12 Aralık 2008 Cuma

Herşey Sende Gizli*

18.03.2007

Niye en çok yaşanmışlıklar dokunur insana? Neden hep gözlerimizi kapattığımızda geçmişimizden bir fotoğraf karesi bizi yaşanılan “an”dan alıp kilometrelerce uzağa götürür? Hiç kimsenin gelemeyeceği, denesede yerini bulamayacağı küçük kulübelerimiz, neden hatırlandıkça sığınılan yerlerdir??

Bir çok soruda olmadığı gibi bunların da kimimiz için bir cevabı yok. Dingin ve sakin görünüşlerimizin altında kopan fırtınalar da; belkide, bizimde yerini hatırlayamadığımız ama can hıraş bulmaya çalıştığımız kulübelerimiz yüzündedir.

Dünyaya geldiğimiz an ilk kulübemizi kaybetmiyor muyuz aslında? İlk ayrılışı ve alışmayı acı ve özlemle deneyimlemiyor muyuz? Ardından taşınmalar ile devam ediyor ayrılışlar. Sonra bir bakmışınız doğduğunuz şehre “hoşçakal, bekle beni geri geleceğim” diyorsunuz. Garından ayrılırken sevdiklerinize el sallıyor gibi görünsenizde asıl vedalaştığınız doğduğunuz, ilk soluğunu tattığınız, ilk kokuyu duyumsadığınız yer oluyor. İlk hasret gömülüyor elinizden büyük olmayan_fiziksel olarak_ kalbinize. Ardından gelen hayat gayeleri ve kaosun içinde unutulur gibi oluyor memleket hasreti. Ama biliyorsunuz ki aidiyetiniz olan şehir hep özleniyor.

Ardından büyüdüğünüz, serpildiğiniz başka bir yer, bir başka kokular bütünlüğü dolduruyor içinizi. Havası ve suyu başka bir yoklukta, var olmuş hissediyorsunuz kendinizi belkide. Ama orayı sizin kılan başka bir şeyler oluyor kontrolünüz dışı gelişen. Dirensenizde gözlerinizi araladığınız yere bir eş geliyor. Birbirinden duygusal olarak ayıramadığınız, aynı aidiyet duygusunu hissettiğiniz içinizde bir yerde. Böylece ilginç bir hal alıyor kaçış noktalarınız. Vazgeçilmezler listesi deneyimlenen her olayla genişliyor.

Büyüdüğünüz yerde ilk kez aşık oluyorsunuz. Uzun yürüyüşlerde atmaya çalışıyorsunuz ruhunuzdan o çaresiz aşık olma duygusunu ve tabiki “şehrinize” anlatıyorsunuz bakışını, tutuşunu, duruşunu, size iyi gelişini, ulaşılmazlığını... Tanrıdan dilediğiniz yardımı bir kez de şehirden diliyorsunuz. Böylece size eşlik ederken, aşkınıza veya derin duygularınıza da şahitlik eden, sessiz ve vakur bir dost oluyor yürüdüğünüz yollar, konuştuğunuz parklar ve uykusuz gecelerden birinde izlediğiniz “şehrinizin” ışıkları. Artık arkadaşınız oluyor büyüdüğünüz şehir son nefesinize kadar sevmekten vazgeçemeyeceğiniz. Yazdığınız her yazının, her şiirin içinde, konuştuğunuz her insana anlattığınız olayların satır aralarında illaki bir bahseder oluyorsunuz “büyüdüğünüz köyden” ve tabiki uzaktaki gidip göremesenizde varlığını bildiğiniz yerden.

Böylece kulübeleriniz, sizin için vazgeçilmez o iki şehrin, en size özel köşelerinde, sakinleşilecek ve dertleşilecek duvarlarıyla koruma alanları oluyor. O dört duvar minik kulübe, içinde çocukluğunuzu tutuyor, ilk gençlik yıllarınızı. Dönüp geriye bakınca geçen zamana içerlersenizde, yüzünüzde oluşan o küçük çocuğa yada zıpkın delikanlıya/cilveli genç kıza ait gülümsemeyi engelleyemiyorsunuz. Ve aslında bu size dönüp durduğunuz kaosun içinde yeniden dimdik durma gücü ve savaşma cesareti veriyor.

Ardından bir de kendinize aşkla bağlanmaktan çekinmeyeceğiniz bir liman ediniyorsunuz. Bozulan kafaların tamir edildiği, çılgınlıklara,boş konuşmalara ve tabiki bir aşka ve isyana şahit, maceraperest tarafınızı pohpohlayacak yeni bir kulübe. Ama bu sefer diğerlerinden biraz farklı bir duygu yoğunluğu oluyor içinizde. Yeni inşa edilen kulübe eskileri gibi aidiyet değil dinlenilecek bir liman sorumluluğunu taşıyor içerisinde. Biliyorsunuz ki sizin için hep boş bir demir var iskelesinde iplerinizi dolayabileceğiniz. Sizi hiç kimsenin rahatsız etmeyeceği, hatta kaybolabileceğiniz kalabalığında, ve yalnız kalabileceğiniz istediğinizde, bir sahil kenti. Duygu karmaşalarınızı coşturan, enerjisiyle tepeden tırnağa dirilten, nefreti ve tutkuyu bir arada barından, korkutan ama dinginlik veren hep canlı hep heyecanlı bir liman.

Sorularınızı unuttuğunuz, meraklı gözlerle çevrenizdeki içi boş giysilere baktığınız, değerlerini yitirmeye başlamış, yozlaşmış, gürültülü, ama açan güneşin veya yağan yağmurun herşeyi örtebildiği, tarihi hala aynı canlılıkla yaşayan sevdiğiniz, müptelalık yaratan yeni bir şehir.

Peki ya sonra ? Bunca kulübenin arasında yolda yürüyen siz; şehirlerinizin herhangi birinde, en özel yerde takılıp kalıyorsunuz. Sadece size ait olan ve aslında hiç kimsenin ulaşmayı başaramadığı tam olarak en küçük, en sınırsız, en ferah ve belkide en iç karartıcı odasına sığınmaya, sığmaya çalışıyorsunuz. Kalbinize ... İçinizi dolduran duyguları tutamıyorsunuz sığmıyor, ihtiyaçlarınızı bir türlü karşılıyamıyorsunuz dolmuyor, mutluluğunuzda tarifi zor bir hafiflik verirken, sıkıntıda iyice ağır geliyor ama söküp atamıyorsunuz. En muhim kulübe yine siz oluyorsunuz. Kendinizde bulduğunuz huzuru dışarıdaki hiç bir yapma kulübe karşılayamıyor. İster liman olsun ister doğumhane sizin yerinizi tutmuyor.


Ancak kendinizle yüzleşecek cesareti bulduğunuzda anlayabiliyorsunuz olan biteni. İçinizdeki gücü gördüğünüzde farkediyorsunuz en sahici kulübenin varlığını.

**"Doğdun diyelim çamurlu caddelerine bir şehrin
Ve sevildin, serpildin yıllarca
Onlarca dostun oldu, coştun, küstün, ağladın
Büyüdün bir gün satırlar karaladın

Çamurlu cadderini hatırladın, burkuldun, sızladın
Ne de olsa bir kalbi var insanın
Değil ki "bir yumruk et"
Kalbin ki vatanın
Gerisi gurbet...


Saldın diyelim kahkahalarını çamurlu caddelere
Ve sevdin, terk edildin defalarca
Onlarca hüznün oldu, koştun, düştün, kanadın
Yaşlandın bir gün, kahırlar yüklendin
Çamurlu caddelere bakıp ah ettin, duruldun, söndün

Ne de olsa ölümü var insanın
Kimine “çukur” kimine “ahiret”
Ölümün ki vatanın,
Dünya gurbet… "

* 'Herşey sende gizli', Can Yücel'e ait aynı isimli şiirin adıdır.
** Şiir, bu yazıya 12.12.2008 tarihinde çok sevgili bir yoldaşça eklenmiş ve yazının tamamlanmasını sağlamıştır. Teşekkür borç bilinir...

Hiç yorum yok: