasında çok depresif olmasam da olur hani...

Ama şarkı çok iyi yahu, çok iyi...



Hakikaten içirtir sigarayı ardarda, koyduğu o duman resmine eşlik et diye, öl diye diye...

Hızla kaçan yıllar...

Rüya gibi uçan yıllar biraz durun, durun biraz
Kaybolan günlerim için hesap sorun, sorun biraz
Güzel bir kumral uğruna küstüm esmer beyazlara
Bu akılsız garip başa şimdi vurun, vurun biraz

Oh be...
Rüya gibi uçan yıllar biraz durun, durun biraz...
Öyle.
Durun biraz... durdursa keşke birileri benim için bu hızla geçen zamanı bu ara,
                                                                                                    biraz...

27 Kasım 2011 Pazar

Sil Baştan...

Şarkıyı söylemeye başladım bir anda...

Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak, 
Sil baştan sevmek gerek bazen, her şeyi unutmak.....Unutmak....Unutmak....


Bok.
Çok iyiydim. Bir bütün olarak. Beynen, ruhsal ve bedenen çok iyiydim...
"Olabilir mi gerçekten, yeni iyi gelir mi?" derken tam...
Bok.
Epi topu 10 kişinin bildiği bir hayali, dün sordu bu 10 kişiden biri.
Aklıma getirdi yine seni.
Bok etti yani.
Yine aklıma getirdi ortalıklarda karşılaşma ihtimalimizi...

Herhalde gittiğimde üzülmeyeceğim tek şey, seni bir daha hiç görmeyecek oluşumdur...

25 Kasım 2011 Cuma

:)

25/11/11 yani bugün.
Akademik hayatımın ilk sözlü sunumu yaptım bugün!
Güzeldi çok güzel oldu..
Çok mutlu oldum.
Işıltılarımı hissettim, ışıklaştığımı...

Mavi'nin Ada'sına...

Yazı yazdırdın bana gecenin 3'ünde...
Kadın sırtını dayamak ister erkeğine...
Korunduğunu, kollandığını ve hep kendisi için tetikte olunduğunu bilmek ister.
Sevilmek ister, bir kız çocuğuna gösterilen şefkatle, ilgiyle ve yeri gelince arzulandığını ve tutkuyla özlendiğini bilerek erkeğinin gözlerinde...
Kadın, kadınlık onurunu yerlere sermeden teslim olmak ister yahut şöyle diyelim
teslim olmak istediği bilinsin ama kadınlığı hep onore edilsin ister...
Erkek yanında güçlü, ayakları yere basan ama erkekliğini ona hissettirecek, gücünü takdir edecek ve anne şefkatiyle kendini severken yanında dişiliğiyle baştan çıkaracak kadınını ister...
Can Baba'nın Kadın Dediğin ve Erkek Dediğin şiirlerindeki gibi yani.
Ben işte bu -mış gibi görünülen keyifli oyunun melodik uyumunu gördüm fotoğrafınızda..
Bilirsin beni, kassam da söylemem lafa gelince bunları.
Ama yazmak yok mu, gönlü boşaltma olanağı...
Çok sevindiğimi biliyordun ya kuzum.
Görmek sizi bir küçük fotoğraf karesinde; "olmuş bu" dedirtti ve kat be kat mutlu etti derinden...
Ala! Ne ala....
:)

20 Kasım 2011 Pazar

Özgürlük ve Öfke

Önce özgürlük... Özgürlüğe dair şimdiye dek duyduğum en çarpıcı ve etkileyici dizeler...

"Hep özgür olmak istemişti..Bizim evimiz ona hep sıkıcı gelmiş, kendini hep mahkum hissetmişti...
Mutluluğu evinden uzaklarda aradı. Şimdi gittiği evde de aynı duyguları yaşıyordu ve biraz olsun soluklanabilmek için eski hapishanesine dönmüştü.
Özgür bir hayat, hayata karşı sorumlu davranmadan mümkün olamaz,
Sorumsuz bir özgürlük arayan, gittiği her yere içindeki hapishaneyi götürür,
Ruhu mahkumdur çünkü..." 


http://diziport.com/oyle_bir_gecer_zaman_ki-izle/49_bolum/7

"Yeter ulan yeter... Tamam ulan ben aşağılık bir adamım, tamam.

Tamam kabul ediyorum aşağılık herifin tekiyim...  
Bana her bakışında gözün, kaşın, saçın bana aşağılık bir adam olduğumu söylüyor, yeter usandım ulan.
Usandım yeter, ben sana kötü birşey yapmayacağım, yanlışlıkla geldim ben buraya, benim odam zannettim..
Allah allah ya!
Her seferinde beni böyle aşağılayıp eline ne geçiyor Cemile, ne geçiyor Cemile...
Gebersem de kurtulsam ulan allah kahretsin, allah kahretsin, gebersem de kurtulsam...
........
Sev beni...
Cemile n’olucam ben????? Ha Cemile, ben n’olucam???"


ve ardından son sahneyle ben de uyanan 3 kelime...
Acı veren öfke!
Yakıcılığı büyük ve etki alanı hayal bile edilemeyecek olan,
Sahibini ve etrafını her an daha çok yakan,
Utandıran, aşağılatan, korkutan ve dindirilemeyen...
En çok da biriken nefret herhalde tepkileri çoğaltan ve hep bilenmiş tutan insanı,
kalbin yumuşatıcılığına ve unutabilmenin getirdiği özgürlüğe inat...

Bunları yaşatmıştı bana bu sahne..
İyi bir yapımın, yüreğe dokunan kısımlarından yalnızca iki tanesi aslında...

Nazım'a...

Seni düşünüyorum duygularım yüreğimde sıkıştıkça ve
öfkem acı vermeye başladıkça, yaşadıklarını düşünüyorum...
4 duvar arasında geçirdiğin yüzleşmeleri,
umutsuzluklardan doğurduğun yeni umutları ve yılmadan özgürlüğü bekleyişini anlamaya çalışıyorum;
çaresizlik kıskıvrak sardığında etrafımı...
Abidin'e mutluluğu sorarken ruhunda taşıdığın sızıları ve
Uzak ülkelerde, özlediğin İstanbul'u yalnızca hayalinde görebildiğin ve yine de;
ille de sevgi dediğin ve umut diye haykırdığın dizelerini buluyorum karşımda,
bir gün memleketi bırakmak zorunda kalma ihtimalim yaklaştıkça gün be gün...
İyi ki yaşadın Nazım'ım...
İyi ki yazdın.
Sen bana bu toprakların bahşettiği en kıymetli Usta'lardansın...
Benim gibi çok kişi var seni özlemle anan ve hep sevecek olan..
Biliyor, görüyor ve duyuyorsun; biliyor ve hissediyorum...
İyi ki doğdun Nazım!
İyi ki doğdun Mavi Gözlü Dev...


17 Kasım 2011 Perşembe

Güzel Günler

Bugün evdeydim sabahtan.
Sabahları acelesiz, sakin sakin  uyanmak ve güzelce kahvaltı etmek, sevdiğim bir insanla...
Hep sevdiğim ve bu gıcık dünya düzeninin en önce elimden aldığı şey bu alışkanlığım.
Annem vardı bu sabah yanımda. Sohbet ederek, televizyona bakarak, müzik dinleyerek bir kahvaltı.
'Güzel' dedim içimden, 'çok güzel'... Çok uzun zamandır kullanmadığımı fark ettim bu kelimeyi "güzel"!
"Görebilecek miyiz sahiden güzel günleri" diye sordu derinlerimde bir yer...
Daha içeriden sıcak, samimi ve güven veren bir ses devam etti "İNAN!".
'Neye' dedim kendi kendime... 'Neye inanmalıyım ?'
Aynı kararlılık ve güven hissi ile tekrarladı tek bir kelimeyi: "İNAN!"...
'Pek'i dedim gelişine, omuz silkerek.
Müzik dinliyordum-şimdi olduğu gibi...
Yazmaya başlamadan "spor yap" diyen dürtü gibi, bugün de "dans et" dedi o sırada..
Dans ettim en az 15 dakika.
Kendi kendime ve keyiften kahkahalar atarak...
Nefesim oynamaktan ve gülmekten zorlanmaya başlayıp oturduğumda;
Halkalı Şeker türküsünü bu denli sevdiğimi, şimdiye dek hiç bilmediğimi, o an fark ettim :)
Hepimiz dansın iyileştiriciliği sayesinde iyiydik...
Ben, egom ve ışık habercilerim...

12 Kasım 2011 Cumartesi

Mı Acaba?

N'olur saçımı mora boyasam...
Sıyırdı diye damga mı yerim?
N'olur deli diye arkamdan konuşulsa?
Ben benliğimden bir şey mi kaybederim?
Hiç de değil!
Ama sen yok musun, sen, bir kişiye daha tanımadan bok attığın için çok şeyi kaybedersin ama nafile!
Nasılsa, YİNE, ne halt ettiğini anlamayacaksın...

Vakit Tamam

Derinlerimde bir sızı.
Geldi yine temizlik vakti.
Hayatını silkeleme, dost müsveddelerini masaya yatırma ve onları itinayla kızartmanın vakti geldi.
Acı, yeniden ve yeniden bunu yapmak zorunda kalmak...
Çok acı!
....

7 Kasım 2011 Pazartesi

Fahişe Gönül

Acıya karşı yalama olmuş bir ruha sahip olmakla,
Erkeklere, amaca giden herhangi biri gözüyle bakan ve
sevişme eyleminin, "ruhunun çıplaklığını paylaşmak"
demek olduğunu topyekûn unutan, 
"... salak" fikirlerin sahip olduğu,
aynı fahişe gönül işte,
gerisi yalan...

6 Kasım 2011 Pazar

Yozlaşma vs Masumiyet

Öyle.
Ağırlığını yitirir masumiyet, arttıkça zulüm.
Bu aralar ruhumun bir kaç yıl öncesine göre katılaştığını hissediyorum.
Gördüklerim ve izlediklerim acımasızlaştırdı her geçen gün beni.
Halbuki ben güzel şeyler yaşamıştım bugüne kadar. Küçük, huzurlu ve yalansız bir dünyam vardı benim, kapılarının anahtarlarını istediğim insanlara verdiğim.
İçimdeki küçük kız çocuğu da tüm o masumiyetleri henüz kaybetmeye başlamamıştı.
Şimdi gözümün gördüğü ve ruhumun tanık olduğu onca şeyden sonra, masumiyetimin eskisi kadar güçlü durmadığını fark ediyorum içimde.
Bu en çok da duygularımı vurdu. Yani, düzen tarafından büyütüldü içimdeki o küçük kız.
Başardınız işte.
Tüm o yozlaşmışlığınızı, tüm o haddini bilmez tavırlarınızı, tüm o nefsine sahip olmaz şeytana uyuşlarınızı, hepsini ama hepsini, anlatarak, bakışlarınızdan aktararak ve bedenimi-beynimi ve aşkımı- hayali arzularınıza malzeme yaparak bulaştırdınız bana.
Sayenizde, büyüdü o güzel kız çocuğu sığınamadığı için gizli bahçelerine.
Sayenizde katılaştı duygularım giderek. Uzaklaştı insanlar iyidir sanrıları...
İşte bu yüzden, etrafımda ki o güzel adamlardan uzak duruşum.
Bazı güzel adamları sevebilecek kadar duygusal/uysal değilim artık...
Onları kırmamak için sineye çekecek, hırçınlığımı göstermeden, mücadele etmesini istemeden sevebilecek kadar ümitli değilim.
Tüm o güzellikleri korusunlar diye ruhlarını sarıp sarmalayacak ve onları içtenliğimle anlamaya çalışacak kadar masum değilim.
Sayenizde kırmayı öğrendim ben de ve nezaketin aslında bir boka yaramadığını yoz gönüllerde...

Moulin Rouge - El Tango de Roxanne

Moulin Rouge filminin beni unutulmamacasına etkileyen sahnesi...
Aşk, nefret, kıskançlık... ve tango ile tarifsiz buluşması...
Görsel şölen, dansın içine çeken büyüsü, şarkının etkileyiciliği...


İzlemediyseniz filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim...