17 Mayıs 2011 Salı

Kanıma Dokunan Birşeyler Var Kontrol Edemediğim

Öyle...
İçimi acıtan onca şeyin içerisinde, beni bu duyguya sürükleyen, dilimden bu derece derin ve keskin anlamlara sahip iki kelimeyle dökülen bir duygu; Kanıma Dokunmak! Güçlü, peşi sıra çaresizlik getiren ve acımasız iki kelime.
Öfkemi ve küskünlüğümü yükselten, cesaretimi yahut sizliğimi (!) yeniden sorgulatan, eylemsizliğime küfür etmeme neden ve bana bahşedilen bu beyni kullanamadığımı düşündürten onca şey.
İçinde yaşadığım bu ülkenin, bir 'halt' olma yolunda ilerleyen her kıymetli vatandaşı, pardon küçük burjuvasisinin kendi çapında entellektüel her aydını/aydın adayı gibi, elimden hiç birşey gelmeden izlediğim, giderek daha da kötüleşen, korkunun egemen olmaya başladığı ve beni ve benim gibileri gün be gün dışarıya doğru attığı muhteşem düzeninde, ne Neyzen gibi bir 'Hiç' ne de Deniz gibi bir 'İtici güç' olmayı başarabilmiş arafın çomak sokulası düzeninde kalmış bir 'halt'ım. (Kibarlık korunsun diye içimden geldiği gibi .ok diyemediğimden kaynaklanır bu kasılma!).
Tam birkaç satır öncesinde de söylediğim gibi giderek artan korku kültürünün içinde yer bulmaya çabalayan, sesini çıkarmak için uygun ve yürekli topluluklar arayan, giderek daha aktivist olan ve belki de hepsinden öte, ne olursa ama ne olursa olsun, düşünmekten ve soru sormaktan vazgeçmemeye çalıştığım hayatımın şu döneminde, tam anlamıyla yetişkin olduğumu hissettiren ve giderek daha da acıtan bir yaşamı yaşıyorum, yahut yaşamaya çalışıyorum.
O denli büyük bir araf ki bu. Şimdiye kadar hep gitmekle kalmanın arasında sıkışmış küçük bir kız çocuğu gibi hissederdim kendimi. Şimdi ise gidip de bir daha dönmeme arzusu/tiksintisi/isyanı ile bu ülke için birşeyler yapma ülküsünün arasında kıskıvrak sıkışmış genç bir kadınım. İki lafından biri koruma güçlerine, düzene, yönetime, adaletsizliğe, insanının aptallığına, kabul edişine sorgulamaksızın ve koyun sürüsü eğilimine küfür etmekle biten, çaresizlik hissindeki ateşi karnının tam ortasında hisseden, haksızlık karşısında nasıl bu denli suskun kalınabildiğine, nasıl da öylece olup bitenin kabul edildiğine ve en acısı da bu denli farkındasızlık çukuruna düşüldüğüne zerre anlam verememekte olan, iyi eğitimli (ve bu eğitimi, devam edecek olan öğretimle artacak olan), küçük burjivasinin entellektüel olmaya çabalayan genç bir kadın üyesi...
Komik değil mi? Durduğu yerden bakınca, şu zavallı gencin gördükleri içler acısından hallice değil mi?
Bu kadın sorgulama eğilimi yüzünden, şimdiye değin ne herşeyi ilk söylenişte kabul edebilmiş, ne saçma olduğu belli insanların birbirini kandırdığı üzerine vazife olmayan herhangi bir tartışmada geri durabilmiş ve ne de yüreğini yakan herhangi bir aşkı doyasıya yaşayabilmiştir. Bu da çok komik değil mi ? Aşk ne alaka ?
Olur mu? "Sen benim hayatımın anlamısın" diyen adama alaycı gözlerle bakıp "benden önce de bir hayatın vardı dimi hayatım, abartmayalım" demiş, "Seni aldatırım ben boşver" diyenine "o işi becerebilmek için kendini de aldatman lazım hayatta beceremezsin sen" diyebilmiş, bu yüzden genelde işleri zorlaştırmakla, fazla zeki olmakla, "niye şöyle bir kere de susuver"memekle, vb yaklaşımlara maruz kalmış yada yol yakınken korkulup yanıma gelmeden kaçılmıştır. Ben mi bünyeye zararım yoksa sadece beynimin soru soruyor olması mı başkalarına batıyor anlayamıyorum.
Herneyse. Zaten ben insanlığı bu ara pek anlayamıyorum. Düzenlerin içinde küçük, değersiz ve aşağılanan ruhları, yönetimi ele geçiren mental, ruhsal ve sezgisel Cahillerin egolarını, kafayı peri/melek/fal/ruhaniyet vb. ile haddinden fazla bozanları ve onların iş yapamaz hallerini ve alenen gözünün içine baka baka birine yalan söyleyen ve kandıran; cismi, sıfatı ve bitimi ne olursa olsun herhangi kimseleri ve o kimseye biat edenleri HİÇ ANLAYAMIYORUM!
Tabi bunun yanında anlayamadığım bir grup daha var. Ülkeye yön vermesi gereken, iyi eğitimli, iyi öğrenimli, sahip oldukları sosyo-ekonomik olanaklar ve bulundukları stratejik konumlar gereği bu ülkenin ileri götürücü gücü olarak nitelendirilebilecek, entellektüel birikimleri gereği aydın diye tanımlanabilecek o diğer grubu da anlayamıyorum.
Tam bu nokta da yardımıma inanılmaz bir tanımlama yetişiyor. "Aydın dediğin nedir? Bir çanak suda bir damla zeytinyağı. Ne karışabilirsin o suya ne de dibe çökebilirsin. Kalırsın öyle olduğun yerde bir başına..." Bu ülkede yaşamış ve edebiyat dünyasına çok önemli eserler ve etkiler bırakmış bir adamın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban adlı eserinin, tiyatroya uyarlanmış aynı adlı oyununu izledim geçen ay. Oyunda ana karakter Ahmet Celal'in, kendini bir yaban olmanın ötesine geçiremeyişinin isyanı ve yüzleşmesi, ağzından çıkan bu sözcüklerle oluyordu. Bu isyan, en az iki dil bilen, edebiyatı hayatının merkezine yerleştirmiş, entellektüel, okur-yazar ve düşünür, paşa oğlu ve vatanı uğruna asker olmuş ve cenk etmiş bir aydının, kaybettiği kolu sonrası sığındığı, ülkenin herhangi bir köyündeki insanlara, kendini yabandan öte ifade edemeyişinin birebir anlatılışıydı. Şimdi bir durup düşünün. Ne kadar farkındayız olup bitenin. Anadolu'nun içinde dönen düzenin neresindeyiz büyük şehir çocukları/yetişkinleri/yaşlıları olarak. Küçük burjuva ahlakını korumaya çalışırken, refah arafı yaratan vicdani saçmalıklarımızı bir kenara ittirebildiğimizi varsaysak bir an için, ülkenin küçük ve içe kapalı yerlerinde dönen, kimin eli kimin cebindeliklerini, açlığı, yokluğu, isyanı, biat kültürünü, devlet babaya duyulan yüksek saygıyı, kadının yok edilmişliğini, vs vs, tüm iç dinamiklerden hangisini ucundan tutup da anlayama çalışabiliriz acaba? PEKİ YA SORU SORULMAYIŞINI? KORKUYU? BOŞVERMİŞLİĞİ? OLUVERSİN BİRADERCİLİĞİ ? Hangisini şapkayı önünüze koyarak irdeleyebilirsiniz? Ben bir birey olarak, yetişkin olarak hangisine dil/el/yor-yordam uzatabilirim acaba ?
Alaycı bir gülümseme var yüzümde ve duruşumda kendime karşı. İsyanlarımın ve çaresizliklerimin ortasında herşeye çözüm üretebileceğini düşünen mühendis beynimin, üstelikte bilimsel araştırmanın göbeğinde dururken, hiç bir çözüm üretemediğini, ufacık bile bir değişiklik yaratamadığını hissettiği bir andayım. Tam ortasındayım kariyer çizgimin ve içimdeki isyan ".iktir git" diyor. "Tek gidişlik uçak bileti kızım, al ve arkana bile bakma". Sonra yüreğim su yüzüne çıkıyor. Hepsi gidenlerin böyle bir dürtüyle gitti. Hepimiz gidersek zaten bize bırakılmayan bu güzel vatan hepten bizim olmaktan çıkmayacak mı? diye soruveriyor. Sonra çocuksu bir pembelikte "şimdi git, sonra dön" diyor içim. O da neyse...

