17 Aralık 2010 Cuma

Dur da Dinle Ya-Hu!

"Bir kayboldum sonra tekrar belirdim, Masallardaki gibi bir varmışımmm bir yokmuşummmm"*

Gülümsüyorum...
Gözlerim ve yüreğimle.

Aslında beni üzen sayıca o kadar çok şey var ki.
Mesela bu ülkede yolunda gitmeyen herşey.
Her geçen gün, üzerimdeki "bu ülkede yaşamak" isteğinin altını boşaltan onlarca şey.
Bana en çok koyan haksızlıklar, sevgili ülkemde o kadar sık yaşanır oldu ki.
Sürekli yaşadığımız ve bize artık sıradan ve kabul edilebilir gibi gelmeye başlayan onlarca başka kavramlar gibi; haksızlık ve eşitsizlik olgularına da o kadar sık rastlanır oldu.
Ama yok ! Bu kendi kendime verdiğim bir söz. Hayatta olduğum müddetçe ve elimden geldiğince haksızlığa karşı duracağım. İster deniz yıldızlarını tek tek suya atan, ister kaplumbağaları ittirip suyla buluşturmaya çalışan masal kahramanlarının ütopik hikayesi densin, ben elimden geldiğince karşı duracağım...
Belki bu ülkede az kalan ve şapsallıkla yaftalanan bir kaç Don Kişot'tan biri de benimdir, kimbilir.

"Ben nice depremler gördüm kolay kolay yıkılmam"* diye başlıyor Sertab Erener'in güzel şarkısı...
Gülümsüyorum.
Ben daha çok deprem yaşarım belki hiç bilmiyorum. Ama kaybolsam da ben hep varım! Varlığımdan da o kadar mutluyum ki!
Korkunca ben de sakince ıslık çalarım...
Korkmamak için çokça konuşurum.
Aynı yerde çok kalamam ve haksızlığa gelemem. Riyakarlığa gelemediğim gibi. Ama riyakarlık da sıradanlaştırılıp yutturulmaya, daha da ötesi bizden bir parçaymış gibi hissettirilmeye çalışılıyor.
Ne acı!
Ne yazık! Bize verilen aklın tarafımızca kullanılamayışı. Yaradan en çok buna üzülüyordur herhalde...
Gülümsüyorum!
Çünkü biliyorum! Tüm varlığımla biliyorum ki bu düzen aslında paha biçilemez ama avuçiçine bile sığabilecek bir duygu sayesinde iyileşecek.
Zor iş, çooook zor iş sevmek!
Karşılıksız, kaybetme endişesinden uzakta, varlığını ortaya koyarcasına, değişmezlik ilkesiyle gücüne inanırcasına ve hatta, huzurda, sevgi ile hesap sorulacağına karşı olan teslimiyet duygusuyla sevmek kolay değil.
Sevgileri sınayarak gelmesi de sınavların boşa değil...
Hayat raslantılardan ibaret bir lunaparkın dar geçitleri kadar bilinesi değil.
Geç kalınır bu hayatta.
Sakındıkça eksik kalınır.
Koruyabileceğine inandıkça ne olursa, kim olursa olsun kaybedilir. Çünkü sana verilen görev OLMAKtır.
Yaşamak, anlamak ve kabul etmektir.
Korumak toz misali uçuşan insanın işi değildir.
İçindekiler içinde kalır korudukça şairin dediği gibi.
Boğar, küçültür ve izin vermez sevgiye.
Sevgi en kötü anları yaratırkende iyileştirir.
Yaşatır. Aşk gibi dağıtmaz.
Yakar ama kül etmez.
Konuşturur, ağlatır, özgürleştirir ve yüceltir.
Güven verir sevgi.
Kaybetme korkusunu 'Bir daha Sevgili'nin gönlü tedavi edilemezse eğer naparım' hissi ile yaşatır.
Sevgi yaşatır. Yolları yıkmaz; yapar, onarır.
Gizlenemez, örtülemez.
Kibir, gurur, ego, iştah, riya, yalan dolan, oyun girmez lugatına. Yalanın pembesi, beyazı, sihayı da keza...
Şefkat, masumiyet, sevinç, neşe, meşk, sohbet, huzur, ışık ve yoksunluğunda boşluk ve hüzün koyar oturduğu sofraya.
Söylemek ister Sevgili seveninin ağzından; anlatılsın, yayılsın, paylaşılsın ve iyileştirsin ister.
Aşk yıkar, toz eder. Sevgi törpüler, kırıkları onarır, sağlamlaştırır.

Hissedilir mi gerçek sevgi ?!?!?
Hissedilmez, bilinir...
Hep arandığın 'var olma sebebin', sonunda sana seni göstermek zamanı geldiğinde, sana apaçık bildirilir.
Hz. Mevlana onu yakacak Güneşi ile ilk kez yüzyüze geldiğinde nasıl bildiyse öyle bilinir.
Garip Yunus, dağda, taşta, çobanda, rüzgarda, suda nasıl bildiyse öyle bilinir.
Hacı Bektaş Veli nasıl sohbetinden hissettirdiyse öyle bilinir.
Birkez bilindi mi sevgi, rengi değişir hayatın; Yaşam olur artık Hayat.
Yaşanır olur artık bilinince Sevgilinin sevgisi.
Bir piyanonun siyah beyaz tuşlarının yarattığı girdapta kaybolmak başlar.
Bir kedinin kendiliğinden yanaşmasında hissetmek başlar.
Uzayan gecelerde, yalnızlığı tekbaşınalığa çeviren duygularla yaşamak başlar.
Hüzünler başlar sokaktaki çocuklara...
Celal gelir haksızlığa, kibre, kine..
ve kabul başlar...
Kabul !
Acizliğe, varlığa ve gücüne, iyinin kötünün aslında birliğine ve tesadüflerin yokluğuna...
Susmak gelir yaşamla.
Yaşarken çünkü önce DİNLEMEK gerekir.Dinle !
Okumak gelir sonra, görünenin altında olup bitenleri.
Okudukça öfkeler dinginleşir, nefsin hortlamaları yerini sevgiye bırakır. Yaralar fark edilir.
Ne denli bilinsede sevginin yaralara tek merhem olduğu, söylenemez susulur.
Susmak gelir peşi sıra.
Vakti geldikçe konuşmayı bilmek.
Kabul, dinleme, okuma, susma ya sonra ?
Sonrası çölde sahra...
Mevlevihanede Semah...
Fani bedenden şiir.. Mavi gözlerden Geylani, Kuddisi, Arabi...
Şarap şişesinde su, süt, vişne soda.
Güneş, ay, hava, toprak, soluk, nefes,
Dünya, Evren, Kainat,
Ölüm, kalım, ruh, beden, zaman, zamansızlık...
Sonrası, susulması gerekli eylemsizlik, eylem, varlık, bilinç...
17.12.10 Şeb-i Arus.
Gülümsüyorum ve üzülüyorum.
Yüreğimde sevinç, yüreğimde özlem.
Aşkın pek mühim, pek kıymetli hali.
Sevginin yaşamak hali. Yaşamayı öğrenmek gerek.
Sevmeyi, ölmeyi, varlığı öğrenmek gerekliliği gibi.
Gözleri temizlemenin, kabulü kuvvetlendirmenin ve yeri geldiğinde susmayı bilmenin lazım geldiğini öğrenmek gibi.
İnsan olmanın büyüklüğünü ve coşkusunu bilmek nedir öğrenmek gerek.
Dinlemek, duymak, SEVMEK ve özlemek gerek.
Tüm bunları gereklilikler kisvesi altında değil, nefes almanın sorumluluğunda yaşamak gerek.

"Bir varmışım, bir yokmuşum"* !
Ben hep varmışım, an gelmiş kaybolmuşum.
Sevgi ise...
Şeb-i Arusumuz mübarek olsun...
Şems'in, Yunus'un, Geylani'nin, Mevlana'nın yolunda bir dem alabilmek ümidiyle nice Şeb-i Aruslara...

* Sertab Erener'in 'Bir Varmışım, Bir Yokmuşum' isimli şarkısının sözleridir. Yazının yazılmasına eşlik eden diğer şarkılar ise Rengarenk albümünden 'Bir damla gözlerimde' ve 'Koparılan çiçekler' dir.



Hiç yorum yok: