31 Ekim 2010 Pazar

Meydan

Kalabalıklar içinde tek başınayım...
Ben, kendim ve tüm kişilikleri ruhumun.
'Bir', bütün, yalın ve öz de olmak için verdiğim mücadelelerin onda birini,
Etrafımdaki 'yakın' insanlardan kendileri için görmemek bende artık bencilce bir kapris yaratmaya başladı.
Sıkılıyorum, bu ara sık tekrarladığım gibi.
Gitmek mi gerek onu da bilemiyorum. Bu iyi değil, hiç iyi değil...
Gitmelerimi dengelemiştim ben geçtiğimiz 10 yıldır.
Bazen diyorum giden neyin mücadelesini veriyor ki kalanın yanında...
Kalmak mıdır bizim yolun özeti,
Yoksa gitmek midir sıradan bir kaçışın tezahürü.
Peki destek mekanizmasının cortladığı yer bu mu oldu şimdi hepsinin toplamında ?
Dönüp inançları biraz kuvvetlendirmek mi lazım acaba,
Sandalye, bacakları üzerindeki ağırlığı kaldıramaz hale gelmeden..
Kim bilir ???

Al bir de burdan yak...

Yanlış hisler (!) sabahın köründe pineklenen beynimle birlikte içimin her köşesine...
İşte bu hisler, beni basan cinsten, göğüse oturmuş bir öküz misali.
Tam da bunlardı kaçtıklarım.
İşte şimdi başlıyoruz...
Tam şimdi, burada bulunduğum bu noktada ne kadar gerekliydi diye sorguluyorum.
Algılamalarım ve gördüklerim yaşamın daha kolay olması gerektiğini isyan ediyor içsel labirentlerimde.
Labirentlerimde peyniri mi arıyorum yoksa sadece yolları mı keşfediyorum acaba?
Bir hattı bitirdiğimde, acaba, diğer hat da aynı derecede keşfedilesi gelecek mi bana?
Bir tarafım realist mühendisi,
Bir tarafım basit bir kadını ve
Derinlerimdeki his inadına'yol'u ortaya çıkarsada, soru yine aynı kesişimde görünür oluyor!
Peynir mi, kapan mı yahut tuzak mı;
Yoksa yalnızca keşfedilesi bir yol daha mı yelkenleri açası ?!?!?!?!?!...

30 Ekim 2010 Cumartesi

Serzeniş 2

Sarhoşken yazmayacağım...
Yazmamalıyımmm....
Ciddi bir mücadele içerisindeyim.
Ne saçma bir gündü bugün.... eski arkadaşlarla olan kısmı güzeldi..
Sevilen bir dostla sohbette güzeldi, peki gerisi???
1 şişe Cabernet Sauvignon'dan sonra insan zekasını yitirebiliyormuş...
Düşünemiyorum. İstediğim bu değil miydi ? Düşünememek! Değilmiş demek ki...
Yahu bulamadığım bazı cevaplar var. Hayata dair; aileye, sevgiye, dostluğa..
Yok hayır, bunların saçma kimyasal mantıksızlık olan sevgili aşkla alakası yok.
Büyümekle ilgili mesela.
Ama ben büyümek istememiştim.
Ama ben hayal kurmaktan memnundum..
Peki ben hala hayal kuruyorsam ne oluyorum; çocuk, yetişkin, kadın, erkek, insan, salak?
Gördüklerim yaşadıklarımla örtüşmüyor..
İstediklerim bunlar değildi, bunlar mıydı yoksa? Ya ben yine şarkı söylüyorum,
"Başka türlü birşeyy benim istediğimmmmm" ama bu kez şarkı insanlar için değil...
Yaşadığım yer için...
Kızma bana güzel Ankara..
Sonbaharında bile, şu ara sana katlanamıyorum...
Ben başka bir yerde olmak istiyorum.. duyuyor musun sana söylüyorum.
Başka biryer. Başka kokular, başka insanlar, başka dünyalar...
Başka hayaller istiyorum ben, başka sevgiler, yeni insanlar.
Çok sıkıldım, heyyy sana söylüyorum sana!
Zerdüşt niye susuyorsun bu gece. Fazla mı geldi sana şarap !
Yine en çok Imagine dinliyorum bu ara..
Imagine... you may say I'm a dreamer...
Ben çok fena sıkıştım ama. Neden kimse beni tutup çıkarmıyor yukarı?
Hayatımda tek bir kez sonuna kadar şımarmak istiyorum...
Sonuna kadar biri beni bıkmadan ışığa götürsün ve benden birşey beklemesin istiyorum.
Boğuyor istekler beni, arzular, sorular, korkular..
Ama ben hayattan korkmuyorum ki, öylesine yaşıyorum ben.
Bir deli ne kadar normal yaşar ki hayatı..
Yada normal dediğimiz neye göre normaldir bakınca.
Ulan bu ne biçim ikilem..
Biri beni sadece sevdiği için hayatında isteyebilir mi lütfen ?
Daha kolay anlayın, şöyle diyelim,
Biri beni yukarı çıkarabilir mi lütfen? Kimseye hesap vermeden, neden yaptığını söylemeden, çelişmeden.
O kadar zor muyum yahu ?
Şu anda şişenin dibine ulaşırken son kadeh elimde..
Temiz uyumayı planlıyorum...
Biri bana tüm 'neden'lerimizin aslında bir hiç için olduğunu hatırlatabilir mi ?
Ben tek yürek ve güçlü olmaktan da sıkıldım bak..
Siz ne diyordunuz ona, ah işte bu kırılgan. Kırılgan olabilir miyim ?
Var mıydı acaba izin ? Yok, cevap geldi yokmuş !!! Hah! Komik yahu..
You may say I'm a dreamer, but I'm not the only one...
Hayallerim var.. Kimseye anlatamıyorum. Çünkü dinlemiyorlar..
Hey baksana, bazen soruyorum acaba Küçük Prens'i çok mu okudum diye ?
Ne dersin ? Bir kitap en fazla kaç kere okunmalı acaba ?
Hala patlıcanlar ağaçta yetişiyor ama mor bir ağaçta diye hayal ediyorum. Bak bunu biri dinlemişti. Çok mutlu olmuştum yahu..
Ama ben mutlu bir çocuktum. Şimdi ne hissettiğini bir türlü bulamayan bir çocuğum.
Yok bunu da beğenmedim,
Yani illaki bir his bulmak zorunda mıyız ?
Allahım ne çok sorum var yine. Şışşş bir sır vereceğim.. Bazen kendimden sıkılıyorum. Kim beni niye çeksin ki ? Heh !!!! Kendi kuyusunu kendi kazan insan. Sen bunu dile de getiriyorsundur...
Hayal gücüm çok güzel sahneler yaratıyor bana..
Gidiyorum, yanımda sadece benim bildiğim insanlar...
Kim acaba onlar. Merak etmeyin ama. Duygularımı o kadar merak etmiş miydiniz acaba yanıma aldığım 'isim'ler kadar.
Tabiki etmediniz kuzum, kimi kandırıyoruz...
Ulan ne boktan düzen be. Niye boka sardım ki bu ara, dur bakalım geçer elbet..
Sana yazık okuyucu, kafam güzel.. Anlamıyorsan kasma..
Serzenişteyim.. Aslında ilk serzeniş yazısını buraya koymayacak olsamda 2006 idi galiba yazıldığında gereksiz değerlerin altında gereksiz eklentilerle yazılmıştı...
Bu yazının adı da serzeniş olsun. Öyle oldu be. Yazık sana okuyucu..
Ne anladın acaba???
Bana ne ! Ben kendimi bu gece ne kadar anladım acaba..
Yaramadı alkol.. Çapkınlık mı yapmalıyız acaba kızkıza ?? Şışşş kızlar nerdesiniz ?
Ya ben niye kendimi bu kadar yalnız hissediyorum bu ara ?? Hey niye söndürüyorsunuz ışıkları, kızlar nerdesiniz ?
Çocuklarrr, yapmayın ama hoş bir şaka değil..
Hey bir dakika. Ben karanlıktan korkmam ki. En son köyde korkmuştum karanlıktan. Alışmamıştı gözlerim birtürlü kara'nlığa...
Yahu ne diyorum ben..
Sende niye hala okuyorsun ?
Yok işte bir bok çözümlenmiş..
Bitti hocam koca gece boşa geçti, gitti.
Sonuçta ne yapacağıma karar veremedim.
Yani var bir kararım da ne zaman uygulamaya geçirmeliyim acaba,
Ne zaman yeni bir yelkeni suya indirmeliyim..
Ben biraz Kuğulu Park'a mı gitsem acaba??
Ulan SIKILDIM...
Sıkılıyorum.
Sandalye de popoma battı ztn artık.
Ben daha karıştırırım bu yazıyı ona göre.
Devam ediyorsan cidden merak ediyorsun yahu.
Kimsin ki sen ?
Kimsin acaba ? Ben kimim buldun mu bir cevap, yazık yahu bana, sana, ona, ötekine berikine...
Sen kimsin ?
Çok merak ediyorum, bir gün biri çıkıpta Sen kimsin diye sorduğumda 3 kelimede kendini anlatabilecek mi bana ?
Kokular çok tanıdık... Koku verin bana. Verin ki yeniden hayal edeyim yeni şeyler..
Yahu hiç birşey mi yaşamıyorsunuz be ne bu tekdüze kokular.
Söz sizi ayırmayacağım hayallerimden..
Heyy,
Elimi tutup beni bulunduğum yerden uzaklaştıracak,
Göğsümdeki sıkılmaları sakinleştirecek,
Şaraptan daha az beni uyuşturacak,
Duadan daha somut olacak,
Dokunacağım birşey verin bana...
Boğulmaya başladım.
Hoş değil, hoş değil....

27 Ekim 2010 Çarşamba

AŞK

Boka benzer birşey yahu,
Vazgeçilmiyor.
İçinden dışarı atınca rahat ettiğin,
Ama biriktirdikçe de kendini daha bir hissettiren...
Olmazsa olmaz,
Fazlası zarar, ziyan, zehir.
Bok gibi birşey şu ne menem halt olduğu belli olmayan AŞK...
3 harfli işte en temelde ikiside,
'K' sert sessizinde isyan saklar gibi halleri.
Ne boktan bir haldir bu aşk anlamadım ki;
Boktan şiirler de yazdırır böyle adama...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Veda...

Bir kazağı çıkarıyorum bu ara üzerimden...
Bir çocuk misali seviyorum diye tutturduğum,
Halbuki ne deseninden, ne modelinden, ne de kalıbından tam olarak hoşlanmadığımı büyüdükçe anladığım bir kazağın, sonunda giyilmediği için elden çıkarılmasına karar verdiğim bir andayım...
Çekilince rahatlatan ama öncesinde kanırtmasına alıştığın çürümüş bir diş misali...
Birisi üzülecekti bu hikayede.
Sana fazla gelir diye ikimiz içinde üzülmüştüm ben fazlasıyla şimdiye dek.
Halbuki şimdi, kazaksız, bu soğuk havada 'bela'mı arar gibi aranıyorum ve mutluyum...
Huzurluyum diyemeyeceğim çünkü şüphelerim tilki misali ciğerimde dolanıyor,
ama gerizekalı bir mutluluk hali içerisindeyim.
Ağzımı kulaklarımdan ayıramamamdan belli galiba...
Hissediyorsun biliyorum.
Ama bir yanlışın var bebeğim, sen gidiyorum zannediyorsun.
Halbuki ben gittim, biz bittik hala anlamıyorsun.
Sen beceremedin her zamanki gibi sadece rüzgara bile söylemeyi hissettiklerini, ama ben söyledim.
Yakında duyacaksın getirecek rüzgar sana duyman gerekenleri.
Gittim ben ve biz bittik...
Anlayamayacaksın daha biliyorum. Neyi öylesine gelişine kabul ettin ki zaten sen ?
Üzerimden çıkardım omuzlarıma yük ettiğim kazağı.
Hayret ne çok sevmiştim halbuki bu kazağı bir zamanlar.
Bir zamanlar diye başlayan masallardasın artık sen.
Yazılmamış, anlatılmamış ve hiç yaşanmamış gibisin...
Konuşurken adını bile söyleme ihtiyacı duymadığım,
-(Aslında artık seni konuşma ihtiyacı duymadığım)-
Hasret, özlem, acıdan ve daha da mühimi değerden yoksun seni tanımlayan kelimelerim...
Beni bekleyen bir okyanus vardı ne zamandır - unutmuşundur sen, adı hayattı.
Beni çağırıyor şimdi kolları beni sarmaya hazır, eğer salarsam halatlarımı suya.
Ben seni severken yitirdiğim birşeyi buldum yazdan kışa dönerken sevdiğim bu şehirde;
Kendimi, özsevgimi ve yaşama sevincimi.
İçine tükürülesi düzenimi yerle yeksan eden saçma sapan duyguların içine soktum kendimi,
Bizi yok ettiğin düzenlere inat.
Nasıl İYİ geldi bilemezsin.
Hiç ummazdım 'bela'mı böylesine düzensizlikte bulacağımı.
Halbuki bu bendim değil mi?
Hep söylerdin ya "niye bu kadar karıştırıyorsun" diye...
Çorba ediyorum, kendi kaosumun içinde bir melodi yakalıyorum.
Merak ediyor, sinirleniyor, özlüyorum.
Süreci tamamlanamayacak olsada yaşıyorum. Haykırırcasına!
YAŞIYORUM ! Herşeye ve herkese inat.
İnanılmaz değil mi, garantilerde yok etmiştik halbuki biz birbirimizi..
Okyanusum beni çağırıyor şimdi,
Ve beni sana bağlayan, kalan son ve incecik halatı söküp atıyorum net bir bıçak darbesiyle.
En zoruydu beynimin iplerini koparmak, en sona kalanıydı...
Giyotin ipi kestiğinde geriye bakmıyorum hareketlenirken gemilerim.
Artık önemli değil arkada kalanlar;
Ne anılar, ne acılar, ne sen, ne de senle hayatımdan çıkacaklar...
Yelkenler fora !
Ben BELAmı bulmaya gidiyorum.
Hiç olmadığım kadar özgürüm çocuk.
Ve sana son kez teşekkür ediyorum,
Hayatımdaki belki de en önemli sınavda bana eşlik ettiğin için,
Sayende Hamdım, Piştim ve Kendimi buldum...
Mesele bundan sonra böyle kalmak.
Eyvallahımda ve vedamdasın.
Kısaca;
Hoşçakal ey Dost.
.

24 Ekim 2010 Pazar

Zerdüşt Dolunay'da Sesleniyordu

Dün gece dolunay vardı yine gökte... Kaçıncı dolunay varlıkta bir fark yaratmaksızın..
Biriken tüm enerjilerin dışarı çıkmadığı, yürekte ve her his yaratıcı olguda sıkışıp kaldığı kaçıncı dolunay..
Biraz isyankar bir tarafım. Biraz inatçı bu kez,
Benim içimdekiler bende kalsın istemiyor kalbim.
O yüzden diretiyor sakin sakin belkide. Ne bu dürtü bir fikri yok ve yanında karmakarışık kafam, üstüne üstüne gelen tüm ama tüm yıkık, yitik saçma ve gereksiz şüphelerin hemen hemen hiçbirinde bana uyan bir yan yok..
“Saçma sıkıştırmalar, gereksiz, özensiz ve değersiz tüm dayatmalar kalbimin çığlıklarını bastırmaya yetmiyor. Çok mühimmiş gibi gösterilen, ipe sapa gelmez, boktan ilgilenmeler, dürüstçe çıkmış bir küfrün yerini tutamaz ki.. İsyanım var acınası, kokuşmuş ve buruşmuş gönüllerin beni biçimlendirmeye çalışmasına.. Ama yook buna sebep benim, saçma gerçekleştirme ihtiyacım.
Gerçekleştirmeymiş, daha ne olacak , bre salak.. Daha ne gerçekleştireceksin, şu boktan hayatın içinde yarattığın renkli yaşamında renklerini yaratan sen değil miydin zaten ? Kim yardım etti, kim destekledi, kime sordun da bu hale getirdin ki bu hayatı..
Herşeyi burnunun dikine yapmadın mı ki şimdi ne bu hal , ne bu saçmalıkları dinleme ihtiyacı..
Keyfin yerindeyken sorun yok . Peki sıkıntı hissettiğin anda ne bu kendine güvensizlik.. Aynaya bak çocuk, kaldır kafanı aynaya bak.
Kendinde emin olmadığın bir yer var... Bul orayı ve bırak ondan kaçmayı.. Neresi, hangi konuda yada kimden kaçıyorsun.. Sen kendinden kaçıyorsun içindekileri istediğin gibi yaşamaktan korkuyorsun, ister inan ister inanma...
Tam istediğin gibi giderken davranışlarınla sözlerinle hislerinle, sürekli kafanda dolanan bir kaç tilki içine tükürüyor herşeyin... Neden yapıyorsun bunu nedeeeennnnnnnnnn??? Ne bu korktuğun.. İnanmadığın kısır döngüler mi, içindeki çıktığında ne olacağını bilemediğin kadınlık mı acıttıkları için kapattığın, yoksa ne ...
Hala dişlerin, tırnakların dışarıda.. Sen kırmadın mı kendini, yetmedi mi ? Yeter çık artık çık şu lanet kapıdan dışarı.. Kim bu, sen misin bu ? Hiç bu kadar sen olmamıştın, ama hala arada bir kendini gösteren ve seni sana kırdırtan kim ? İnatla telefon eden, inatla üzerine yüklediği baskıları kıramadığın kim ? Kim o, sana bu saçma şeyleri düşündürten ? Yüreğini koydun ortaya, bu kadar açmadın şimdiye kadar . Bunun onda biri olmayan bir yerde aciz ve korkak bir halde kırdılar seni. Bırak artık onları düşünmeyi . Çık şu aptal kapıdan. Kapı görünmez bir cam misali önyargını yaratıyor, seni sana karşı yargılıyor.
Çık ve kır şu bardağı, belki de sınav sadece sensindir bre şapsal çerkez kızı.. Kır şu bardağı ne den korkuyorsun ki ??????? “
Diye buyurdu Zerdüşt !!!!!

14 Ekim 2010 Perşembe

"..."

Sessizliğimde saklıyordum seni.
Nasıl oldu da güneş gördün bilmiyorum.
Niye ihtiyaç duyduk sözcüklere bir türlü anlamlandıramıyorum.
Meraktık, özleme döndük...
İlgilenmedeydik, aşka kaydık..
Olmadı ki, niye bu hale getirdik ki biz birbirimizi, bir türlü bulamıyorum...
Gözlerimle yaşıyordum ben seni,
Şimdi hem kalbim, hem kelimelerim, hem beynim arar oldu;
Hem gözlerini, hem sözlerini, hem de kalbini.
Bekle bakalım bre çerkez kızı!!!
Öyle benzemez zor bir adamı zor zamanlarda beklemeye çalışmak, üstelik de başkalarına inat..
Evde yemek yapmaya,
Aklına geleni yapmaya,
Deliliğinde tüm gemileri yakmaya,
Şeyh şamil de özgürce oynamaya...
Şimdi sen de bir kutup yıldızı bulmaya çalışacaksın,
Sessizce, tek başına, dengeleri bozmadan
Ve ışık arayacaksın seni yolunda tutabilmesi için...

9 Ekim 2010 Cumartesi

Yağmur Sonrası...

İki gündür yağmur yağmıyor sadece Ankara'ma... Öylece sere serpe olduğu yere yığılmış bir kadın misali ağlıyor doyasıya.. Özgürce. Hiçkimsenin en ufak bir söz söylemesine mahal vermez bir halde.. Seveni varmış söz olurmuş, bekleyeni varmış gidermiş, vazgeçermiş, gözyaşları bağları kuvvetlendirirmiş-yıkarmış, ayıp olurmuş demeden. Ağlıyor ve yıkıyor tüm duvarları.
Ağlıyor ve yeniden doğuyor bir yandan da gözyaşlarından, küllerinden doğan Zümrüdü Anka misali..
Bugünse, hala daha iki günlük boşalmayı tam olarak bitiremediğini gösterircesine üzerimizde tutsada o gri, soluk aldırmaz kocaman örtüyü bulutlardan, bir umut veriyor.. Gülümse diyor cumartesi sabahında.. Cumartesi bugün kalk, giyin süslen, canlan ve dışarı çık diyor.
Güneş topla diyor senin için, onun için, şehir için, görmen gereken - uzun sürelik bir aradan sonra ve aranın tam nedenini de hatırlayamadığın bir şekilde- üstelikte aslında özlediğin ve bir yandan çekindiğin sebebini bilmeksizin bir kız arkadaş için güneş topla..
Ama tam da karar veremiyor gösterirken güzel yüzünü; benim gibi, yüreğim gibi..
Yüreğim zaten hala tam olarak hatırladığına emin olamıyor pompa dışında tam bir işlevi olduğunu; sevmek gibi, aşık olmak, öfke duymak ya da yaşamak gibi mesela..
Yine bu ara 3 noktaya gark etmiş yazılarda bulmaya çalışırken içimdekileri, aslında anlamsız ve hatta saçma bir zevk alıyorum olan bitenden. Geçmişe esir hallerde olmasamda içime sıçan zatı muhterem (ler) den sonra bir cumartesi sıçrayan bir keklik gibi sokağa çıkıp, haykırmak için "ahahahaha aşk vardır aşk ölmedi" diye bu kadar çok düşünmem ne kadar normal...
Güneş toplayacağım bugün göründüğü her anda.. Hayat sokakta ve dışarıda olacağım.. Farklı yerlerinde Ankara'mın. Şimdiye kadar gözlerimin çektiği ve beyin kıvrımlarıma kaydettiği resminle benim gözümle dışarıda olacağım.. Yol bulmaya çalışmadan daha çok kaybolarak içimdeki seni ve kendimi bulacağım.. Eski bir dostluğu yeniden bulmaya çalışırken de, kaldırımları tırmalarken de, bir nikahta gönülden gülümserken de, Yaradan'a bir yerlerde haykırırken de ve kendimi bugün özellikle bugün tekrar ve tekrar severken de sonunda seni bulacağım. Eğer bulamazsam o zaman kalbim henüz iyileşmemiş-yılların geçmesi önemli değilmiş- demektir... Bulursam o zaman daha cesur yaşamak için çaba sarfedeceğim seni, beni, yaşamı ve geri kalan herşeyi.. Yazmaya bile korktuğum duyguları tozlu raflarından çıkarıp yeniden güneşle buluşturacağım.
Kıracağım kendimi içine kapattığım fonksiyonsuz odaların kırılmaz görünen kalın ve bir dokunuşa hasret zincirlerini... ve kendimi kıracağım başkasının bir daha beni kırmasına izin vermemek ve yeniden yeni bir güne, yeni bir oyuna ve yeni bir sevince izin vermek için...
Güneş toplayacağım Ekim'in bu güzel olması gerekirken, karanlık ve kocaman bulutlar arkasına gizlenmiş Ankara gününde; herkes için - güneş açmasa bile..

3 Ekim 2010 Pazar

Yaşam Döngüsü

Yaşam Döngüsü - Body Worlds sergisindeydim dün...
Muhteşem bir yazı ile açıyordu sergi kapılarını ziyaretçilerine.
Paylaşmak istedim, ve isterim ki üzerinde düşünülsün...

Yaşam Döngüsü

İnsan bedeni,
Bir karşıtlıklar harikası.
Yalın ama karmaşık,
Savunmasız, ancak dirençli...
Deneyimlerimizin sınırı,
Ancak sınırsız potansiyelimizin başlangıç noktası.
Ana rahmine düştüğümüz andan doğuma,
Bebeklikten çocukluğa,
Ergenlikten gençliğe,
Ve yetişkinlikten yaşlılığa
Sabit olan tek şey değişimdir.
Herbirimiz dünyaya;
Yaşamlarımız boyunca bize ait olacak
Ve dilediğimiz gibi deneyimleyebileceğimiz,
Koruyabileceğimiz veya
Riske atabileceğimiz bir bedenle birlikte girer.
Önümüzdeki sınav, yaşam döngüsünde ilerlerken
Canlı ve bağımsız olarak üzüntülerden ve hastalıklardan özgür kalmak
Ve potansiyelimizin tamamını
İlhamla yaşamaktır...

2 Ekim 2010 Cumartesi

7 Tepeli Kadim Dostumla 5 Gün - 6 Geceden Kalanlar

Nefesimi kesen manzarasında, beni her bakışımda daha da içine karan, kaybeden ve tüm güzelliğine rağmen aslında beni yok eden bir hali vardı yine İstanbul'un...
Tarifi mümkün olmayan duyguların yapılmamış resmi gibi duruyordu karşımda yine tüm heybeti, şehveti ve hatta şefkatiyle.
Yine tüm tezatları tek bir nefeste bırakıyordu yüreğime. Bir anda hem anne, hem çocuk, hem prenses, hem asi, hem yalnız hem çoğul, hem aşık hem yaralı, bir yandan neşeli diğer yandan çaresiz kılıyordu.
Anlatılamayan, çoğunlukla duyulan biraz da akışına içinden geçmesine izin veren, pek de gardını alamadığın ve aslında seni dağıtmasına ve yeniden küllerinden doğurmasına izin verdiğin, ecemsi bir hali vardı bu kez bu İstanbul'un...
Bir soğuk, bir sıcak; bir güneşli ve ışıl ışıl ve biranda bulutlu ve basık hali sanki kararsızlıktaki ve belirsizlikteki ruh halimin izdüşümü gibiydi. Çoook zamandır olmadığı kadar dolu geçti bu kez İstanbul. Gerçekliğe o kadar da çok takılmadan kimi zaman düşlerin ağır bastığı 5 gün 6 gece... Düşlerimin gerçeklikten daha somut olmasına; İstanbul'un halden hale soktuğu vücudu ile beni de kendiyle hem hal ediyor olması sebep oluyordu belkide.
Kırgınlıklarımı, geçmişin peşimden koşan gereksiz kırıntılarını ve tüm korkularımı Haliç'ten suya bıraktım bu kez... Bir değişiklik yaptım ve uzun zamandır olmadığım bir yerinde kaldım yeşilli mavili limanın ve omzuma yük olan tüm anıları/kişileri/acizlikleri ve yıkıntıları Haliç'ten suya bıraktım.
Ardından, dizim dizim sıralanmalarıyla köprüler oluşturan oltaların sahiplerinin elinde denize girecek misinalara takılan yem oldum isteyerek... Yem oldum veya bilerek yem yaptım kendimi Marmara'nın yosun kokan serin ve deli deli akıntılı sularına. Oltaların başında düş kurdu dışarıda kalan yarım. Başka bir çift gözle bakmaya çalıştı bu şehrin suya vuran silüetine bir öğlen vakti. Kendisinden farklı bir çift derin gözle... Anlamaya çalıştı onun gördüklerini, hislerini, özlediklerini. Sözlerimin açamadığı kapıları zorladı gözlerim. Sızabileceği bir aralık aradı sık parmaklıkların arasında. Baktığım her karede, biriktirdiği anıları hissetmeye çalıştı gözlerim.
Sonra vazgeçti...
Düşünmekten, çalışmaktan ve kurcalamaktan...
Gözlerim kendisi oldular tekrar ve baktılar doyasıya, güneşin bulutlarca gizlendiği sakin, gri ve derin boğaz manzarasına. Hala, ruhumun bir parçası soğuk sularda yem, ve bir parçası köprünün üzerindeki herhangi bir arabaydı.
Her arabayla başka bir serüven oluyordum, başka kimlikleri, başka özneleri, başka sevgileri yaşıyordum...
Kavgaları dinliyordum, ilan-ı aşkları, hasret naralarını ve gözyaşlarını. Duyduklarım yeni düşler oluşturuyordu imgelemimde ve seni sölemek istediğim ama içimde tuttuğum kelimelerimi dizginliyordu içimdeki derin köşelerde...

Not: Resimleri İstanbul'da olduğum süreçte çektim, yani tamamen bana aitler :)

1 Ekim 2010 Cuma

Martılar

Geçip giden vapuru selamlıyordu martılar,
Mendireğin üzerinde gelen birini beklermiş gibi oturdukları yerden.
Gelen vapuru selamlıyordu martılar,
Mora çalan semada çırptıkları kanatlarıyla ve çığlıklarıyla yeni bir haberi müjdeler gibi...
Şehir yavaş yavaş evlerine çekiliyordu, gelen yemek vaktine doğru.
Ve gün bitiyordu ertesi gün yeniden hayata devam edebilmek için...
Tüm sakinliğiyle akşam çökerken şehre
ve örtecekken uykuyla ritmi,
Kıpırtısız denize inat içimdeki fırtınalar ve gözlerimin önündeki gözlerin,
Dinmeyen bir coşkuyu ve hareketi tutuyordu...