14 Haziran 2011 Salı

...

Yıkıntılarında dolaşmaya çıktım senle olan yıllarımızın...
Varlığına emin olunamamış yalan bir yaşanmışlığın arta kalanıydın sen,
Öyle ki kirletmemek için üzerimizdekileri paketleri,
içeriden çürüdük yıllar boyu.
Bay Asaf'ın birkaç kelimelik hayat özetindeki gibiydik biz
"Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler".
Beyaz yakışırdı sana, yakıştığı gibi bana.
Üzerine kilit vurduğumuz hazine sandıklarımızın en iç,
en göç ve en pis yerinde kirlettik aslında biz birlikteliğin masumiyetini.
Seni geçebilmek için,
bizi sıradanlaştırmak dışında hiçbir çaremin olmadığını fark ettiğim gün fark ettim,
insanın insana duygularla zulmedişinin hayat buluşunu.
Yıldız kayışlarında ölen eşkıyalar misali,
her kayan yıldızla ölen bir parçamız,
kendi cehennemlerinde yandı
tanımsız ve yoksunlaşan birlikteliğimizin yokluğunda...
Şefkate aç, çığlıklarda dolaşan ruhumu temizlerken;
senin yalnızlığına zerre merhem olamayışımın ve
Güneş görememiş duygularının yok oluşunun,
heybetli bedenine acı verişini izledim.
Gün geldi herşey sıradanlaştı bir bir...
Yalan rüyalar hiçlikle yüzleşti ve
kirlenmiş ve kilitlenmiş tüm ruh parçalarımız,
kendilerine bir yer yaptı hayallerden uzak,
bi'çare hayatlarında.
Benim ruhum çok can çekişti yeniden hissedebilmek için.
Trajedyaların ortasında yeniden buldu aradıklarını.
Ne komik!
Sende kalanlarım, sıradanlaştırdığım her an ile yeniden, yeniden bana ait oldu.
Anılarımızdan ve tüm hayallerimden sırayla sildim seni. Tek tek.
Her biri için kirlenen paketlerimize yeniden renk vererek ve temizleyerek hepsini.
Bugün senin doğum günün.
Attığım her tarihte seni hissettim ve bütün gün telefonda beni, sesimi bekleyişini.
İstemedi bu geceyi seninle bitirmek karnımda bir yer.
Kalbim değil bu kez bak, karnımda bir yer.
Ama hüzünlendirdi yine de kuru bir mesajla doğumunu kutlamak.
Sıradanlaştın bir kez daha.
Artık hiçbir hayale mazhar olmayan varlığın,
Sıradan bir kutlamayla yalnız bırakıldı tarafımdan.
Bilerek yaptım. Yine kaynadı içimde bir yer. Zevk almadım. Pişman olmadım.
Ama yok mu o Hüzün.
Aşksız zamanların sıradan hüzünlerinden bir hüzün hem de bu kez.
Belki de yalnızca, ağızda kötü tat bırakan kötü bir sigara ertesi etkisi.
Keyifsiz, solgun ve yitik...
Trajedyaların ortasında yer bulan ruhum, beyazlarını korumaya kararlıydı belli ki.
Seninle uyuyacağım bu gece.
Beni merak edeceksin biliyorum.
Elin gitmeyecek telefona, bir mesaj bile atmayacaksın her zaman ki ürkekliğin ve ölmüş isteklerinle...
Yine, aynı yalnızlığını hissedeceğim.
Yine benim mutluluğumla mutlu olacak ama beni kendi cehennemine bile dahil etmeyeceksin.
Bu anlamsız ve sıradan ilişki de böyle böyle bir gün gelecek sona erecek.
Yılda bir kez doğum günlerinde edilen telefonlara dönüşecek.
Yani anladığın üzere sıradanlaşacak giderek.
Adamım,
herkesi sıradanlaştırabilirdim, ama seni sıradanlaştıracak olmak fikrini bile kabul edemezdim.
Hayat bu işte,
boşlukları yaratıp doldurma sanatında uzmanlaştıran bir senaryonun ta kendisi...
Nasıl isterdim şu satırları oku ve konuşabilelim.
'Biz neyi konuşabildik ki onunla?' dedi içimden bir ses ve gülümsedim bir anda...
Bak ne çalıyor; Mabel Matiz...
".....yüzüme vuran güneş, saçlarımı öpen rüzgar, siyahıma sarı çalan yıldızlar, sessiz bir kıyametin karnında kayboldular... "
Hayat bu !
Sen de sıradan bir insansın artık, derinim, dostum, hasretim...
İyi ki doğdun. İyi ki buldun ruhumu ve kardın kendini.
Yalnızlığım, yoksunluğum, çaresizliğimdin.
Hasret denilen meret, anca seninle yaşanırken herhalde, hayatta kalma isteği yaratırdı.
İyi doğdun, nice yaşlarına olsun.
Kucakladığım ve kokladığım sıradan bir insansın artık yeni yaşında....
Ve hep, ama hep özleyeceğimsin, tüm yalansılara ve yaralara inat.
Beklentisiz, aşksız ve hatta artık sevgisizken varlığına karşı, ilgisi özlenecek tek kişisin.
İyi ki doğdun.
Seni sevecek ve doyasıya, korkmadan seveceğin bir kadınla mutluluğun ve
bir gün bulacağına inandığım huzurun senin için en büyük dileğim.
Nice yaşlarına olsun...

Hiç yorum yok: