28 Şubat 2011 Pazartesi

Günce 3-4-5-6-7-8

Pazar günü ve saat gece 1:45.

Herşey bitti; çamaşır, ütü, toparlanma ve Pazartesi için yapılan kişisel hazırlık.

Her zamankinden daha etkin bir Pazar günüydü üstelik.

Şu anda ise bilgisayarım kucağımda, bir yandan müzik dinlerken bir yandan da başımadaki ağrının biraz hafiflemesini bekliyorum. Ne için ? Tabiki uyumak için :

Annemsiz geçen her güne bir günce yazmak niyetindeyim. Ancak yazmaya çalıştığım her anda, biraz daha buruldu içimde biryer. Belki özlemek koydu, belki yakın gelecekte, başka biryerlerde olabilme ihtimali sebebiyle bir başına kalacak olma fikri... Hangisinin ağır bastığını bilmiyorum. Ama sonuç, çocukça bir kaprisle vazgeçtim yazmaktan.

Ama şöyle bir toparlayacak olursam, annesiz 4 ve 5 gün bir harala gürele içerisinde geçti. 4. Gün benim yine (!) köpek gibi çalıştığım bir gündü, 5. Gün ise 23 Şubat 2011’e tekabül ediyor ki içinde olduğum grubun mükemmeliyet merkezi olması sebebiyle, protok açısından önemli bir açılış yaşayacaktık. Salı günü o yoğun günün ardından, eve gelip, kendimi Çarşamba gününe hazırlamaya çalışmakla uğraştım ki bu noktada da annemin varlığı burnumda tüttü. Çünkü sevimli bir şımarıklıkla giyip çıkardığım herşeye bakan ve sonra onları gıkını çıkarmadan ütüleyen annem sayensinde jilet gibi katılırım böyle toplantılara... Bu kez bir başımaydım. Babam saolsun böyle zamanlarda, erkek ırkının genelinin davranış biçimini benimseyerek, her ‘bu nasıl olmuş?’ soruma ‘iyi’ net ve tek cevabını vermekte ustadır. Neyse ki, dolapta ütülü olarak durduğu için ortalıkta sevinç naraları atmama sebep olan sevgili beyaz gömleğim ve Çarşamba gününü zar zor çıkaran siyah çorabımla birlikte giyeceğim siyah eteğim hazırlardı. Kurtarıcı beyaz gömlek ve siyah etek yani :) Tabi makul kalınlıkta bir siyah çorabında hazır bulunması böyle zamanlarda önemli oluyor. Geriye üst giyim ve ayakkabılar kalmıştı. Topuklular tamamlayıcıdır, babetler gün sonunda yere basamayan ayaklar için kurtarıcı, ve siyah ceket olmazsa olmazdır. Ama ceketi ve babetleri bir torbaya tıkarak cici bir hırka giymekle çözdüm işi. Bu işin gece kısmıydı. Sabahın köründe kalktım Çarşamba günü. Gözlerimin şişi ancak tam olarak uyandığımda inmiş olacağından, 9 da ruhum yatağımda kalmamış şekilde bir bütün olarak orada olmak için 7 de kalktım. Tanrım benim için çok erken bir saat yahu 7. Bizim ailede karga bokunu yemeden derler. Ailenin tamamı sabah özürlü olunca :) Neyse kahvaltı, evin havalandırılması ve ortalağın yataklarla birlikte toparlanması (vice president iş başında tüm bunları biz apar topar evden çıktıktan sonra canım annem yapıyor çünkü), 4 kupa çayın keyifle içilmesi ve giyinilmesinden sonra sırada makyaj vardı. Hızlıyımdır Allah’tan bu konuda. 10 dakika sonra herşeyiyle makyajda tamamdı. Gözlerin şişi 8.30 da inmişti, çok şükür ki ! Neyse son bir aynaya bakış ardından, tüm camların kapalı olduğu, fişlerin çekilmiş olduğu vs gibi rutin kontrollerden sonra paltoyu giyip kendimi dışarı attığımda tam planladığım vakitti. Ve 9 da KKM’deydim. Sonrasını çok hatırlamıyorum. Akşam 6 olmuştu ben pilimin tükendiğini hissettiğimde. 9 punto topuklarımın üzerinde neredeyse hiç oturulmamış 9 saatin sonunda, kendimi eve nasıl attığımı bilmiyorum. Saat 6 olduğunda artık yere basamıyordum ve babetlerimi giymiştim ama yapacak birşey yoktu. ‘Alışmamış götte don durmaz’ deyimi misali benim neyime topuklu ayakkabı. Zaten uzunum ne gerek var! Ama olmuyor işte. Ahhhh, ahhhhhh ! Gözünü sevdiğimin spor ayakkabıları. Eve kendimi attığımda yatağa yığılmak vardı ki, spor yapmak ağır bastı. 1 saat yoga bana kendimi inanılmaz iyi hissettirdi ki iyiki yatıp uyumamış ve vucüdumu hareket ettirmişim bu ergonomik olmayan günün ardından. Ben duş alırken saolsun babam yemekle uğraştı. Yemek ardından gece 9 sabaha karşı 3 arası tezimin outline’ını çıkarmakla uğraştım. Harika değil mi? Kadın olmak ! Herşeyi birarada, aynı düzgünlük hatta mükemmellikle yapmaya çalışmak. Günü 20 saat yaşadıktan sonra, buz koymama rağmen şişik bir ayak, uykusuzluktan kırılan bir vucüt, çalışmaktan perişan olmuş beyin ve bilgisayar yüzünden haşat gözlerle yattım. Sabah 10 da beni bekleyen toplantıda ayakta olmak için kaç saat uyuyabilirim hesabı yaparken sızmıştım...

Annesiz 6. Gün yani Çarşamba gibi bir efsane günün ardından can dostlarla buluştum denk gelmesi sonucu Perşembe günü. Birlikte yenen yemek, sohbet derken kafam dağıldı. Üstelik çok önemli şeylerde konuştuk. Kariyer planları, kişilik yorumlamaları... Egomu bir kenara indirmiş onları dinlerken kendi adıma atıp tutmadan yalın, net ve acımasız olabildiğimi ve gerçekçi davranabildiğimi gördüm. Eleştiri ve iltifatlarını dinlemek kendime olan inancımı sağlamlaştırdı... Gitmek lazımdı karar verdik. Önümüzdeki 5 yıl içinde, biraraya gelmek için Dünya’nın başka bir yerinde bulunduğumuz noktaların ortasında bir yerlerde hayal kurduk... Muhtemelen Avrupa en orta nokta olurdu zaten :) Eve geldiğimde babacan sıkılmıştı ki birlikte film izlemek (o uyusada filmin yarısında birlikte olmak kavramı (: mühimdir, iyi gelir...) iyi oldu. Aslında bana ne kadar iyi geldiği tartışılır. Midemin oralara bir kama saplamışlar gibi geldi filmin son karesiyle... Zaten yazdım. Özlemeler barındıran ruhuma iyi gelmedi aslında öylesine temiz bir drama izlemek, buram buram aşk kokan... Neyse! Bu özlemlerin sonra çaresine bakacağım. Annesiz 7. gün yemek görevi benimdi. Bize yemek yaparken beynim dinlendi. İyi geldi. Kafam boşaldı, sinirlerim yatıştı. Sinir bir Perşembe geçirmiştim. Toplantı üzerine toplantı ile ‘overdose supervisor’ etkisi, şişik ve spor ayakkabılara rağmen ağrıyan ayak, iletişim kurulamayan arkadaşlar vs... Hepsi Cuma’ya sarktı ister istemez. Yemek yapmak aldı bütün negatif coşkunluğumu! Mis gibi sebze yedik böylece... Tabi sevgili annemin içimiz ısınsın diye yapıp dondurduğu çorbada fevkaledenin fevkinde iyi geldi yanında... Yanında; pijamalardan bir anda sıyrılıp, kahve içmek için Bilkent’e gitmek daha bir iyi geldi. Gece pek sevgili bir kız arkadaş ile hem sohbet ettik, hem mis gibi kahve içtik ve evlerimizin yolunu tuttuk balkabağı olmadan. Ne de olsa haftanın yorgunluğu, Allah aşkına kal deseydi de biri herhalde ‘yok almayalım canım’ derdik ;)

Annesiz 8. Gün yani Cumartesi ayrıca yazılacak (!)

Veeee bugün... 9 gündür vice president olarak evi ayakta tutuyorum vallahi. Babamda bizi besliyor. Takdire şayan bir vaziyetteyiz. Şu anda saat 2:30. Başımın ağrısı azaldı. Teşekkürler Novalgin (!). Neredeyse 1 saattir yazıyorum. Bilgisayarda yazmak için oldukça yavaşım. Kafamın içinde en az 5 şeyin dönüyor olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Hele bir iki tanesi o denli baskın ki, uzaklaştıramıyorum. Sevmedim bu özleme sancılarını ! ‘Kimi, neyi, ne için’ bilinmezinden hele, hepten bıkkınlık geldi. Annemi özlüyor olmam ve üzerimdeki sorumluluk da sanırım karıştırıcı etki yaratıyor.

Neyse...

Sevgili uyku gel artık. Gel ki yeni başlayan hafta zulmetmesin bu ara yorgun şu zavallı bedenime ve beynime...

Allahtan müzik var. Napardım acaba müzik olmayaydı! Yani; yaratıcılık, ilham ve aşk olmayayadı müzikle kodlanmış. Düşünmek bile istemiyorum.

Gelen uykuyu kaçırmamak lazım. Zaten gecenin en “güç vaktine” ilerliyor saat adım adım. O güç vakitte uyumak gerekir. Boğuşmamak için tepene binen ve boğma eğilimli idea larıyla yaşamın...

Yaşıyoruz herşeye rağmen,

“Yaşıyoruz çok şükür der gibi”! ....

Hiç yorum yok: