9 Ağustos 2011 Salı

Kadın Olmak


Yukarıdaki sahne herhalde yapıldığı yıldan beri neredeyse 5 belki 6 kuşağın gençlerini yüreğinden vuran bir filmin, filmin tamamı kadar etkileyici olan o son sahnesi...

Allahım beni böyle bir karar vermekten koru dediğim az durumdan biridir ne yalan söyleyeyim...

Kimbilir kaç kere izledim bu filmi. Her izleyişimde ağladım, öfkelendim. Her izleyişimde başka bir şeyler keşfettim. Ama bu kez dikkatimi çeken daha farklı bir iki şey var olgunlaşmış ve kadın olmanın ne demek olduğunu her geçen gün daha fazla anlamaya başlamış şu ruhumla.

Asya aşıktır; köpek gibi, nefes alamamacasına, yaşayamamacasına... Ama annedir Asya, tek değildir artık hayatta, özgür değildir artık - gönlünün her istediğini yapabilme özgürlüğünde değildir...
Aldığı her nefeste, çektiği her acıya rağmen "İlyas" demektedir Asya, aldatılmışlığına, yalnız bırakılmışlığına ve duyulmayan nice çığlığına rağmen...

İlyas da aşıktır, köpek gibi... Dönüp dolaşıp bulduğu hep Asya'dır. Aldığı her nefes Asya'dır. Uykusundan uyandıran, daldığında sayıklatan, farkında olmasa da ayakta tutan hep Asya'dır. Ama Asya sorumluluktur, Asya ilmek ilmek işlenen hayattır, Asya her derdine ortak olan ama ihtiyacı olduğunda yanında olunması gerekendir. Asya, omuz verilmesi gereken, beklentisi olan, desteğe ve korunmaya ihtiyaç duyandır... Asya emektir... Asya eştir, adam dediğinin kadınıdır Asya. Çok güçlüdür ama kocasının yanındayken değil...

Cemşit, sevgi dolu güvenilir adam. Karısını seven, çocuğuna rol model, dağ gibi bir baba. Babadır Cemşit, candır, güvendir. Ama hepsinden öte Cemşit saygı duyan, saygı verendir. Bu son sahnede aslında hep gözden kaçırdığımız bir şey var belki, Cemşit koşarak gelmiş ve "aldırma gönül"'e belli bir mesafede durmuştur. Durmuş; Asya, Samet ve İlyas üçgenine bakmaktadır. Bekler Cemşit. Sırasını bekler. Çünkü içinde erkek olma bilincini taşır. Çünkü verdiği emeği bilir. Çünkü sevgisini saygıyla yoğurmuş bir adamdır o, babadır. Çocuğuna verdiği sevgiyi bilir. Karısına verdiği güveni bildiği gibi. Asya ayaklanır, elinde oğlunun minik eli, yürür... Ona nefes aldıran aşkına ve onu ayakta tutan güvenli kocasına doğru...

O yürüyüşü çok kez izledim. O an vermiş olduğu karar Asya'yı hangi adama götürmekteydi hiç bilemedim. Belki de tüm sezgileriyle anlamaya çalışıyordu kadın duygularını.

Asya, onu beklemekte olan iki adama doğru yürürken, yine Cemşit öylece bekliyordu. Artistik bir hamleyle ardına bakmadan gitmiyordu, ben sana bunca emek verdim bana geleceksin diye bir halden ötekine bürünmüyordu, sessizliğini, vakurluğunu ve sevdiği kadını ve oğlunu kaybetme riskini göze alarak - yani aslında varını yoğunu, her şeyini kaybetme riskini göze alarak - kadınının seçimine saygı duyarcasına bekliyordu. Olduğu gibi. Ama dağ gibi de duruyordu, buradayım gel dercesine.

İlyas da bekliyordu. Ama ıslak bakışları ile hala aynı çocuklukta ve hala aynı avarelikte ki haliyle. Beni seçmeyeceksin de kimi seçeceksin, bunca yıl ayrı kaldığımız yetmedi mi, bize bunu niye yapıyorsun gibi, hayatı, geçen zamanı ve onları ayrı bıraktığı için kadını suçlayarak duruyordu.

Asya yürüyordu, ömrünün en uzun yolunu olabilecek en kısa zamanda katediyordu. Kim bilir ne çok şey düşünüyordu... Kim bilir ne çok acı çekiyordu. Yürek ile beyin arasında kalmak işte öyle bir yorgunluk yaratıyordu insanın üzerinde. Omzunlarından basan, ayaklarından geri geri çeken bir kadın postürü...

Asya tek değildi artık, Asya anneydi... Düşünmesi gereken kendinden çok önemli bir varlık vardı hayatta, oğlu...