Tam bu anda, bir nefeslik zaman için elimi attığım Birhan Keskin'in Yol kitabı ne diyor...

Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
Yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
Ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
Bilemem, belki bu yüzden
Ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
Yine de döneyim döneyim istedim.

Kim nasıl anlamak isterse. Şu anda bu şiir, ülkem, ülküm, ideallerim ve doğduğum topraklarla, ruhumun kaçışı arasındaki arafın bizzati yapılmış resmidir benim için.

Bütün bunlar nasıl böyle alevlendi bilemiyorum.
Aslında hep içimde tuttuğum şeyler geçenlerde izlediğim bir videoyla şah-a kalktı.
Çok iyi tanıdığımı çok söyleyemesemde, hissettiğim kadarıyla içini, yüreğindekileri, yaklaşımlarını ve hepsinden öte kıvrak zekasını sevdiğim, fikirler arası bağlamalarında gülmekten yerlere düştüğüm, ortalıktaki bizim ayar çoğu karşı cinse göre konuşulabilir, anlaşılabilir, arkadaş olunabilir bir erkek. Her gülüşü, her sohbeti ve samimiyeti 'anam karı elimde' dürtüsüyle irdelemeyen, karşısındakinin aklına, fikrine ve duygularına dinleyerek, söyleyerek değer veren bir insan. Yani insan! Umarım yanılmıyorumdur ama ben de uyananlar bunlar 2 yıldır.
[Belki kendisi de okuyacaktır o yüzden bir not: bunlar seni başkaları bilsin diyeydi :)]
Bu sevgili insan tahminimce bir espriyi sessizce devam ettirmek adına bir video paylaşmış ve benim ismimi beyan etmek suretiyle bana video aracılığıyla sataşmıştı.
İzledikten sonra fark ettim ülkenin İNANMAYA ihtiyacını. Bu ülkenin güzel insanlarının KORKULARININ BOYUTLARINI. Hep bir kurtarıcı bekleme halini ve tabiki, tabiki zerre SORGULAMAYIŞINI.
İçim kaynadı bir anda. Contorium diye bir madenimiz varmız bre dostlar. İstanbul Boğazı'nın altındaymış. Erguvan rengindeymiş. Madenlerin rengi üzerindeki topraklarda yetişen bitki örtüsünde gösterir ya kendini bir tek boğaz çevresini saran erguvanlar direk olarak yerini gösteriyormuş bu madenin. Öyle ki bu maden zilyon yıllık periyodik cetvelde duran Toryum elementi ile aynı atom numarasındaymış (!). Periyodik cetveli yapan Mendelev rus hükümetinden korkusuna koyamamış. Şimdi 3. boğaz köprüsü ihalesini yapacak olan yabancılar alıp alıp kaçıracakmış. Halbuki bu maden yararlı radyasyon yayıyormuş. Cep telefonunun, her türlü elektronik eşyanın zararlı radyasyonunu engelliyormuş. Nükleer enerjiden tehlikesizmiş o yüzden nükleer santral yapılacaksa etrafı contorium madeni içeren sıvayla kaplanmalıymış iyi radyasyon kötü radyasyonu yenermiş. Nötürlermiş bre dossssstttlaaarrrrrrrrrrrrrr..........
Ama tabi her radyasyon çeşidi gibi bu da yenirse mutasyon yaparmış. (Hemen bu söylemin ardından derin su canlıları olarak bilinen okyanus dibi vahşi canlıların resimleri verilmektedir.) OHAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!!!!!!!!!!!
Yanında kimse kusura bakmasın ama HAssssssssssssssssssss Sttttirrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr..... (Otosansüre gelllll. Bunu bilhare yazacağım. Kendi blogumda ağız dolusu küfür bile edemiyorum!)
Bu ne arkadaş. Bu ne? Biri bana açıklasın.
Doğal ve olması gerektiği gibi "Ne la bu ?" (Behzat Ç. izleyen bir Ankaralıdır bu blogun yazarı) diyerek sadece 25 dakikalık bir internet gezintisiyle, bunun zirzop bir üniversite öğrencisi tarafından tam manasıyla dalga (buraya çok şık bir kelime vardı ya 'ayy argooooo !!!!' açık-saçık videoculardan sanar sevgili BTK bizi!, sansürler mazallah) geçmek amacıyla yapılmış bir eğlence videosu olduğunu anladım. Ama yanında okuduklarım nutkumun tutulmasına ve işte başta yazdığım duygunun hepten su yüzüne çıkmasına sebep oldu: KANIMA DOKUNdu bir şeyler. Çünkü herkes inanmıştı. Paylaşmayan ülkesini sevmiyor naralarımı istersin, ülkücülerin olayı 'detaylar bizde' diye sahiplenişlerini mi, zavallı insanımın zaten olmayan parası ve sömürülmüş hayalleriyle 'zaten fakir nereden para bulup da yalı alsın, vah vah gitti kalan ahir ömrümüz de işte' tadında feyatlarını mı...
Bu ne arkadaşşşşşşşş, bu ne? Ulan sığındığınız, 5 vakit namaz kılıyor, din, ahlak, Allah diye elinizi, belinizi, ruhunuzu teslim ettiğiniz o muhteşem adamların iktidarında inandığınız güzel Rabb'imin size verdiği AKIL NEREDEEEEEEEEEEEEE? Size o eşi bulunmaz aklı, bu yüce Yaradan kullamayın diye mi verdi ? Herşeyi benden bekleyin, düşünmeyin, çalışmayın, sormayın, merak etmeyin diye mi verdi?
Delireceğim. Bir Allahın kulu da çıkıp anam neymiş ki bu contorium demez mi? Tabii hiçbiri kimya bilmez, hiç biri politikadan anlamaz, merak etmez, soru soran çocuğu daha çocukken döverek susturur merakını içine kaçırır, bilgisayardan zerre anlamaz, açıp interneti Hz. Google a birşey yazmaz, ama her haltı bildiğini iddia eder ve ahkam keser ya, benimseyivermiş halkım contoriumu. Şimdi bunu yapan zavallı çocuk (gerçi ona da sanki biraz müstahak ama! orası ayrı bir durum, lümpen BÜ tayfasından olduğunu düşünüyorum kendi fikrim (: ) ölüm tehditleri, tartaklar yiyormuş. Zavallı halkım da KORKUDAN tabii yahu ne bu işin aslı diye bir türlü soramıyor. Sormak için geç kaldı çünkü. Önce kabul et sonra sor olmaz arkadaş. Önce karıştıracaksın, şüphe duyacaksın, anlamaya çalışacaksın. Sonra açacaksın kendini, fikirlerini, inancını. Havada uçan her söze inanırsan ne kaldı senden, düşüncelerinden, ideallerinden geriye.
Ama kime anlatıyorsun, sen zavallı bir yağ damlasısın koca çanakta. Yabanın önde gideni.
Anarşik, inançsız (bana inançsız diyen beyni küçük şahsiyetlere ah neler demek istiyorum ama işte Yaradan'a ayıp olur), terbiyesiz, halktan uzak, ütopik hayallere sahip hayalci ve yeri gelir SUÇLU olursun. Suçlu olur, lekelenir, kirletilir ve susuturulursun. Korkutulursun kaybedeceklerin sana tehdit olarak kullanılırken. Kariyerin, ailen, prestijin, paran...
Bu arada, ülken, doğan, yaşam alanların, milletinin maddi zenginliği, kültürel zenginliğin, kardeşlik duyguların, millet bilincin yok edilir kime ne?
Kime ne babam, kime ne ?

Özetle (dalga mı geçiyorsun bre kadın kim bilir kaç dakikadır okuyorum diyor gibisin okuyucu! :) kanıma ve gönlüme dokunan bir şeyler var kontrol edemediğim. Dile pranga vurulsa da düşünceye vurulmuyor işte, malumunuz. İstemeyen okumasın zorla mı kardeşim... :)
Kafa şişirdiysek affola ve fakat bunlar herhalde artık çocuk olmadığımızdan.
Yetişkinlik sorumluluğu yalnızca ana-baba olunca ortaya çıkmamalı diye büyütülmüş olduğumuzdan. Bu ülkeyi herşeye rağmen çok seviyor olduğumuzdan.
"Ama yalanlar görüyorum hala burdan bakınca şu sonsuz dünyaya..Olsun demek de zor artık Çocuk düşlerimiz yok artık.." olduğundan. Bu son cümle beni hepten vurdu, kırdı geçirdi. Buyrun dinleyin...
Nefes alabildikçe, insanlığı sevebilme ve onun için bırakmaksızın direnebilme gücünü hissedebilmek dileğiyle...
Coşkuyla...

Olsun - Pilli Bebek :

Hiç yorum yok: