24 Şubat 2011 Perşembe

Gün Batmadan (Before Sunset)

Kalp, hissedince yürek olur gibi gelir bana hep.
Hani, bazı kelimeler bazı duygularla birleştiklerinde, ancak duygusuyla bir araya geldiğinde yani, gerçek anlamını yakalar ya,
Yaşamın, gerçekten yaşanılası anılar biriktirildiğinde, sadece bir eylemden öteye geçerek Hayat olması ve işlevi pompa olan bir organın öyle yada böyle hissedince Yürek'e dönüşmesi gibi...
Sonbaharın, o baharda yaşanılmış unutulmaz hatıralara sebep olmasıyla; hüzünlü bir Güz'e meyletmesi gibi...
İçimde bir yerde, midemle kalbim arasında sıkışmış bir duyguyu yeniden yaşattı bana hayatıma iz bırakan bir ikilemenin can alıcı filmi...
Gün batmadan (Before Sunset).
Öylesine gerçek, öylesine bir şey olmaya çalışan Amerikan sinemasının süslü ama bomboş ve hatta bombok dünyasının dışındaki.
Paris'in içinde olunası romantizmini arka plan olarak kullanan,
9 yıl süren bir hasreti buram buram ama iç kıymadan, arabeskleştirmeden, yani olduğu gibi aktaran,
Kokusuna duyulan özlemi, dokunamamanın sancısını, söylememeye çalıştıkça içinde büyüyenleri ve sonunda dışa vurulan hasreti, öfkeyi, çaresizliği; öylece, günlük bir olay gibi abartmadan anlatır ki...
Gerçekliğin çıplak çaresizliği ve AŞKın karşı konulamaz gücü karşısında yeniden yüzleştirir sizi içinizdeki o 'keşke' anlarıyla...
Sanırım üniversiteye yeni başladığım zamanlardı ilk izlediğimde hem ilk filmi hem de Gün Batmadan'ı. Öylece kalakalmıştım ekranın karşısında.
Kelimelerimi içime tıkan, beni 'sessiz' bırakan, o zamanki çocuk halimle, hayal dedirten türden bir şey hissettirmişti. Sanırım daha realist, daha materyalist ve daha acımasızdım o zamanlar...
Sonra sonra anladım giderek AŞKın hallerini insanda tezahür eden...
İsteyipte dokunamamanın,
Hayal edip de bir kerecik olsun yaşayamamanın ve yanında, olur ha bir şansın olsa; o anda da gurura yenik düşüp konuşamamanın içinden geldiğince, nasıl bir şey olduğunu hep yaşayarak anladım...
Zaten aşk, öyle tüketim toplumunun yaşadığı yeni çağ aşkları kıvamında periyodik olarak vurmuyordu, bir de yanında, şans eseri kapınızı çaldığında pardon tekme ile evinize girdiğinde, bir satır yukarıda yazılanları öğretince biraz da nahoş oluyordu.
Yekpare duyguları özletiyordu, basit, sıradan ve öylesine yaşanmışlık katan...
Yanında olmayan bir savaş muhabiri ile ilişkisi olduğunu söyleyen ve o ilişkinin gerçekten var olduğuna inanan Celine'in yaptığı gibi...
Yahut Jesse'nin rüyasında, çıplak ve hamile olarak gördüğü Celine'e karşı hislerinin aslında gerçek olmadığını ve ideal bir evlilik ile her şeyin yoluna gireceğine inanması gibi...









Yanyayana ama dokunamayan, sarılamayan ve ufacık bir temasın yangını büyüteceğinden korkan bir halde, son kalan vakitte konuşulmaya çalışılıyordu...
Her birimizin en az bir kez yaşadığı gibi.
Eminim yan yana yürümüşünüzdür hoşlandığınız yahut aşık olduğunuz biri ile. Arada bir kaçak bir bakış atarsınız.
Görmeye çalışırsınız gözlerini, mimiklerini, ona ait parçaları.
İlk filmde olduğu gibi (Gün Doğmadan) kendinizce bir fotoğraf çekmeye çalışırsınız, beyninizde sadece sizinle kalacak.
Kim bilir o da sizi aynı çekingenlikte keşfetmeye çalışıyordur belki bu arada.
Yan yana yürürken konuşmalar vardır, bakışma anları dışında dinlenebilen.
Karşılıklı oturulduğunda ise keşfetme.
Hangi parçası sizin için öncelikliyse izleme oradan başlar ve bastırır kelimeleri.
Benim için gözleri ve dudaklarıdır önceliğe sahip olan.
Kimine göre saçlarının boyu, duruşu, giysileri ya da elleri.
Keşif, gece istemesenizde hayalini kuracağınız kişi için önemlidir. Rüyalarınızı süsler ve uyandırır sizi yoğunluğu.
Hele bir de kaybolup gitmişse bir sebeple, kaçırılan bir hamleyle; alınması unutulan bir telefon numarasıyla, ölen bir aile bireyiyle, yahut sadece hissedilemeyen güvenle 'ya olmazsa' diye, o zaman kasırga başlar.
Yaşanan kısa ama muhteşem anlar hep akla gelir ve hep unutulmaya çalışılır.
"Kadın hatırlamamazlıktan gelir", "Tabi ki hatırlıyorum" 9 yıl sonra bile söylenebilen bir cümle halini alır...
Tekrar bir şans geçerse ele; bilerek ve isteyerek kaçırılır işte o yetişilmesi gerekli uçak; evde bir bekleyen bile olsa.
Artık konuşulacak olan değer yargıları yahut ahlak değildir... Kaçırılan zaman, kaybedilen yaşlar ve yakalandığı yerden hayat yapılası bir yaşamdır.
Bir müzik çalar; BLues, mavi bir an'ın şahidi ve kadının ağzından çıkamayan 'Gitme' (ne olursa olsun haklı görmez çünkü kendini adamın yaşamında), bir blues cümlesi olarak çıkar "Bebeğim...O uçağı kaçıracaksın" ve verilen cevap tektir "biliyorum...".
Uçağı kaçırmak, masanın kenarındaki bardağı kırmak, haydi deyince kalkıp gitmek, artık konuşmak istememek... Tüm bu tümceler etki mekanizması yüksek, iz bırakan filmlerimden bana kalan AŞKa dair söylemler...
Özlemek boktan bir şeydir ve karışır duygular bir yerden sonra...
Onu mu, yaşananları mı, hisleri mi yoksa başka bir karşı cinste de bulunabilecek teni mi özlemektesindir bir türlü bulunamaz.
Hep tepene üşüşür keşke dediğin 'yapmadıkların'.
Yaptıkların geçip gitmiştir ve yer bulmuştur anılarda...
İnmediğin tren, susmadığın an, tutmadığın el, gitmediğin davet, söylemediğin şarkı hep kalır içinde.
Alaycı bir mani ile tek bir an daha dilersin kimi zaman.
Merak ettiğin, kaçırdığına pişman olduğun ve hep hayalini kurduğun, öfke duyguları ile beyninin arka sıralarına oturttuğun 'nasıl olurdu anları'...
Dokunamamak sevdiğine, zuldur, zulümdür... En derin pişmanlıktır belki ve kendine duyulan en derin öfke.
Yeni kuşak her ne kadar böyle yaşamasada aşklarını artık, ve ben aslında her ne kadar çok eskimemiş de olsam, 'nerede kaldı böyle aşklar deniyor' tarzında bir yazı yazmaktan kendimi alıkoyamadım.
Belki de bu yüzdendir kariyerimle çelişen romantizmimin Avrupa'da olma düşüncesi.
Jesse yaşadığı o hayal gibi geceyi 'gerçek'leştirmek için bir kitap yazmıştı,
Bense benzer bir şekilde o değerli anların gerçekliklerini yitirmemeleri için, sanal bir boşlukta onlara yer yaratmaya çabalıyorum. Kimisini satır aralarına gizliyorum duygularımın, haykıramadıklarımı yazıyorum, söyleyemediğim bir iki kelimelik duygular yahut kaçırdığım/kendimi engellediğim/karşıdan beklediğim koyverilememiş coşkular bütünü için, depresiflikle karışık bir mani ile, yeni gelecek AŞKın bu denli romantik olmasını diliyorum... Çünkü aşk, tüm kaotik haline ve yaşattığı savaşlara karşın; romantik olmayı hakedecek kadar da narin ve değerli.
Tıpkı gün batımı ve gün doğumundan önceki kısa sürelere sıkışıp, unutulmaz bir gerçekliğe dönüşebilecek kadar.
......


2 yorum:

cenkt dedi ki...

muhteşem anlatım.

Aysu dedi ki...

çok teşekkür ederim...