Asya belki de tam o anda, Samet'in seslenişiyle veriyordu kararını Cemşit'e doğru.
Ama Cemşit hala Asya'yı alıp kaçırırcasına oradan uzaklaştırmak adına her hangi bir şey yapmıyordu. Oğlu babasını seçmişti beklenildiği gibi ama ya karısı. Canı, cananı onu seçecek miydi ? Kadını özgür bırakıyordu aslında Cemşit. Sadece durarak. Başka hiç bir söz etmeden, hiç bir hareketle kadını incitmeden. Oğlu ona koşarken bir kaç küçük adım atmıştı aşkın hüküm sürdüğü yere. Ama biliyordu oraya giriş izninin olmadığını. Oraya attığı her adımda sevdiği kadını, yol arkadaşını kaybedeceğini biliyordu. Duruyordu Cemşit. Güveniyordu yüreğine, Asya'sının yüreğine. Onun anneliğini, kocasına duyduğu saygıyı biliyordu. Saygının olmadığı bir yerde sevginin olamayacağını biliyordu ve belki de sırf bu yüzden duruyordu, öylece. Kararı özgür iradesiyle almasını sağlıyordu Asya'nın. Sonuçta bir seçim yapıyordu kadını ve geri dönüşü yoktu hayatın, olmayacaktı...

Cemşit dururken, İlyas üzerine gidiyordu. Aşkın o çığırtkan halini gösteriyordu bir kez daha. Al yazmalım diyordu, bakıyordu, tüm cüretleri aynı bakışta toplayarak arzuluyordu... Asya bakıyordu soluğunun sahibine. Gözünde yaşıyordu gidişi, kaybedişi. Bir seçim yapıyordu. Bedeninin doğrultusu güveni, sadakati ve saygıyı seçiyordu. Yani bu üçgenin oluşturduğu sevgiyi. Hayat aşkla yürümüyordu ne de olsa, sevgi sevinç, sevgi saygı ve sevgi pür bir birliktelik, yol arkadaşlığı getiriyordu. Asya'nın tüm beyni, tüm nefesi aşkta kalırken, gönlü ve bedeni onu zorlamaksızın bekleyen sevgiye gidiyordu.
Onun için o efsanevi cümleyi söylüyordu içinden "sevgi neydi?, sevgi emekti...".

Asya, yorgun ama güvenle sığınabileceği limana doğru giderken tüm bedeni bir kez daha, son bir kez daha bakıyordu ardı sıra... Hadi diyordu, hadi al götür beni. Aşk anlamazdı ne bakıştan, ne susuştan, ne de o sözsüz çağrılardan, bilmiyordu. Aşk, coşkun bir nehir misali anca çağlardı, düşünmeksizin önüne katıp yardan aşağı bıraktıklarını, yok ettiklerini, kırdıklarını fark etmeden akardı afet misali... Anlamıyordu İlyas, Asya'nın bakışını, isyanını, çığlığını. Beni terk etti, bizi yok etti, bana bunu nasıl yapar diyordu. Anlamıyordu kadın olmanın getirdiklerini, anlayamıyordu acısını Asya'nın yüreğini kavuran. Koşup kolundan tutup sevginin karşısında dikilemiyordu, cesaret edemiyordu kalıcı olmaya, sevgiye dönüşmeye gücü yetmiyordu. Benliğin yenilmişlik egosuyla onu cezalandırıyordu İlyas. Yani ironik bir şekilde Al yazmalısını cezalandırabiliyordu. Beni kaybettin deyip çekip gidebiliyordu. Halbuki sevgi, olan bitene, aşkın o sınır tanımaz halini görüşüne rağmen kucak açıyordu, koruyup kolluyordu, ısıtarak yumuşatıyordu sivrilikleri ve örtüyordu tüm günahların üzerini güneş gibi, toprak gibi...

Enfes dizelerinde Murathan Mungan'ın yıllar sonra dediği gibi; Asya'nın aşkı kendini temize çekiyordu Cemşit'in sevgisinin yanında ve İlyas, anlayamayan tüm kazananlar gibi terk edip gidiyordu*...

Aşk, İlyas'ın öfkesinde yıllar boyu kadını suçlayarak bir ömrü yakarken, sevgi ise birlikteliğin sevincini, zamanın iyileştiriciliğiyle yoğuruyor ve böylesi bir vakur duruşla bir daha asla kadının suratına "sen aslında beni değil hep onu sevdin" diye vurmazken, tam aksine "sana nefes veren o aşkı değil beni seçtin" diyerek her geçen gün kadınını daha çok seviyor, daha çok benimsiyor ve daha çok ruhuna katıyordu... Birbiriyle bir daha kesişmemek üzere ayrılırken yollar, aslında ele ele o 3 kişi bağıra çağıra bize tam olarak bunu anlatıyordu...

Kadın saygıyla büyüyor, sevgiyle çoğalıyor ve aşkla tamamlanıyordu.
Yani aslında sanıldığının aksine, sabırla ve sadakatle işlendiğinde birliktelik, kadın hiç olmadığı kadar aşka doyuyordu... Ve tabiki yanındaki adamı kendi doygunluğunca mutlu ediyordu.
Belki de ben hala bu çağların olmayan bir yaklaşımla aşkı böyle tanımlayıp/böyle yaşamaya çalışıyordum..
Kim bilir...
Hep söylediğimiz gibi kim neyi bilebilir ki zaten, aşkı bilmeye teşebbüs edebilsin?....

* Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Opera şiirinden alıntıdır...

2 yorum:

DA dedi ki...

sen anlayan ve mutu edensin!

Aysu dedi ki...

sen de duygularını korkusuzca söyleyenlerden ve mutlu kılanlardansın :) :*