25 Aralık 2008 Perşembe

Düşerken Kar Kristalleri Bir Masal Anlattılar

Ankara’ya kar yağıyor bu gece.. 2008 in sonunda yılın ilk karı....

Birbirinden tamamen farklı olan her bir kar kristali son derece mükemmel bir ahenk ile düşüyor yere. Çoğu düşüşün tersine onların ki can yakıcı değil, aksine birbirleri üzerinde biriktikçe çevreye yayılan huzurun sebebi oluyorlar. Kar bu gece; düşüncelerinde boğulmuş birçok kişiden biri olan benim zihnimin kıvrımlarına sıcaklık veriyor, şehrin sokaklarından bazılarında bedenlerini ruhlarına siper etmiş birkaç evsize ise işkence ediyor... Her güzellik kendi içinde sonsuz bir nefret barındırıyor. Benim huzur yolculuğum birilerini cezalandırıyor.. Nedenleri sorgulanmaksızın gelişen birçok olay yada yaratım sürecinin herhangi bir evresinde/anında çarpışarak karşılaşan, tesadüfen rastlaşan ve sonucunda birbirlerine hayatları karışan insanlar gibi; bu gece kar da yaratacağı etkileri bilmeksizin yağıyor bu şehre, lapa lapa... Her tin, herhangi bir şarkının kendine özgü melodilerince tınlıyor izlerken beyaz örtünün an be an ortaya çıkışını, büyüyüşünü, çevreyi örtüşünü....Bir yıl bitiyor, benliğin çığlıklarına rağmen dik durulması başarılabilmiş, herkes için yorucu, enerjileri sınayıcı, sevgiyi sorgulatıcı bir yıl... Biterken Ankara’da bir yıl daha bu gece kar yağıyor.. Yılın ilk karı..Kışın başlangıcını müjdeliyor..kar kristalleri hayallerini hatırlatıyor insana. Yapılacaklar listesini düşündürtüyor, heyecanlandırıyor düşünmek başka diyarlarda karın büyüsünü... Kar büyü yapıyor insan ruhuna.. Çocuksu bir oyun fısıldıyor kulaklarımıza ve unutturuyor tüm geçmiş sancılarını yaşama dair.. Fısıltılar yeniden neşe katıyor yaşama ve siliyor zihinlerdeki o negatif dürtüleri.. 3 noktayla süregelen cümleler yaratıyor kar yazar ellerin izlerinde. Kıpır kıpır bir coşku ile çıkan cümleler tam olarak bitirilemiyor çünkü; çünkü yazmak hissetmekle eş değer olamıyor hiçbir zaman. Ne acı ki artık birçok şeyde tam olarak hissedilemiyor... Çoğu duygu tadına varılmadan acelece yenilmesi gereken bir yemekmiş gibi hızla tüketiliyor. Sevgi sevişmekten öteye geçemiyor. İlgi ve sıcaklık tarihte kalıyor unutuluyor manaları. Aşk dillerde pelesenk bir halde mitlerdeki büyüsünü ve gücünü yitiriyor. Müzik eserleşemiyor artık ancak kuru bir şarkı olarak kalıyor. Romanlar çıkmıyor yazılması için gecelerin gündüze karıştığı, betimlemelere gerek duyulmuyor artık bir insanı, bir mekanı bir bakışı tarif ederken.. Sıradanlaşıyor yada daha doğru bir deyişle farklılıklar, özgünlükler, detaylar ve bizleri insan yapan erdemler giderek ortadan kalkıyor galiba.. İnsanlar birbirlerine benziyor, mekanlar basitleşiyor ve bakışlar artık sevgiyi, aşkı, tutkuyu anlatmak için; şefkati, samimiyet, dürüstlüğü kalplerden yansıtmak için kullanılmıyor... Bu yüzden de betimlemeler de artık tarihinin klasiklerinde kalmaya mahkum bırakılıyor. Belkide kar, Ankara’ya yılın son günlerinde böyle bir sabır ve tutkuyla yalnızca bizleri iyice kaybolmaktan korumak için yağıyor durmaksızın. Kim bilir. Kim neyi bilebilir ki yalnızlığından başka karın sebebine akıl erdirebilsin..

Kadınlar, erkekler, çocuklar, yani doğan günle gece bu yağışı izlememiş olan tüm insanlar; heyecan ve tarifsiz bir neşe ile uyanacaklar beyaz Ankara’ya. Kısa sürecek bu sevinç belki, yaşamın koşturması ve karla gelebilecek zorlukların hayalinin beyinlerine üşüşmesiyle sonlanıncaya dek ama yinede doğan gün bitine kadar, Ankara’nın semalarında sabahtan insanlarının hissettiği coşkunun enerjisi dolanıyor olacak ve bizlere huzur yansıtarak.

İlk kar iyi gelecek herkese.. Üşüyene de, çaresize de, yalnızlara da, sevgisizlere de, hayalciye de, kuşçuya da, çiçekçilere de, evdekilere ve sokaktakilere de, yani kısaca tüm varlık problemlerine karşın hala hissedebilme yetilerini tam olarak yitirmemiş tüm insanlarına Ankara’nın iyi gelecek toprakla buluşan yılın ilk kar kristalleri....

İyi gelecek bir filmle burulmuş, gerçekle yüzleşmiş kalbime yağan kar.. “Hayat zor ama bende kolay biri sayılmam” sloganıyla ayakta durmaya ve 2008 i bitirmeye çalışırken üzerini örtecek kar karmaşık beynimin, görevinin bu ara yalnızca pompa olduğunu sanan kalbimin ve buğulu gözlerimin..Issızlığımı bir nebze gizleyecek bembeyaz örtüsüyle. Korkularımı, sancılarımı, yaşama sevincimi ve kırıklarımı saklayacak dış dünyadan.. Belkide uzun zamandır en çok ihtiyacım olanı sessizce dengeli ve mesafeli kılacak kar beni bana ve etrafa karşı.. Güvenimi kuvvetlendirecek kimilerine karşı.. Kar üzerinde yürümeme izin verecek sakinleşmek için yağmur kardeşinin yaptığı gibi. Kar iyi gelecek hem bana, hem kırık ve bozuk parçalarını onarmaya çalışan tüm bedenlere...Kar yağıyor Ankara’ma, yağmur dönüştü kara bu gece şehrimin üzerinde..Kar örtüyor kapatıyor tüm boşlukları, köşeleri yumuşatıyor, dönüp dolanan tilkileri sakinleştiriyor ve dinginlik katıyor ruha...

Penceremden görüyorum 2 saattir kar yağıyor Ankara’ma ve bana herşeyin yoluna gireceğini fısıldıyor.. Mutlu oluyorum ve kapatıyorum gözlerimi yavaş yavaş doğacak gün için heyecan duyarak...

12 Aralık 2008 Cuma

Herşey Sende Gizli*

18.03.2007

Niye en çok yaşanmışlıklar dokunur insana? Neden hep gözlerimizi kapattığımızda geçmişimizden bir fotoğraf karesi bizi yaşanılan “an”dan alıp kilometrelerce uzağa götürür? Hiç kimsenin gelemeyeceği, denesede yerini bulamayacağı küçük kulübelerimiz, neden hatırlandıkça sığınılan yerlerdir??

Bir çok soruda olmadığı gibi bunların da kimimiz için bir cevabı yok. Dingin ve sakin görünüşlerimizin altında kopan fırtınalar da; belkide, bizimde yerini hatırlayamadığımız ama can hıraş bulmaya çalıştığımız kulübelerimiz yüzündedir.

Dünyaya geldiğimiz an ilk kulübemizi kaybetmiyor muyuz aslında? İlk ayrılışı ve alışmayı acı ve özlemle deneyimlemiyor muyuz? Ardından taşınmalar ile devam ediyor ayrılışlar. Sonra bir bakmışınız doğduğunuz şehre “hoşçakal, bekle beni geri geleceğim” diyorsunuz. Garından ayrılırken sevdiklerinize el sallıyor gibi görünsenizde asıl vedalaştığınız doğduğunuz, ilk soluğunu tattığınız, ilk kokuyu duyumsadığınız yer oluyor. İlk hasret gömülüyor elinizden büyük olmayan_fiziksel olarak_ kalbinize. Ardından gelen hayat gayeleri ve kaosun içinde unutulur gibi oluyor memleket hasreti. Ama biliyorsunuz ki aidiyetiniz olan şehir hep özleniyor.

Ardından büyüdüğünüz, serpildiğiniz başka bir yer, bir başka kokular bütünlüğü dolduruyor içinizi. Havası ve suyu başka bir yoklukta, var olmuş hissediyorsunuz kendinizi belkide. Ama orayı sizin kılan başka bir şeyler oluyor kontrolünüz dışı gelişen. Dirensenizde gözlerinizi araladığınız yere bir eş geliyor. Birbirinden duygusal olarak ayıramadığınız, aynı aidiyet duygusunu hissettiğiniz içinizde bir yerde. Böylece ilginç bir hal alıyor kaçış noktalarınız. Vazgeçilmezler listesi deneyimlenen her olayla genişliyor.

Büyüdüğünüz yerde ilk kez aşık oluyorsunuz. Uzun yürüyüşlerde atmaya çalışıyorsunuz ruhunuzdan o çaresiz aşık olma duygusunu ve tabiki “şehrinize” anlatıyorsunuz bakışını, tutuşunu, duruşunu, size iyi gelişini, ulaşılmazlığını... Tanrıdan dilediğiniz yardımı bir kez de şehirden diliyorsunuz. Böylece size eşlik ederken, aşkınıza veya derin duygularınıza da şahitlik eden, sessiz ve vakur bir dost oluyor yürüdüğünüz yollar, konuştuğunuz parklar ve uykusuz gecelerden birinde izlediğiniz “şehrinizin” ışıkları. Artık arkadaşınız oluyor büyüdüğünüz şehir son nefesinize kadar sevmekten vazgeçemeyeceğiniz. Yazdığınız her yazının, her şiirin içinde, konuştuğunuz her insana anlattığınız olayların satır aralarında illaki bir bahseder oluyorsunuz “büyüdüğünüz köyden” ve tabiki uzaktaki gidip göremesenizde varlığını bildiğiniz yerden.

Böylece kulübeleriniz, sizin için vazgeçilmez o iki şehrin, en size özel köşelerinde, sakinleşilecek ve dertleşilecek duvarlarıyla koruma alanları oluyor. O dört duvar minik kulübe, içinde çocukluğunuzu tutuyor, ilk gençlik yıllarınızı. Dönüp geriye bakınca geçen zamana içerlersenizde, yüzünüzde oluşan o küçük çocuğa yada zıpkın delikanlıya/cilveli genç kıza ait gülümsemeyi engelleyemiyorsunuz. Ve aslında bu size dönüp durduğunuz kaosun içinde yeniden dimdik durma gücü ve savaşma cesareti veriyor.

Ardından bir de kendinize aşkla bağlanmaktan çekinmeyeceğiniz bir liman ediniyorsunuz. Bozulan kafaların tamir edildiği, çılgınlıklara,boş konuşmalara ve tabiki bir aşka ve isyana şahit, maceraperest tarafınızı pohpohlayacak yeni bir kulübe. Ama bu sefer diğerlerinden biraz farklı bir duygu yoğunluğu oluyor içinizde. Yeni inşa edilen kulübe eskileri gibi aidiyet değil dinlenilecek bir liman sorumluluğunu taşıyor içerisinde. Biliyorsunuz ki sizin için hep boş bir demir var iskelesinde iplerinizi dolayabileceğiniz. Sizi hiç kimsenin rahatsız etmeyeceği, hatta kaybolabileceğiniz kalabalığında, ve yalnız kalabileceğiniz istediğinizde, bir sahil kenti. Duygu karmaşalarınızı coşturan, enerjisiyle tepeden tırnağa dirilten, nefreti ve tutkuyu bir arada barından, korkutan ama dinginlik veren hep canlı hep heyecanlı bir liman.

Sorularınızı unuttuğunuz, meraklı gözlerle çevrenizdeki içi boş giysilere baktığınız, değerlerini yitirmeye başlamış, yozlaşmış, gürültülü, ama açan güneşin veya yağan yağmurun herşeyi örtebildiği, tarihi hala aynı canlılıkla yaşayan sevdiğiniz, müptelalık yaratan yeni bir şehir.

Peki ya sonra ? Bunca kulübenin arasında yolda yürüyen siz; şehirlerinizin herhangi birinde, en özel yerde takılıp kalıyorsunuz. Sadece size ait olan ve aslında hiç kimsenin ulaşmayı başaramadığı tam olarak en küçük, en sınırsız, en ferah ve belkide en iç karartıcı odasına sığınmaya, sığmaya çalışıyorsunuz. Kalbinize ... İçinizi dolduran duyguları tutamıyorsunuz sığmıyor, ihtiyaçlarınızı bir türlü karşılıyamıyorsunuz dolmuyor, mutluluğunuzda tarifi zor bir hafiflik verirken, sıkıntıda iyice ağır geliyor ama söküp atamıyorsunuz. En muhim kulübe yine siz oluyorsunuz. Kendinizde bulduğunuz huzuru dışarıdaki hiç bir yapma kulübe karşılayamıyor. İster liman olsun ister doğumhane sizin yerinizi tutmuyor.


Ancak kendinizle yüzleşecek cesareti bulduğunuzda anlayabiliyorsunuz olan biteni. İçinizdeki gücü gördüğünüzde farkediyorsunuz en sahici kulübenin varlığını.

**"Doğdun diyelim çamurlu caddelerine bir şehrin
Ve sevildin, serpildin yıllarca
Onlarca dostun oldu, coştun, küstün, ağladın
Büyüdün bir gün satırlar karaladın

Çamurlu cadderini hatırladın, burkuldun, sızladın
Ne de olsa bir kalbi var insanın
Değil ki "bir yumruk et"
Kalbin ki vatanın
Gerisi gurbet...


Saldın diyelim kahkahalarını çamurlu caddelere
Ve sevdin, terk edildin defalarca
Onlarca hüznün oldu, koştun, düştün, kanadın
Yaşlandın bir gün, kahırlar yüklendin
Çamurlu caddelere bakıp ah ettin, duruldun, söndün

Ne de olsa ölümü var insanın
Kimine “çukur” kimine “ahiret”
Ölümün ki vatanın,
Dünya gurbet… "

* 'Herşey sende gizli', Can Yücel'e ait aynı isimli şiirin adıdır.
** Şiir, bu yazıya 12.12.2008 tarihinde çok sevgili bir yoldaşça eklenmiş ve yazının tamamlanmasını sağlamıştır. Teşekkür borç bilinir...